Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) Genel Başkanı Prof. Dr. Ejder Akgün Yıldırım, “Depremin ilk anından itibaren hâlâ bölgede belki faaliyet gösteren tek uzmanlık derneğiyiz. Ve hâlâ yaraları sarmaya çalışıyoruz çünkü ruhsal açıdan etkilenme, maalesef depremin ilk gününde olduğu kadar sonrasında katlanarak artan bir şey... Türkiye bir depremler ülkesi ve biz bu depremden eğer çeşitli dersler çıkarıp güçlenmezsek daha büyük acılarla karşı karşıya kalırız. Bu yüzden bugün yapmış olduğumuz hem ulusal kongremizde hem de deprem sempozyumumuzda, Türkiye’deki kurumlarla birlikte ‘daha iyi nasıl örgütlenebiliriz’, ‘daha nasıl hazır olabiliriz’i konuşuyoruz” dedi.

Kaynak: ANKA
Psikiyatri uzmanlarından depremzedelerin ruh sağlığı için "Afet Bakanlığı kurulsun" önerisi
AA

Türkiye Psikiyatri Derneği’nin (TPD) 18 Ekim’de başlayan 59’uncu Ulusal Psikiyatri Kongresi devam ediyor. Kongre, bu yıl 6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremler dolayısıyla ‘Yıkımların Ardından Dayanıklılık ve Umut’ temasıyla düzenlendi. Bugün, kongre kapsamında Deprem ve Ruh Sağlığı Sempozyumu gerçekleştirildi. Dernek koordinatörleri, düzenledikleri bir basın toplantısıyla kongrenin 5 ana başlığını anlattı. Açıklamaya; Prof. Dr. Ejder Akgün Yıldırım, Doç. Dr. Münevver Hacıoğlu Yıldırım, Doç. Dr. Halis Ulaş, Uzm. Dr. Rümeysa Taşdelen, Uzm. Dr. Erensu Baysak, Doç. Dr. Neşe Yorguner, Dr. Nezaket Kaya, Emre Mutlu ve Prof. Dr. Burhanettin Kaya da katıldı.

DOÇ. DR. ULAŞ: “PSİKİYATRİ VE PSİKOSOSYAL HİZMETLER, SAĞLIK BAKANLIĞINDAN AYRILARAK AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞINA BAĞLANMIŞTI. DOLAYISIYLA CİDDİ BİR ORGANİZASYONSUZLUK BAŞ GÖSTERDİ”

TPD Ruh Sağlığı Politikaları Görev Grubu Koordinatörü Doç. Dr. Halis Ulaş, ANKA Haber Ajansı’na deprem ve ruh sağlığı ilişkisini şöyle anlattı:

“6 Şubat 2023 depremi, bizi ülke olarak çok ciddi anlamda etkiledi. Hem 50 binin üzerinde insan yaşamının sona ermesi hem yüz binlerce insanın yaralanması, milyonlarca insanın etkilenmesi... Aslında bilmediğimiz bir şey değildi, hatta dünyada en çok kayba sebep olan iki deprem Hatay’da olmuştu. Ama biz buna rağmen bu depreme, bu kadar hazırlıksız yakalandık. Ve özellikle psikiyatrik ve psikososyal hizmetler açısından da birçok eksiğimiz ortaya çıktı. Bunun temel nedenlerinden biri, aslında var olan organizasyonla ilgili problemdi. Türkiye Afet Müdahale Planı çerçevesinde psikiyatri ve psikososyal hizmetler, Sağlık Bakanlığı’ndan ayrılarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlanmıştı. Dolayısıyla psikososyal hizmetlerin sağlıkla bağlantısı kesildiğinde de ciddi bir organizasyonsuzluk baş gösterdi. Örneğin ben, gönüllü olarak alana gittiğimde, yazdığım reçetenin bir karşılığının olmadığını ya da SGK tarafından karşılanmamasını görmek gibi. Çünkü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı olarak bir şekilde psikososyal hizmet değerlendiriliyordu. Bu bağlantısızlık, psikososyal anlamda ve psikiyatrik hizmetler açısından zorluk yarattı. Çünkü sanki psikiyatrik ve psikososyal hizmetler, akut dönem geçtikten sonra orada olmalıymış gibi bir algı vardı. Oysa tam tersi; ilk günden, ilk andan itibaren olmalıydık. Çünkü tedavi hizmetleriyle ilgili, kronik hastaların tedavi alma durumları aksama ihtimali yüksekti ve aksadı. Bağımlı hastalara müdahale edilmesi gerekiyordu. Tıbbi problem ya da kafa travmasına bağlı ortaya çıkan psikiyatrik problemler, ilaç etkileşimleriyle ilgili birçok alanda psikiyatristin orada bulunması gerekirken öncelikli hizmet götürecek insanlar arasında yer almadılar. Ve bu gönüllülük hizmetiyle götürülmeye çalışıldı. Kurumlar arasında da bir dezorganizasyon olunca iş, biraz kaotik hal aldı ve özellikle ruhsal anlamda bizim müdahale edebilme kapasitemizin çok daha üstünde olan bir durumla baş edemedik.

