Kuruluşundan 60 yıl sonra, Türkiye İşçi Partisi’nin tarihi radyo konuşmaları gün yüzüne çıktı. Türkiye solunda eksikliğini hissettiğimiz şeyler, proletaryanın büyülü kutusunda kalmış meğer, diye düşünesi geliyor insanın kitabı okuyunca.

Proletaryanın büyülü kutusu

PINAR ŞENEL

Radyonun, mekânın baş köşesinde olduğu yıllara gidelim. Okuryazarlık oranı düşük. O nedenle başlıca haber ve bilgi kaynağı ‘kağıtsız gazete’ olan radyo, ki o da devlet radyosu. Arkası Yarın ve Ajans (Haberler) saatinde radyo alıcısı, aileler için bir buluşma noktası. Takvimlerin 1961’i gösterdiği yıl, Türkiye’de Anayasa Referandumu var. Radyoda 15’er dakika yapılacak propaganda konuşmaları saatinde ilk defa Türkiye İşçi Partisi de yer alıyor. Yakın gelecekte siyaset denizini çalkalayacak olan TİP’in, o zamana kadar devletin mülkü gibi görülen ve taraflı yayınlarla öyle de kullanılan radyodan halka seslenecek olması, bir ilk. Parti kurucularından Sina Pamukçu ve Kemal Türkler bu milâda imzasını atan ilk iki konuşmacı.

Tarih 1963’e geldiğinde bu kez yerel seçimler var. Köy buluşmaları, kahvehane toplantıları, belediye hoparlörlerinden seslenişler… Ama en etkilisi, radyo konuşmaları! Kasım ayında bir gün, Trabzon’un Meydan semtinden parka doğru yürüyen bir genç, çarşıdaki dükkânların birinden yükselen sesle irkilir. “İşçim, köylüm, esnafım, dar gelirli kardeşim” seslenişi radyodan duymaya alışkın olunan bir şey değil. “Genç kardeşim, gel beni dinle. Sana Türkiye’de dönen dolapların iç yüzünü anlatayım” dendiğini duyduğunda, doğrudan kendisine seslenilmiş gibi hissedip dikkatle dinlemeye başlar. Türkiye İşçi Partisi adına seslenen Av. Orhan Arsal’ın bu etkileyici konuşmasından tek etkilenen, Trabzon’un genç yerel gazetecisi Atilla Aşut değildir. Sonradan Cüneyt Gökçer de “Ben bile ancak bu kadar güzel okuyabilirdim” diyecektir. Yaşadığı deneyimin ardından Atilla Aşut, Trabzon’da Türkiye İşçi Partisi’ni arar; ama yoktur. Kalkıp İstanbul’a gider partiyi bulmak için. Gittiği gün Mehmet Ali Aybar’la tanışır genel merkezde. Sonrası… Trabzon’da TİP yoksa, onu bu gençten başka kim kuracaktır orada.

1961’de on iki sendikacı tarafından kurulan Türkiye İşçi Partisi, 1969’a kadar beş seçim ve bir referandum vesilesiyle, 43 konuşmacıyla 77 kez radyodan halka seslendi. En muhafazakâr evlerde bile dikkat ve ciddiyetle dinlendi. Devlet rahatsız oldu; seçimlerde Hazine yardımı verilmedi, komünizm propagandası yapıldığı iddiasıyla parti kapatılmak istendi. Köy ve şehir ağaları rahatsız oldu; TİP’liler linç girişimine varan şiddete maruz kaldılar. Ama “Namussuzlar kadar cesur olabilen namuslu insanlar” direndiler ve partilerine toplumsal meşruiyet kazandırdılar. 1965 genel seçimlerinde TİP’in Meclis’e 15 milletvekili göndermesi, siyasi hayatımızda tarih yazan bir başarı olarak kaydedildi.

60 yıl sonra, bu tarihî radyo konuşmaları gün yüzüne çıktı. Atilla Aşut ve Gökhan Atılgan, Yordam Kitap’ın desteğiyle, radyo konuşmalarına seçim bildirgeleri ve tanıklıkları da ekleyerek arşiv değeri büyük; içeriği heyecan verici bir kitap sundular: Proletaryanın Büyülü Kutusu.

