"TMSF’nin kontrol ettiği sermaye bloku Türkiye’nin en büyük holdingleriyle mukayese edilir seviyeye gelmiş. Krizler iktidarları otomatik olarak değiştirmez, baskıcı rejimleri güçlendirebilir. 2016’nın ilk 9 ayında Türkiye’deki rezerv artışı kayıt dışı para ile olmuştur" Prof. Dr. Korkut Boratav anlattı...

Prof. Dr. Korkut Boratav: Kriz Erdoğan'ı götürmeyebilir

Prof. Dr. Korkut Boratav, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krizi değerlendirdi. Boratav, Türkiye’nin ‘bağımlı’ olduğu yabancı sermayedeki kaçışın 2017’de de sürmesi halinde ekonomik küçülmenin sert bir krize dönüşebileceği uyarısında bulundu ve ekonomik KHK uygulamaları ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemlerinin sermaye kaçışını hızlandırdığını söyledi.

Cumhuriyet gazetesinden Kemal Göktaş‘ın sorularını yanıtlayan Boratav’ın sözlerinden satır başları şöyle:

‘SERMAYE GİRİŞLERİNE BAĞIMLI EKONOMİ’

-Türkiye gibi ülkelere, bugünkü yaygın iktisat söyleminde “yükselen piyasa ekonomileri” deniliyor.Ben, “çevre ekonomileri” terimini yeğliyorum. Hangi yıla bakarsak bakalım, her yıl Türkiye’ye giren yabancı sermaye, Türkiyeli şirketlerin, bankaların ve bireylerin (rantiye diyelim) yurt dışına taşıdıkları sermayenin birkaç misli üstündedir. Kriz yılları haricinde, çünkü krizde tersine döner bu hareketler. Türkiye, son yıllarda her yıl 10 milyar doların üstünde, mesela 2015’de 14 milyar dolar civarında kar ve faiz transfer etmiştir ülke dışına. Aynı yıl, Türkiyeli aktörlerin ülke dışından aktardıkları faiz, kâr ise 4.5 milyar dolardır. Çünkü giren sermaye çıkan sermayeden fazla. Dolayısıyla Türkiye, sermaye girişlerine bir hayli bağımlı bir ekonomidir.

‘MOODY’S KREDİ NOTUNU ÇÖPE ÇEVİRDİ’

-Öyle anlaşıldı ki siyasi iktidar, hükümet ve Cumhurbaşkanı, bir darbe girişiminin sınırlarını aşan bir söylem uygulama geliştiriyor. Eylül’ün 23’ünde, Moody’s, Türkiye’nin kredi puanını çöp düzeyine indirdi. Moody’s ‘in muhatabı kısa vadeli fon yöneten sıcak para yatırımcılarıdır. Moody’s ile birlikte yanında 3 derecelendirme kuruluşundan ikisi Türkiye’nin puanını yatırım yapılamaz konumuna getirirse, büyük kurumsal yatırımcıların o ülkeye yatırım yapmamaları gerekir. Bu temel bir ilkedir. Büyük yatırımcılar, fon yöneten dev yatırım şirketleri, uluslararası kurumlar, mesela Dünya Bankası gibi kuruluşlar, Harvard gibi büyük üniversiteler…

KREDİ NOTU GİTTİKÇE DÜŞTÜ

-Moody’s, Standard and Poor’s ve Fitch var. S&P’ye göre Türkiye yatırım yapılamaz konumdaydı, Fitch yatırım yapılabilir statüdeydi. Moody’s çöpe dönünce üçünden ikisinin Türkiye puanı negatif oldu. Bu tedirginlik IMF’de bile var. IMF Ana Sözleşmesi’nin 4. maddeye bağlı olarak üye ülkelere her yıl ekonomik rapor hazırlanır. Bu yıl gelen heyetin raporunda da benzer bir endişe var: ‘Maliye hesaplarında onay ve açıklık gereklidir. Kamu özel ortaklık portföyüne bağlı güvenceler Maliye’nin yükümlülükleri de artmaktadır.’ Burada şöyle bir uyarı ortaya çıkıyor. Bizim ülkeye yatırım yapan finans çevreleri için en sağlam yatırım aracı devlet tahvilleridir. Yani, yüzde 9 – 10 civarında getiri getiren devlet tahvillerine para bağlarsanız, devletin batmayacağı kesin gözle algılanıyorsa, kamu hesapları fazla açık vermiyorsa, rahatlıkla yatırım yapabilirsiniz. Türkiye’nin AKP döneminde en çok itinayla izlediği politikalardan biri bütçe açıklarını frenlemek olmuştur. Bu doğrultudaki önlemlerin en önemlisi vergi yükünün, daha çok dolaylı vergilerle yüksek tutulmasıdır.