“DEPREM OLAN İLE DESTEK GÖTÜRECEK İLLER FAY HATTI HARİTASINA BAKARAK DEĞİL, TÜRKİYE SİYASİ HARİTASINA BAKARAK BELİRLENMİŞTİ”

İkinci noktalardan biri de aslında depremin belki de bu kadar büyük bir coğrafyayı etkileyeceği öngörülmediği için deprem olan ildeki ya da bölgedeki yere destek götürecek illerin belki de yanlış seçimiydi. Evet, destek illeri belirlenmişti, örneğin Hatay ili için. Ama muhtemelen Türkiye siyasi haritasına bakarak belirlenmişti, fay hattı haritasına bakarak değil. Çünkü fay hattı haritasına eğer bakılsaydı Maraş’a destek verebilecek iller, depremden etkilenen iller ve aynı fay bölgesindeki iller olmamalıydı. Ve bu da bizim açımızdan, psikososyal ve psikayatrik hizmetleri aksatan yerlerden biri olmuştu. ‘Peki ne yapmalıyız’ noktasına gelecek olursak; öncelikle bu çok parçalılığı tek bir yapı altında -bunun adı da mümkünse Afet Bakanlığı- toplamak ve hizmetlerin bütünleşik ve entegre şekilde tek elden sunulmasını sağlamak gerekecektir. İkincisi, bu sunulurken deprem sonrasında bir hizmetle ilgili değil, süren biz hizmet olarak planlamamız gerekiyor. Bunun için de bizim önerimiz; Toplum Ruh Sağlığı Birimi (TRSB) dediğimiz, bölge ve nüfus temelli olarak 12 ay boyunca, yani süreğen bir şekilde, risk gruplarının belirlenmesi, okullarda müdahalelerin yapılması, özellikle psikososyal alanında çalışan meslek gruplarına eğitimlerin verilmesi gibi tüm Türkiye’de hazırlıklı olabileceğimiz bir alanın yaratılması ve beraberinde de deprem sonrasında, ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetiyle entegrasyonunun sağlandığı bir sisteme ihtiyacımız var. Şu anki sağlık sistemimizde bu çok mümkün gibi görünmüyor, dolayısıyla burada bir sistem değişikliğine ihtiyacımız var.

