Portekiz kurulamayan hükümeti, mecliste çoğunluğu ele geçiren sol partileri ve Cumhurbaşkanı’nın tepki gören açıklamalarıyla ilgi çekiyor

Portekiz’in en kısa hükümeti

ONUR EREM- @onurerem

Portekiz 4 Ekim’de tarihinin en ilginç seçimlerinden birini yaşadı. Seçimin ardından Cumhurbaşkanı Cavaco Silva, meclis tarafından önümüzdeki hafta düşürülmesi beklenen bir azınlık hükümeti kurması için sağcı ittifakın lideri Passos Coelho’yu Başbakan ilan etti. Coelho, muhtemelen 10 Kasım’da devrileceğini bilerek Başbakanlık koltuğuna oturdu ve yemin etti. Ülkeyi nasıl bir hükümetin beklediğini anlatmadan önce, bu sıradışı tabloyu yaratan seçimin sonuçlarına detaylıca bakalım.

4 Ekim’de sandığa gitme oranı yüzde 56’ya geriledi. Katılımın yüzde 46 olduğu 2011 Cumhurbaşkanlığı seçimi ve yüzde 33 olduğu 2014 AB Parlamentosu seçimine kıyasla yüksek olsa da bu seçim Portekiz tarihin en düşük katılımlı genel seçimi oldu.
Portekiz’de seçim öncesinde iktidarda iki merkez sağ partinin koalisyonu vardı: Halk Partisi (HP) ve Sosyal Demokrat Parti (SDP). Adının sosyal demokrat olduğuna bakmayın, Sosyalist Enternasyonel ile ilişkisi bulunmayan, Merkezci Demokratlar Enternasyonali ve Avrupa Halk Partisi üyesi olan SDP’nin lideri ve Başbakan Pedro Passos Coelho, 4 Ekim’deki seçime koalisyon ortağı HP ile birlikte bir çatı altında girmeye karar verdi: Portekiz İleri (Pİ).

2011’deki seçimde toplam yüzde 60 oy alan iki partinin oyları 4 Ekim’de yüzde 39’a geriledi ve Pİ meclisteki 230 sandalyenin 107’sini alarak çoğunluğu kaybetti. Bunda, yıllardır uyguladıkları kemer sıkma politikalarının yarattığı tepkinin büyük etkisi vardı. Sert kemer sıkma politikalarına rağmen Portekiz’in kamu borcu GSYH’sinin yüzde 127’si, toplam borcu ise yüzde 370’ini oluşturuyor. Bu oranlar Yunanistan’dan bile kötü. Bütçe açığı ise yüzde 7.2 ile Avro Bölgesinin en kötü ikincisi durumunda.
Pİ, ülkedeki tüm sağı bir araya getirdiği için meclisin geri kalanında da herhangi bir sağcı parti bulunmuyor. Mecliste çoğunluk solun 4 farklı renginden oluşuyor:

Seçimi ikinci sırada bitiren merkez soldaki Sosyalist Parti oylarını yüzde 32’ye çıkararak 86 vekil aldı.

Halkın Demokrat Birliği, Devrimci Sosyalist Parti ve Politika 21’in 1999 yılında bir araya gelerek oluşturduğu, Türkiye’den ÖDP’nin kardeş partisi olan Sol Blok oylarını ikiye katlayarak yüzde 10’a ulaştı ve 19 sandalye aldı.

Türkiye’deki Komünist Parti’nin kardeş partisi olan Portekiz Komünist Partisi ile Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin kardeş partisi olan Ekolojist Parti “Yeşiller”in 1987 yılında bir araya gelerek oluşturduğu Birleşik Demokratik Koalisyon da yüzde 8 olan oyunu korudu ve sandalye sayısını bir artırarak 17’ye ulaştı.

Seçimin ardından iki ihtimal belirdi: Büyük koalisyon veya sol partilerin koalisyonu. Başlangıçta büyük koalisyon daha olası bir seçenek gibi gözüküyordu. Almanya’da son seçimde gördüğümüz gibi sol partiler mecliste çoğunluğu ele geçirseler bile neo-liberalizm çağında merkez sol partiler, radikal soldansa merkez sağa daha yakın durdukları için büyük koalisyonu tercih ediyorlardı. Portekiz’de de SP ve diğer iki sol parti arasında tarihsel anlaşmazlıklar bulunuyordu.