DARBE GİRİŞİMİ SONRASI

-…Buradan şu soruya geliyoruz: Türkiye nereye gitmek istiyor? Büyük bir siyaset kayması başka çöküntüler getirir. Mülkiyet hakları sorununu yeniden gündeme getirir. Bu söylemler de da açıkçası Türkiye’nin şu anda finans kapital açısından fazla güvenilir bir ortam sağlamadığının sinyallerini veriyor. Sermaye hareketleri açısından ne oldu? Temmuz’daki çıkış, Ağustos’ta telafi edildi fakat Eylül’de yabancı sermaye 2.7 milyar dolarlık net çıkış gösterdi. Dikkat edin; girişte yavaşlama değil, net çıkış… 12 ay öncesine bakın. Yarım milyar dolar sermaye girişi var. Fazla değil ama pozitif giriş. Net sermaye çıkışları sürerse ne olur? Türkiye’nin başına 2008 ve 2009’da ne geldi, hatırlatalım.

2008 KRİZİ TEĞET Mİ GEÇTİ?

-Başbakan Erdoğan ‘teğet geçti’ dedi. Teğet geçti söylemi de ekonomi medyasının zafiyetinden ötürü doğruymuş gibi algılandı. Şimdi size gerçek sayıları söyleyeceğim. Kriz Türkiye’yi Ekim 2008’de vurur. Yani net sermaye çıkışı 2008’in son 3 ayında başlar ve 2009’un da ilk 9 ayında devam eder. 12 aylık bu dönemde Türkiye’den 10.9 milyar dolar yabancı sermaye net çıkış göstermiştir. Peki önceki 12 ayda ise 75.7 milyar dolar net giriş vardır. Türkiye’deki gibi bir ekonominin krizlerden nasıl etkilendiğinin tipik örneği burada. 75.7 milyar dolarlık giriş, 10.8 milyar dolarlık çıkışa dönüşüyor. Toplayın ikisini, aşağı yukarı 87 milyar dolar civarında bir şok getiriyor ekonomiye. Sermaye hareketlerinde tersine dönüşün ima ettiği şokun büyüklüğü, 2008 milli gelirinin yüzde 10.4’ü oranındadır. Çok sert bir şok. Sonuç, 2008’in son 3 ayı ile 2009’un ilk 9 ayının milli gelir rakamlarına bakın, 12 ay öncesinin rakamları ile mukayese edin, 7.9 oranında küçülmedir. İşte Tayyip Erdoğan’ın ‘teğet geçti’ vurgulamasının yanlışlığını iki yılın uygun aylarına baktığınız zaman, şokun büyüklüğü ile birlikte görüyorsunuz…

ULUSLARARASI SERMAYENİN MÜDAHALESİ İLE

-Çünkü finansal sistemi, bankaları sarsmadı. Mesela 2001 krizinin hemen arifesinde bankaların yabancı bankalara olan borçları Hazine güvencesi altına alındı. O kriz, finansal sistemi bankaları sarsmıştı. 2008-2009 krizi, finansal çöküntüye yansımadı. İşsizlik arttı; istatistiklere yansıdı ama yumuşak yansıdı. O iki yılda tarıma çok fazla göç veriyor Türkiye. Yani işsizlerin önemli bir bölümü köye geçince tarımsal istihdam artmış görünüyor. Şehirdeyken ev kadını olan kadın, tarıma ailesiyle beraber geçince istihdamda görünür. Medyanın söyleminde de kriz olgularının tam algılanmadığını biliyoruz. 2009 Mayıs’ta Başbakan’ın söylemine rağmen krizin sertliği algılandığı için IMF’yle müzakereye başladı hükümet. Tam bir anlaşmanın eşiğindeyken FED’in ve Avrupa Merkez Bankası’nın likidite genişlemesi Ekim 2009’da Türkiye’yi rahatlattı. Yani kriz algılaması hafiftir ama nesnel olgular ağırdır.