“BÜTÜNLEŞİK BİR HİZMETİN SUNULDUĞU ALAN YARATMAMIZ GEREKİYOR”

Bunu sağlayabilmemiz için yapmamız gereken şey; 10 bin nüfus olarak planladık, TRSB içerisinde; psikiyatristin, psikoloğun, sosyal hizmet uzmanının, psikolojik danışman ve rehberlik hizmeti sunan arkadaşlarımızın, psikiyatri hemşirelerinin olduğu, bütünleşik bir hizmetin sunulduğu bir alan yaratmamız gerekiyor. Şunun farkındayız; şu anki insan gücümüz bunu tüm Türkiye’ye yaymakla ilgili bir zorluk yaratacaktır ama eğer önümüze Türkiye afet haritasını alırsak ve öncelikleri buraya verirsek buna gücümüzün yetebileceğini düşünüyoruz. Afet haritasında da yıldızı eğer İstanbul’a koyarsak, bu pilot uygulamayı İstanbul’da başlatırsak; o büyük İstanbul depremine, en azından 6 Şubat’ta olduğundan çok daha hazırlıklı olarak girebiliriz diye düşünüyorum.”

Ulaş, deprem bölgesinin son durumuna ilişkin de şu gözlemleri paylaştı:

“Deprem bölgesinde, Maraş’ta ciddi bir toparlanma varken Hatay’da bu toparlanmanın henüz sağlanmadığı ve hatta özellikle hizmet vermeye gelmiş uluslararası sağlık birimlerinin çekilmesiyle aksamaların ortaya çıktığına dair özellikle Hatay’dan gelen arkadaşlarımızın verdiği bilgiler var maalesef.”

PROF. DR. YILDIRIM: “HÂLÂ YARALARI SARMAYA ÇALIŞIYORUZ ÇÜNKÜ RUHSAL AÇIDAN ETKİLENME, DEPREMİN İLK GÜNÜNDE OLDUĞU KADAR SONRASINDA KATLANARAK ARTAN BİR ŞEY”

TPD Genel Başkanı Prof. Dr. Ejder Akgün Yıldırım, 59’uncu Ulusal Psikiyatri Kongresi’ne ilişkin şunları söyledi:

“59’uncu Ulusal Psikiyatri Kongresi’ni 6 Şubat depremlerinden sonra yapmış olduk. Onun hemen sonrasında bir kongremiz vardı, onu iptal ettik çünkü insanlarımız henüz enkaz altındaydı. TPD olarak da depremin ilk anından itibaren hâlâ bölgede belki faaliyet gösteren tek uzmanlık derneğiyiz. Ve hâlâ yaraları sarmaya çalışıyoruz çünkü ruhsal açıdan etkilenme, maalesef depremin ilk gününde olduğu kadar sonrasında katlanarak artan bir şey. O nedenle de yapacaklarımız vardı. Bu kongreyi de biz, tam da bu amaçla ‘Yıkımların Ardından Dayanıklılık ve Umut’ temasıyla oluşturduk. Kongremize gelen konuşma önerilerinin önemli bir kısmı depremle ilgiliydi. Ayrıca bir de Depremler ve Ruh Sağlığı Sempozyumu düzenlemek istedik. Buradaysa, depremde yapılacaklara ilişkin daha somut önerilerin olduğu, kurumları davet ettiğimiz bir etkinlik yapmak istedik. Çünkü Türkiye bir depremler ülkesi ve biz bu depremden eğer çeşitli dersler çıkarıp güçlenmezsek daha büyük acılarla karşı karşıya kalırız. Bu yüzden bugün yapmış olduğumuz hem ulusal kongremizde hem de deprem sempozyumumuzda, Türkiye’deki kurumlarla birlikte ‘daha iyi nasıl örgütlenebiliriz’, ‘daha nasıl hazır olabiliriz’i konuşuyoruz. Bu açıdan görüyoruz ki gitmemiz gereken çok mesafe, almamız gereken de hâlâ çok dersler var. Buraya deprem bölgesindeki tüm asistanlarımızı getirdik, onlarla bir araya geldik. Deprem bölgesinde gönüllü olarak çalışmış 180 hekimimiz de geldi, 1460 katılımcımız var ve bunun önemli bir kısmı deprem sırasında görev yapanlar. Deprem bölgesindeki tüm tabip odası başkanlarımız geldiler. O bölgede çalışan diğer meslektaşlarımız, diğer hekimler de geldiler, hep birlikte konuştuk. TPD olarak öncü rolümüzle neler yapılabilir, yapmaya çalışıyoruz.