Ancak seçimin hemen ardından bir araya gelen sol partiler, yürüttükleri müzakereler ve karşılıklı tavizlerin ardından hükümeti kuracaklarını açıkladı. SP, Avrupa’ya ve uluslararası anlaşmalara uyma konusunu kırmızı çizgi ilan ederken diğer iki parti de NATO’dan ve avrodan ayrılma ile kamulaştırma taleplerini erteleyerek işçi sınıfının haklarını genişletecek, maaşları ve işsizliği iyileştirecek bir hükümet programını kırmızı çizgileri olarak gösterdi ve sonuçta uzlaştılar.

SP’nin merkez sağ yerine radikal sola yönelmesinin nedeni ise partideki “PASOK’laşma” tartışmalarıydı. Hatırlanacağı üzere Yunanistan’da merkez sol PASOK, merkez sağ ile kurduğu kemer sıkma hükümetinin ardından oylarının neredeyse tamamını radikal sola, SYRIZA’ya kaptırmıştı. SP’nin içinde her ne kadar merkez sağı tercih edenler ve hatta radikal solla yakınlaşmaktan rahatsızlık duyanlar olsa da PASOK’laşma korkusu partide ağır bastı. Costa, radikal sol ile uzlaşmasını “Portekiz solunu bölen Berlin duvarı yıkıldı” diye niteledi.

İşte bu uzlaşmanın ardından ülkede bir diğer sürpriz daha gerçekleşti: Portekiz Cumhurbaşkanı Cavaco Silva, hükümet kurma görevini Pİ lideri Coelho’ya verirken yaptığı konuşmada radikal sol örgütleri eleştirdi ve “NATO’ya ve avroya karşı olan partilerin hiçbir hükümette yeri olamaz” dedi. Sol koalisyon hükümetine izin vermeyeceğini söyleyerek demokrasiyi Avrupa kurallarından daha önemsiz gördüğünü ifade eden Silva “Ülkemizin temelinde radikal bir değişiklik yapmanın zamanı değil” dedi. Sol hükümetin izleyeceği Keynesçi politikanın AB’nin tüm ülkelere dayattığı kemer sıkma politikalarıyla taban tabana zıt olduğunu düşünen Silva, ülkede kutuplaştırmayı artıran ve tepki çeken bu konuşmanın ardından Coelho’yu azınlık hükümetinin başbakanı ilan etti. Sol partiler ise hükümet göreve başlar başlamaz mecliste güvenoyu gerçekleştirerek hükümeti düşüreceklerini söylediler. 23 Ekim’de gerçekleştirilen Meclis Başkanlığı seçimini de SP’nin adayı Eduardo Ferro Rodrigues kazandı.

Eğer Silva hükümeti kurma görevini sol partilere vermemekte ısrar ederse, Portekiz’i en az 6 ay sürecek bir “yönetememe” krizi bekliyor. Portekiz anayasası, iki genel seçim arasında en az 6 ay olmasını zorunlu kılıyor.

Silva’nın görev süresinin ocakta doluyor olması da sorunun bir diğer boyutu. Eğer Cumhurbaşkanı Silva seçime kadar sol koalisyonun kurulmasına izin vermezse, Cumhurbaşkanlığı seçimi sol partiler için hükümete gelme yolunda mutlaka kazanılması gereken bir seçim haline gelecek. Görevinde 2 dönemi dolduran Silva, bu seçimde aday olmayacak. SP’den iki, diğer iki sol partiden ise birer siyasetçi şimdiden Cumhurbaşkanlığı adaylığını ilan etmiş durumda. Ancak Silva’nın, görevi bırakmadan önce bir teknokratlar hükümeti ataması da olasılıklar dahilinde. Ancak görev süresinin sonuna gelmiş Silva’nın böyle bir hamle yapmasının toplumda daha fazla tepki uyandıracağı kesin.