30. Adana Altın Koza Film Festivali’nde sona yaklaşırken yarışma filmlerinden “Ceylin”in iki yönetmeninden biri olduğunu iddia eden Ozan Sihay’ın filmin gösterimi öncesi ve sonrasındaki protestoları geceye damga vurdu.

Protestolar rol çaldı
Ceylin film ekibi (Fotoğraf: Altın Koza)

Emrah KOLUKISA

Altın Koza protestoların gölgesinde hareketli saatler yaşadı Perşembe gecesi. “Ceylin” filmi ile ilgili tartışma aslında haftalar öncesinde başlamış ve Ozan Sihay’ın sosyal medyadaki iddiaları basında yankı bulmuştu. Sihay filmin iki yönetmeninden biri olduğunu ama emeğinin görmezden gelinerek adının filmin künyesinde daha aşağılara atıldığını söylüyordu.

Festival başlamadan önce Altın Koza Yürütme Kurulu başkanı ve ünlü oyuncu Menderes Samancılar ile yaptığımız söyleşide de bu konuyu konuşmuş ve Samancılar’dan şu yanıtı almıştık: “Bir filmin yönetmeni, afişi sanki biz değiştirmişiz gibi, itiraz ediyor... Bu tamamıyla yapımcıların kendi insiyatifinde olan bir şey. Sen bize filmin afişini, filmin künyesine göndermişsin, bunlar oynuyor, bunlar, bunlar, bunlar demişsin, biz de bunu uygulamışız.” Mesele yargıya taşındığı için taraflardan tam anlamıyla sağlıklı ve tatmin edici bir açıklama almak mümkün olmadı. Sihay’ın iddialarına karşı taraf, yani filmin yapımcıları ve künyede adı yönetmen olarak geçen Tufan Şimşekcan sessizlikle karşılık verdi. Yine de filmin Adana’daki gösterimi sırasında bazı protestoların olabileceğini hemen herkes tahmin ediyordu ve öyle de oldu.

Perşembe akşamı Ozan Sihay ve bir grup arkadaşı gösterim öncesi fuayede üzerinde kendi iddialarını dile getiren dövizler açarak ve alkışlarla ses çıkararak protestolarını yaptılar ve herhangi bir müdahale ile karşılaşmadan salona girdiler. Her biri yine aynı şekilde iddialarını dile getiren yazıların olduğu tişörtler giyen grup filmin bitiminde tüm ekip sahneye davet edildiğinde bir kez daha protestolarını başlatırken Ozan Sihay’ın da sahneye çıkmasıyla olay yeni boyut kazandı. Moderatörün mikrofonu verdiği Tufan Şimşekcan’ın ısrarla Ozan Sihay’ın adını telaffuz etmemesi salondaki gerilimi iyice tırmandırdı ve nihayet bir izleyicinin “Neden Ozan Sihay konuşturulmuyor?” sorusu üzerine Şimşekcan bizzat sahnenin diğer tarafına kadar yürüdü ve mikrofonu Sihay’a vererek onu alkışladı. Sihay bu kez sahnede de meramını kısaca dile getirdi ama tartışma salon dışında da devam etti ve protestocularla destekçileri dertlerini anlatmaya ve seslerinin kısılamayacağına dair itirazlarını dile getirmeye devam ettiler. Yılmaz Güney’in memleketinde, üstelik her şeyiyle Adana’yı anlatan ve Adanalılar tarafından çekilmiş bir filmin gösteriminde sinema belki geri plana düştü ama en azından şiddet ya da hakaret olmaksızın protestoların yapıldığı ve son tahlilde sinemanın üretimine dair bir meselenin tartışıldığı bir gece yaşandı.

Filme gelecek olursak; “Ceylin” bu coğrafyada çok uzun yıllardır çocuk yaşta hem çalışmaya hem de evlenmeye zorlanmaya kızların dramını beyazperdeye taşıyan ve bunu yer yer didaktik bir üslupla yapsa da izleyiciyi genel olarak duygusal düzlemde yakalayan bir film. Ulusal Yarışma’da belki ödül anlamında öne çıkmasa da ele aldığı konu itibariyle göz ardı edilmemesi gereken bir film “Ceylin” ama ben kendi adıma filme ilham olduğu söylenen ve yine aynı isimler tarafından çekilen “Mevsimlik Hayatlar” belgeselini daha çok merak ettiğimi söyleyebilirim.

Günün diğer yarışma filmlerine de kısaca değinmek gerekirse; henüz 23 yaşında ilk filmini çeken ve babalarının ölümünün ardından bir araya gelen 4 kız kardeşin hikayesini anlatan Büşra Bilginer’in filmi “Kıyıda” özellikle oyuncularının performanslarıyla öne çıkan, ele aldığı konuyu zorlama duygularla sündürmeden işleyen sempatik bir seyirlikti. Bilginer’in mezuniyet projesi olarak çektiği “Kıyıda” bir öğrenci filmi duygusu uyandırmadığı gibi kimi anlarıyla izleyiciyi etkilemeyi de başaran bir ilk film. Büyük laflar, iddialı önermeler içermeyen filmi tek kelimeyle tarif etmek istesem “mütevazı” demeyi tercih ederdim. Umarım bu tevazusunu sürdürür ve yanına eklediği ustalığıyla sinemamızın geleceğinde bir söz sahibi olur Bilginer.

Altın Koza’da bu yıl kadınların ön planda olduğu, kadınlara dair önemli meselelerin ele alındığı, en azından kadın temsiliyetinin maksimum düzeye çıktığı bir Ulusal Yarışma izliyoruz. Yarışmanın üçüncü gününde de bu durum değişmedi ve farklı kadın hikayeleri izledik. Bunların içinde belki de en kötü kadın temsiliyetini ne yazık ki “Annesinin Kuzusu” adlı filmde gördük desek yeridir. Umut Evirgen’in filmi anladığımız kadarıyla otobiyografik özellikler içeriyor (film sonrası yapılan söyleşide ‘Burada annemle olan meselemi anlattım, bir sonraki filmimde belki babamı anlatırım” dedi Evirgen) ama perdeye yansıyan kadınların hemen hepsinin psikopatik özellikler taşıması da çok rahatsız edici duruyor doğrusu. Aslında bütünlüklü bir aile ve toplum eleştirisi çıkabilecek bir potansiyeli var filmin ama bunun yerine ‘annesinin kurbanı’ olan bir erkek çocuğunun hikayesini anlatıyor ve her gün kadınların erkekler tarafından katledildiği, taciz edildiği ve hor görüldüğü memleketin gerçeğine pek de uygun düşmüyor açıkçası.Erkek egemen söylemin yeniden ve yeniden üretilmesinde kadınların da payı var şüphesiz ama bu çok can yakıcı bir konu ve bu şelkilde ele alınabilecel bir şey değil. Bunun çok daha gerçekçi bir örneğini Eylem Kaftan’ın “1 Gün, 365 Saat” filminde gördük; oradaki anne (sadece sesiyle ve kısacık yer alsa da filmde) kendi kızını korumak yerine onu taciz eden babadan korkusundan pısıp kalıyor ve tarafını yanlış seçiyordu. “Annesinin Kuzusu”na dair son bir not ekleyerek bitireyim: Filmin merkezindeki sünnet düğününün aile ve toplum eleştirisi anlamında çok büyük bir potansiyel taşıdığını ve belki de tüm film sadece sünnet düğününden oluşsa çok daha iyi olabileceğini düşünmeden edemedim doğrusu; tabii doğru ve hakkaniyetli bir bakış açısıyla.