Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir: Sol kendi sözünü yüksek sesle söylemeli

CAN UĞUR

Ekim Devrimi 100. Yılı Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın birçok yerinde anıldı. Söz konusu Ekim Devrimi olunca anmanın yeterli olmadığı onu bugünün dünyasında anlamak gerektiği fikri öne çıkıyor. Dünyanın önde gelen Marksist kuram dergilerinden Monthly Review Türkiye’nin Editörü ve Yayın Kurulu Üyesi Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir’le derginin Ekim Devrimi sayısını ve bu bağlamdaki güncel tartışmaları BirGün Pazar için konuştuk

»Ekim Devrimi sizce bugün ne anlama geliyor?
100. yılında Ekim Devrimi’ni yeniden değerlendirmek yalnızca anımsamak değil; aynı zamanda insanlığın en büyük çabasını yarına taşıyacak teorileri ve pratikleri sahiplenmek anlamına geliyor. Devrim’i selamlamak, 21. yüzyılda sosyalizmi yeniden talep etmek ve inşa etmek anlamına geliyor.

Ekim Devrimi’nin tılsımının, içinde gizlediği üç M’de saklı olduğunu söyleyebiliriz: Mücadele, Mecburiyet ve Meydan Okuma. Dolayısıyla, Ekim Devrimi, sosyalizm mücadelesini barındıran bugün ve sosyalizmin yeniden kuruluşuna tanıklık edecek yarın için mücadele, tarihsel mecburiyetler ve kapitalizme meydan okuma anlamına geliyor.

Ekim Devrimi ve sosyalist deneyimler kapitalizmin egemen olduğu bir dünya sisteminin yanı başında mülkiyet ve bölüşüm ilişkilerini tümüyle değiştiren bir mücadele ve meydan okuma olarak gerçekleşti. Dolayısıyla milyonlarca emekçi için bugün “imkansız hayaller” olarak görülen ömür boyu istihdam, emeklilik, bedelsiz sağlık, eğitim ve barınma sağlayan ve işsizliğin olmadığı kapitalizm dışı bir hayat anlamına geliyor.

Ekim Devrimi, her şeyden önemlisi, bugün “ne istemediğini bilen” fakat “ne istediğini kapitalizmin sınırları içine hapseden” sol siyaset için kerteriz noktasıdır. Ekim Devrimi, 21. yüzyılda sosyalizm tartışması için üç başlıkta önemli dersler ve kazanımlar anlamına geliyor: Devrimin teorik temelleri, devrimci özneye ilişkin kavrayışı ve devrime doğru yürüyüş stratejisi.

Yüz yıl önce devrim, işçilerin yalnızca büyük hayaller kurma kapasitesi olduğunu değil, aynı zamanda bu hayalleri gerçekleştirme güçlerinin de olduğunu gösterdi bizlere. 21. yüzyılda yine bu hayallere ve bu hayalleri gerçekleştirme gücüne sahip olmak, devrime gönderebileceğimiz en içten selam olacaktır.

Tarihsel olayları, bütünlük içinde değerlendirmeliyiz
»Tarihe yön veren olayları Marksist bir perspektiften anlamanın yolu nedir? Yöntem nasıl olmalı sizce?

Bu soruya verilecek cevap öncelikle Marksizm’in yaslandığı felsefi gelenek ve yöntem içinde düşünülebilir. Çünkü her bilimsel yaklaşım/kuram dünyayı anlama ve açıklama bakımından temel görüş açılarına ve belirli pozisyonlara sahiptir. Marksizmin de bu anlamda tarihsel maddeci olduğunu söyleyebiliriz.

Tarihsel maddecilik, tarihe yön veren olayları tarihsel ve toplumsal bağlamı içinde ele alır. Tarihsel olayları, bugüne ve yarına kalan kazanımları, dersleri ve sundukları perspektifleri ile kavrar. Yalnızca anlamayı ve açıklamayı değil, bugünü ve yarını kurmaya dair praksis felsefesini de barındırır.

Tarihsel maddeci yaklaşım, tarihsel olayları kronolojik bir anlatım halinde aktaran, tartışmaları siyasal/yasal/iktisadi düzenlemelerle sınırlı tutan, olayları toplumsal-siyasal süreçlerden ayrı bir kulvarmış gibi değerlendiren yaklaşımların sınırlarını genişletmeye imkân tanır.

Dolayısıyla tarihsel olayları iktisadi, siyasal ve ideolojik yapıların bütünselliği içinde değerlendirir. Süreci salt iktisadi ya da salt siyasal bir nitelikle değil, toplumsal bir oluşum olarak değerlendirir. Ayrıca tarihsel maddeci yaklaşım, tarihsel olaylardaki yapı-özne ilişkilerini birlikte kavrar.

Ekim Devrimi de böyle okunmalıdır. Ekim Devrimi’ni, devrimin emekçilere “getirdikleri” olarak değil, emekçilerin kendi mücadeleleri ve talepleri ile devrime kazandırdıkları tohumlar olarak ele almak gerekir. Dolayısıyla, bu süreç devrimin emekçilere “lütfettiği” tek yönlü bir ilişki değildir. Karşılıklı diyalektik bir süreç içinde emekçilerin kendi köklerini devrime ektikleri bir niteliğe sahiptir.