‘NEREYE GİDİYOR BU ÜLKE DİYE SORULACAK’

Yabancı sermaye için mühim olan, “benim yatırım yaptığım şirket niçin birden bire kayyum altına verildi ve TMSF’ye devredildi” sorusudur. Bütün amacı kısa vadede yüksek getiri sağlamak isteyen, sıcak para kaynakları için bu bir şoktur. Onlar için hapisteki gazeteciler, işte cezaevine konulan seçilmişler ve işlerinden uzaklaştırılan devlet memurları tali bir meseledir. Mülkiyet haklarına uzanan bir tehdit ise affedilmez. Hükümetin ekonomik KHK uygulamaları, Cumhurbaşkanı’nın söylemi hiç yardım etmiyor bu olumsuz algılamalara; hatta bunları kışkırtıyor. AB eleştirilerinin, söyleminin sertleşmesi de adeta çifte kavrulmuş etki yapacak Türkiye aleyhindeki ortama. ‘Nereye gidiyor bu ülke?’ diye sorulacak.

‘TMSF’NİN SERMAYESİ HOLDİNGLE MUKAYESE EDİLİR’

Galiba TMSF’nin kontrol ettiği sermaye bloku Türkiye’nin en büyük holdingleriyle mukayese edilir seviyeye gelmiş. İşte bu ciddi bir problemdir. Ortada kendisini sınırsız iktidara taşıma gündemine tutkun bir Cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı bu hedefe giderken şu andaki muhatabı, kitle tabanıdır, kamuoyudur, seçmenleridir; uluslararası sermaye değil… Yanı başında, dünyada olup biteni daha yakından izleyen Mehmet Şimşek gibi kişiler, bu söylemi frenleyebildikleri ölçüde finans kapital teskin olabilir. Rejim mühim değildir; mülkiyet haklarına ve küreselleşmeye angajmandır sermaye için önem taşıyan…

NATO’DAN KOPUŞ SANCILI OLUR

NATO’dan gerilimler içinde kopmuşsanız, her türlü yaptırıma hazır olacaksınız. Ortadoğu’da şu andaki maceraperest eğilimler ABD, CIA, Pentagon ile dirsek teması içinde sürdürülüyor. Diyelim ki o dirsek teması koptu, NATO bağlantısı da koptu, ondan sonra ne olacağını bilemeyiz. Ölçüsüz bir Ortadoğu macerasının öncülüğü içinde ülke çeşitli beklentilere hazır olmalı… Ama bu çok ekstrem bir örnek. NATO’dan çıkma gibi bir şeyi gündemde görmüyorum. Şangay Beşlisi üyeliği dahi, AB ile var olan bağlantılara aykırı değildir. NATO’dan koparsan iş değişir; başka bir anlam kazanır. Zaten size ‘buyurun gelin’ diyecekleri de şüphelidir. Şangay Beşlisi tevatürü, bence, Cumhurbaşkanı’nın iç kamuoyuna dönük destek kazanma söylemlerinden biridir. Dünyaya meydan okuyor. En ekstrem önerileri getiriyor. Ama, NATO’dan çıkış söylemde de, gündemde yok…

‘KAYIT DIŞI PARA GİRİŞİ’