Devlet radyosundan Türkiye İşçi Partisi adına emekçi halka seslenen üç kadına; Şekibe Çelenk’e, Nazife Cemgil’e ve Behice Boran’a adanan çalışmada Prof. Dr. Gökhan Atılgan’ın tarihsel arka plan ve olan şeyin anlamı üzerine kaleme aldığı ayrıntılı giriş makalesi kitap içinde kitap niteliğinde.

“Türkiye proletaryasının temsilcileri mikrofonlarının başına oturana kadar devlet radyosu Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar’ın Onuncu Yıl Marşı’ndaki dizesiyle ‘sınıfsız ve kaynaşmış bir kitle’ olarak Türk milletini ve Türk kimliğini oluşturmaya yarayan bir araçtı daha çok. Ama devlet radyosu, TİP sözcülerinin sesiyle milletin homojen olmadığını, kaynaşmış bulunmadığını, patronlar ve işçiler, ağalar ve marabalar halinde sınıflara ayrıldığını halka anlatan bir araç haline de geldi aynı zamanda.”

1960’ta nüfusun yüzde 68’i köylerde yaşıyordu. 15 yaş üzeri nüfusun yüzde 75’i tarım, ormancılık ve balıkçılıkta çalışıyordu. Bu tabloda, TİP’in seçim bildirilerinde ve radyo konuşmalarında toprak reformu ilk sırada geliyordu. Mücadelenin sert dili ve sınıfsal çelişkiler üzerine kurulu söylemleri nedeniyle büyük tepkiyle karşılandılar. Oysa 1960 Anayasası da, 37. maddesiyle, toprak reformunu öngörüyordu.

Türkiye İşçi Partisi için mücadele, bir bakıma İkinci Kurtuluş Savaşı’ydı. Yaşar Kemal’in deyişiyle “Cephede ve seçimde ‘vatandaş’, bunun dışında ‘taş’ olanlar; şehit atalarımızın kanıyla kazanılan topraklarda yalınayak, başıkabak dolaşanlar” bu sefer kanla, ateşle değil, bir tek oy ile katılacaktır bu savaşa.

“(…) Dev sülükler tarafından emekçilerimiz sömürülüyor. Avrupalı, Amerikalı şirketlerle bu dev sülükler ortak olmuşlar, bizi ‘sağ bire sağ’ ediyorlar. Bu yüzden memleket batıyormuş, varsın batsın, onlara ne! Onların İsviçre bankalarında paraları var. Onların ecnebi diyarlarında köşkleri, sarayları var. Onların bu memlekete yaptıkları kötülük, yaptıkları zulüm anlatmakla biter mi ki? Yurdumuz bunların sayesinde bağımsızlığını yitirdi. Koca Türk Milletini yarı esir durumuna düşürdüler. Petrolümüzü yabancılara, onlarla ortak olup peşkeş çektiler. Madenlerimizi peşkeş çekiyorlar. Yeraltı, yerüstü servetlerimizi nasıl sömürüyorlar, tarifsiz. (…)” Yaşar Kemal, 26.9.1965

Korkut Boratav, Yaşar Kemal ile Şekibe Çelenk’in konuşmaları hakkında “Türkiye’nin karanlık yılları artık son buluyor iyimserliğine savrulmuştum” diye yazacaktı daha sonra.

TİP adına seçim konuşmaları yapanlar içinde, Türkiye tarihinde ilk defa, bir halk ozanı, bir imam, bir muhtar, bir azap da vardır. 12 yaşında azap verildiğinde boyunun sabana bile yetişmediğini anlatarak başlayan Antepli Hamdoş’un (Hamdi Doğan) memlekette günlerce konuşulan, gazetelere manşet attıran 28.9.1965 tarihli konuşması, tıpkı Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Sadun Aren, Yaşar Kemal, Can Yücel ve Çetin Altan’ın konuşmaları gibi, kitapta verilen karekod aracılığıyla orijinal kaydıyla internet üzerinden dinlenebiliyor.

Türkiye solunda eksikliğini hissettiğimiz şeyler, proletaryanın büyülü kutusunda kalmış meğer, diye düşünesi geliyor insanın kitabı okuyunca. Kitleleri sağırlaştıran kakofoniden kendini ayırıp ‘bu çalan şarkı ne’ merakı gibi bizi peşine düşürecek sarsıcı bir seslenişe bugün dünden daha çok ihtiyacımız var.