»Dergideki yazılara bakıldığı zaman da görebiliyoruz, ezberci ve şabloncu bir analiz yerine eleştirel-geliştirici bir yöntem var. Bu kısmı biraz açar mısınız?
Ezberci-şabloncu analizin yerine eleştirel-geliştirici yöntem olarak ifade ettiğiniz konu oldukça önemli gerçekten. Ezberci-şabloncu analiz, Ekim Devrimi’ne dair geçmişte kalmış olayları sıralamak ve aktarmaktır. Diğer yandan eleştirel-geliştirici yöntem ise devrimden sosyalizm mücadelesi için bugüne ve yarına kalanlar üzerine düşünmek demek aslında. Bunun biraz önce bahsettiğimiz tarihsel maddeci tutumla da doğrudan ilişkisi var.

Eleştirel-geliştirici yöntem, devrimin bıraktığı dersler kadar bugüne devrettiği gelecek ufkunu da kapsar. Devrimin bıraktığı dersler üzerine düşünürken sosyalizm yürüyüşünün nerede, nasıl ve hangi nedenlerle kesintiye uğradığını ve zaferin yarım kalmasının özgün nedenlerini, tarihsel, toplumsal ve yapısal koşullar içinde değerlendirmeliyiz. Bugüne devrettiği gelecek ufkunu düşünürken ise, devriminin teorik temellerini, devrimci özneye ilişkin kavrayışını ve devrime doğru yürüyüş stratejisini yeniden tartışmalıyız.

Ekim Devrimi, 21. yüzyıl sosyalizminin teorik temelleri için merkeze alacağımız temel kavramların altını çiziyor: sömürü, üretim ilişkileri, emperyalizm ve sınıf mücadelesi gibi.

Ekim Devrimi, 21. yüzyılda sosyalizm mücadelesine devrimci özne olarak halk sınıflarını çağırıyor. Devrimci özne tartışması, proleterleşmenin yeni görünümleri ve bileşenleri üzerine düşünmek bir anlamda. Bu noktada sınıfın siyaset alanında kendini çıplak biçimde göstermediğini, sınıfsallığın kültürel, siyasal ve ideolojik öğelerle bir arada oluştuğunu biliyoruz.
Ekim Devrimi, 21. yüzyılda sosyalizme doğru kapitalizmi aşacak stratejiler ve mücadele yöntemleri sunuyor bize. Sosyalist strateji tartışmalarında, kendiliğindenlik, kolektif irade, karşı hegemonya ve sınıf bilinci gibi kavramları yeniden ele almalıyız. Sosyalist strateji tartışmalarını, komite, konsey, sovyet deneyimlerinin analizleri ve halk-hareket-parti değerlendirmeleri ışığında yürütmeliyiz.

Ekim Devrimi, 21. yüzyılda sosyalizmine giden yolda yoldaşlığın içeriğine dair önemli tartışmalar açıyor. Devrimde görülen yoldaşlık, ortak bir yaşam ve ülke kurmak için uzun bir yola birlikte çıkmaktır. Bu yolda yan yana, sadakatle ve fedakarlıkla yürümektir. Devrimde görülen yoldaşlık birçok değer taşıyor: Sorumluluk, irade, kararlılık, alçakgönüllülük ve toplumsal olana sadakat. Bugün sosyalist siyasete liberalizmden sızan aktivizm, sosyal medya aktivizmi ve bireysel sorumluluk oldukça sorunlu ve hatta tehlikelidir. Dolayısıyla, uzun bir yolda birlikte yürümek için toplumsal sorumluluğu, iradeyi, kararlılığı ve alçakgönüllülüğü yeniden var etmeliyiz.

“Biz işçi kadınlar, Ekim Devrimi’nden sonra ancak güneşi gördük.” Ekim Devrimi’nin ardından bir işçi kadın Pravda’ya yazdığı mektupta böyle diyor. Devrimin ufkunu göstermesi açısından çok belirleyici bence. Devrime eleştirel-geliştirici yöntem ile baktığımızda, devrimin uzak bir ihtimal ya da imkansız bir ütopya olduğunu düşünmeyiz. Yaşama ve geleceğe dair heyecanımızı yitirmeyiz. Marx’ın sözünü hatırlarız, “Kitleleri sardığında teori, gerçek maddi güce dönüşür.” Devrimden bugüne ve yarına kalan ise güçlü teorik, politik ve pratik birikimimizle, hep birlikte güneşi zapt edebileceğimizdir.

prof-dr-gamze-yucesan-ozdemir-sol-kendi-sozunu-yuksek-sesle-soylemeli-404634-1.