2016’nın ilk 9 ayına bakın. Düşmüştür ama çok ilginç, Türkiye’deki rezerv artışı kayıt dışı para ile olmuştur. Ben bunu defalarca dile getirmiş iktisatçılardan biriyim. Merkez Bankası dünyadaki kayıt dışı para hareketlerini inceleyerek dolaylı bir cevap vermiş oldu. ‘Bu kayıt dışı para hareketlerinin toplamı zaten yüksektir’ dedi. Biz vurguluyoruz ki, ‘sistematik olarak artı olması söz konusu Türkiye’de.’ Mühim olan sistematik artı, kayıt dışı para girişi olmasıdır. Bu akla ne getiriyor? Bu paranın Körfez kökenli olduğunu varsaymak durumundayız. Bu konu benden çok sizi ilgilendirir. İnceleyin bulun, dedektiflik yapın. Wikileaks gibi arşivlere girin, arka kapıdan ön kapıdan, Türkiye’den Suriye’ye giren çıkan silah, mühimmat, şahısların finansmanı kimin tarafından üstleniliyor? Kimler ne kadar pay, komisyon alıyor? Hükümet çevrelerinin Körfez ülkelerine yaptığı ziyaretlerin bir dökümünü yapın. kurulan özel ilişkilerin yarattığı nemalar, akımlar, nasıl kayda geçmemiş tir? Başka türlü bir açıklama görülmüyor.

TÜRKİYE ORTADOĞU ÖLÇÜLERİNE KAYABİLİR Mİ?

Şuraya geliyoruz: Arka bahçesini, yani Ortadoğu’nun karanlık coğrafyasında olup bitenleri iyi bilen, izleyen bir siyasetçi olarak Cumhurbaşkanı kendini sağlam hissediyor olabilir. Batı sermayesinden gelecek şokları tamamen değilse bile kısmen belki de büyük ölçüde telafi edecek kaynak akımlarına mı güveniyor? Başkanlık konumuna geçerse Batı’dan gelen olumsuz şok, Körfez’e yaslanarak telafi edilebilir? Bakış açısını öngöremem. Suudilerin ve Katarlıların da yakın müttefikleri olan Batının bakış açısı da önemli. Türkiye de OrtaDoğu ölçütlerinin uygulandığı ülke kategorisine niçin kaydırılmasın?

‘ÜNİVERSİTE ORTAMI 12 EYLÜL’DEN DAHA AĞIR’

Bir kere, bugünkü ortam 12 Eylül’den daha ağır. Örnek olarak, üniversite… Ben, 12 Eylül’de 1402 sayılı kanun uyarınca, sıkıyönetim komutanının talimatı ve rektörlükten gelen bir yazıyla 23 .5 yıllık hizmet sonunda üniversiteden uzaklaştırıldım. Bir daha kamu hizmetinde çalıştırılmamak şartıyla. Ancak özlük haklarım korunarak. 1.5 yıl dışardan SSK’ya prim yatırıp Emekli Sandığı’ndan emekli de olabildim. Şu anda üniversitelerden ve devlet memuriyetinden uzaklaştırılan kişilerin, 12 Eylül’de bize tanınan hukuki güvenceleri olduğunu zannetmiyorum. Meslektaşlarımızdan emeklilik dilekçesi verenlerin kabul edilmediği örnekleri de duydum. Sıkıyönetim döneminde idari yargıya başvurmak mümkündü. İdari yargı durumu yorumladı; yorumları değiştirdi; sıkıyönetim kalktıktan sonra, geri döndük. Şimdi bu tür güvenceler yok. Sayılar da çok arttı. 12 Eylül’de görevden uzaklaştırılan kamu personelinin sayıları bellidir. Kanun hükmünde kararnameler sıkıyönetim rejiminin ötesindedir. Keyfi gözaltıları da bir yana bırakıyorum.

KRİZ ERDOĞAN’I GÖTÜRÜR MÜ?

“Kriz gelir Erdoğan gider” beklentisi yanlıştır. Krizler iktidarları otomatik olarak değiştirmez; hatta halk sınıflarının örgütsüz, zayıf olduğu, işsizliğin, sefaletin yaygınlaştığı ortamlarda baskıcı rejimleri güçlendirebilir. “İnsan insanın kurdu” olabilir. Komşular rakip görülür; ihbarcılık yaygınlaşır. Emperyalizme umut bağlamak şaşkınlıktır. Mülkiyet haklarının güvence altında olması yeter; uluslararası sermayenin bir demokrasi önceliği yoktur. Önemli olan her aşamada artan baskılara karşı mücadele etmektir.

Trump’ın gelişi ile AKP’nin iktidara gelişi arasında da benzerlik vardır. 2001 krizini IMF tarafından yöneten bir siyasi iktidara halk sınıflarının tepkisi, hatta nefreti sonunda, DSP, ANAP, MHP koalisyonu, 2002 seçimlerinde DYP ile birlikte parlamentodan tasfiye edildi. Trump’ı da iktidara getiren etken Amerikan halkının küreselleşemeye tepkisidir. Bu benzerlikler, iki siyasetçiyi birbirine niçin yakınlaştırmasın?

‘CUMHURİYET’İ SAVUNMAK DEMOKRASİ İÇİN ÖNCELİK’

Böyle bir ortam kapsamlı, kolektif muhalefeti gerektirir. Türkiye’nin bu uygulamalara karşı direnecek muhalefet çevresini birleştirebilecek iki tema var: Birincisi, İslamcı faşizme geçişin kritik eşiği olan Başkanlık sistemine ödünsüz muhalefet, ikincisi ise Cumhuriyet değerlerini (başta laikliği) savunmak… Bu ortak muhalefet hedefinde birleşebilecek çevrelerde, milliyetçi ve liberal iki uç var. Değindiğim ortak hedeflerde birleşmeleri mümkün; ancak anlaşamayacakları geniş bir alan da var. ,

CHP sonuna kadar ve ödünsüz cumhuriyet değerlerinin savunmasını yaparsa, Başkanlık rejimine ödünsüz karşı çıkarsa fiilen birleştirici bir etki yaratabilir. Ancak, lider kadrosunu ağır bir baskı altında tutan, “olası saldırılara karşı peşin savunma alma” saplantısından, kompleksinden arınmak şartıyla. Örneğin, laikliğe karşı her ihlali, kadın haklarına yönelen tüm gerici saldırıları “anayasaya, insan haklarına aykırılık” nedenleriyle kamuoyuna, adliyeye taşıyacak bir militan pozisyonu benimsemesi, kendisine felce uğratan patolojik çekingenliği aşması şartıyla… Sonuna kadar Cumhuriyetçi değerleri savunmak bugünün koşullarında demokrasiyi savunmanın ön-koşulu olacaktır.

Örneğin CHP, herhalde, KCK uygulamalarında terör bahanesiyle milletvekillerine, seçilmiş yerel yöneticilere dönük saldırıların, çok daha kapsamlı bir dizi saldırının provası olduğunu; dolayısıyla bu uygulamalara karşı çıkmanın bir öz-savunma öğesi taşıdığını fark etmiştir. Bu algılama, CHP’yi komplekssiz olarak insan hakları ihlallerine karşı mücadele platformuna çekecektir; çekmektedir. Böyle bir cephenin uçlarının, ortak hedefe dönük mücadele içinde kendi öz programlarını askıya almaları beklenir diye düşünüyorum.

‘BAŞKANLIĞA GEÇİŞLE FAŞİZME GEÇİŞ TAMAMLANIR’

Başkanlık rejimine giden her adımı bütün yöntemlerle önlemeye çalışması lazım muhaliflerin. Samimi kanaatimi söyleyeyim. Başkanlık rejimine geçtiği andan itibaren faşizme geçiş tamamlanmıştır. İktidarı değiştirmek imkansızdır. Bunu Latin Amerika’da gördük. Paraguay’dan başlayarak Küba’ya, yakın dönemde Peru’ya bakınız… Türkiye de bu örnekleri izler. Geriye dönüş yoktur. Başkanlık rejimine geçişin önlenmesi kritik bir kazanımdır. Bu öncelik Cumhuriyetçi bir muhalefetin ekstrem uçları dahil, herkesi birleştirebilir. Cumhuriyet değerlerine yapılan saldırının da, siyasi İslamcılığa angaje olanların dışında herkesi birleştirmesi gerekir. HDP için önemsiz midir acaba? HDP’nin farklılığını yaratan o değil mi?