Sola mecburuz
»Türkiye’nin içerisinde bulunduğu süreçte muhalefeti nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’deki muhalefetin durumunu değerlendirirken şöyle bir vurgu önemlidir diye düşünüyorum. Ekim Devrimi, “hedeflenen”, “beklenen”, “tahmin edilebilir”, “tahmin edilemez” sonuçları ile dünya gündemini uzun süre belirlemiştir ve dünyayı sarsmıştır. Bugün Ekim Devrimi, varlığıyla değil yokluğu ile dünyayı sarsıyor. Diğer bir deyişle, bugün yokluğu ile yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada muhalefet hareketlerinin “kapitalizmin sınırları içine hapsolmasına” neden oluyor.

Türkiye’de sosyalist solun özellikle son yıllarda kendini konumlandırırken yaşadığı kimi sorunlardan bahsetmek gerekiyor. Sosyalist solun önemli bir kısmının kendini kurarken bağımsız ve net bir söyleme sahip olup olmadığı uzun süredir tartışılıyor. Sosyalist solun tarihsel olarak sahip olduğu ve içinde geliştiği kuramsal ve kavramsal dayanakların günümüzde giderek belirsizleştiği ve bulanıklaştığı söylenebilir. Bu bulanıklık içinde sosyalist siyaset kendisini kimi zaman Kürt siyasal hareketi ile ilişki üzerinden, kimi zaman burjuva-demokratik taleplerinin genişletilmesi üzerinden, kimi zamansa AKP-OHAL karşıtlığıyla sınırlı bir muhalefet anlayışı üzerinden kuruyor. Elbette bunlar güncel ve yakıcı siyasal sorunlar ve elbette sosyalist solun bu konularda söz söylememesi düşünülemez. Buradaki problem, söz konusu başlıkların sosyalist solun kendi yolunda yürürken verdiği mücadelelerin ürünü olmayıp, sola kendi bedenini sunan unsurlar halini almasıdır. Bunlar olmasaymış bir diyeceği kalmazmış gibi ifade edilen bir solculuk, karşıtlıklar ve karşı çıkışlar üzerinden yürütülen bir muhalefet…

Bugün gericilikle yoğrulmuş bir neoliberal baskı rejimi toplumsal yaşamın her alanında şiddetini arttırırken, “gelir ve gelecek eşitsizliği” herkesin en temel sorunu haline gelmişken, sosyalist solun önemli bir bölümü başkalarının sorduğu sorulara başkalarınca verilen cevapların oluşturdu��u bir alanda siyaset üretiyor. Bu siyaset alanında ise kendi sözünü olabildiğinde temkinli, kontrollü söylüyor, renksizleşiyor ve solgunlaşıyor. Toplumun yüzde ellisi sosyalist solun benimsediği stratejinin muhatabı olarak siyasi müdahale ufkuna girebilmiş, herkes kadar endişeli, herkes kadar kaybetmiş diğer yüzde elli içinde yer alanlar hepten yitirilmiştir. Sanki temel çelişki “her ikisinin de kahir ekseriyeti ‘kaybedenlerden’ olan” bu iki grup arasında gerçekleşmektedir.

Sosyalist solun önemli bir bölümü, bilgisini, konumunu, hızını, vitesini ve dahi ivmesini kendisine yabancı ellere devretmiş olarak, önüne konulan çekişme ve tartışma konularının içerisinde bir uçtan diğerine savruluyor. Yataklarını aşıp da bitek ovalara dalan derecikler misali bir gün bir yere, başka bir gün başka yere akıp yer değiştiriyor.

Bugün yapılması gereken sosyalist solun kendi sözünü yüksek sesle ve özgüvenle söylemesidir. Bugün sözümüzü söylemezsek bu memleketteki devrimci mirası yarına aktaramayacağız. Sosyalist solun nasıl bir ülke istediğine dair taleplerini ve isteklerini yüksek sesle söylemesi demek kendisini günlük yakıcı siyasi sorunlardan azade soyut bir alana çekmesi değildir. Diğer bir deyişle, ihtiyacımız, yüksek liberalizmin hassasiyetlerine sarılıp, emekçilerin gündelik hayatlarına müdahil olamayan “vicdanlı” bir sol değil, sosyalist bir hattan bu ülkede nefes alan emekçilerin yüreğinden gündemi çözümleyen ve müdahale eden bir soldur.

Sosyalist solun akıllara ve yüreklere seslenecek bir siyaseti yükseltmesi çok ama çok önemli. Bugün memleket genelinde gelir ve gelecek eşitsizliğinden muzdarip, gericiliğe karşı duran, Anadolu aydınlanmacılığının kazanımlarının yitirilmesine tepki duyan, çocukların eğitimi, gençlerin yarınları ve kadınların hakları konularında kaygıları her geçen gün artan ve ahlaki öfkesi gittikçe biriken geniş bir kitle var. Sosyalist sol bu kitleyi, bu kitledeki varlığı, bu varlıktaki imkanı görmelidir. Dolayısıyla, sıradan ve sahici insanların gerçek problemlerine çözüm ya da dayanışma odağı olabilmek için, muhakkak anti-emperyalist, mutlaka anti-kapitalist, her daim cumhuriyetçi ve laik bir siyaseti özgüvenle sahiplenmelidir.
Sözün kısası, “hayır, başka türlü olmayacak. Biz bağımsız sosyalist sola mecburuz.”