“UZAMIŞ YASLAR, TEKRAR BELİRGİNLEŞMEYE BAŞLADI. İNSANLAR YENİ BİR YAŞAM KURMAYA ÇALIŞIYORLAR AMA DUYGUSAL OLARAK YALNIZLAR”

Ama biliyoruz ki deprem, henüz daha yaraları sarılmış bir şey değil. Deprem sırasında hâlâ insanların depremden yeniden kurtulmak, yaşamış olduğu zorluklardan uzaklaşmak için yapılması gerekenler üzerinden hâlâ eksikler çok fazla. Örneğin depreme uygun bir mimarimiz hâlâ yok. Biz, yıkılmış bir binanın yerine aynısını beton olarak yapmaktan ya da kentlerde daha sağlam, daha kalın yapılar yapmaktan ibaret sanıyoruz deprem sonrası rehabilitasyonu. Oysa o insanların yaşam alanlarına ihtiyaçları var. Bu anlamda bunu bilimsel olarak da tartışacağız, Mimarlar Odası’ndan da gelecekler buraya. Türkiye’nin kendine özgü bir depremden toparlanma stratejisini oluşturmaya çalıştık. Ama aynı zamanda, psikiyatri büyük bir alan, psikiyatrinin tek sorunu depremler değil; örneğin savaşlar, şiddet, kadınların yaşamış olduğu zorluklar bunların hepsi ruh sağlığını etkiliyor. Bu kongrede bunların hepsini ele almaya çalıştık. Deprem bölgesine bu konuda yetkilendirdiğimiz kişilerle bizler de gidiyoruz. Uzamış yaslar, tekrar belirginleşmeye başladı. İnsanlar yeni bir yaşam kurmaya çalışıyorlar ama bu yaşam kurma sırasında belki onlara bina, belki başka imkanlar olarak destek sunulsa da duygusal olarak yalnızlar. Örneğin, çocukların okul imkanından yeniden kurulacak işlere, daha doğrusu hayal kurma konusunda yalnızlar. Bu açıdan ruhsal destek dışında, sosyal desteğin tam olarak olmadığı yerde ruhsal sağlıktan bahsedemiyoruz. Başta Hatay olmak üzere kentler, mimari olarak da henüz daha 6 ayda yeterli toparlanmaya ulaşamadı. Sağlık hizmetleri anlamında, hastanelerde hizmet verilse de yerinde hizmetler anlamında hâlâ büyük eksiklikler var. Biz, bütün bunların yapılması ve strateji planlanması sırasında bir araya gelelim, güçleri birleştirelim; devlet kurumları, yerel yönetimler ve bizler -uzmanlık dernekleri- daha iyi ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Ama henüz bu anlamda yeterli bir iş birliğini de kurabildik mi, hayır. O yüzden bir sonraki deprem için düşünüyoruz. Deprem bölgesindeki insanlarımızın acısı, onların yaşamış oldukları zorluklar, umarız ki bu acıların bir daha yaşanmaması açısından bizlere güç verir. Onları unutmamamızın katkısı, yarını daha güvenli kılmak olabilir. Ama onlar hâlâ yoğun acı yaşıyorlar. Özellikle uzamış yaslar ve kayıplar, önümüzdeki 1 yılın da sıkıntılı geçeceğini gösteriyor.”

“GEREKÇESİ NE OLURSA OLSUN, SİVİL İNSANLARIN REHİN ALINDIĞI, SALDIRIYA UĞRADIĞI, BOMBALANDIĞI HİÇBİR YAKLAŞIMI KABUL ETMİYORUZ

Düzenlenen basın toplantısında konuşan Yıldırım, şunları söyledi:

“Öncelikle, 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü ve Haftası, ‘Herkes için bir insan hakkı olarak ruhsal sağlık’ temasıyla bizlere duyuruldu. Dünyada bu temayla kutlandı. Tam da bu temayı işleyecekken 7 Ekim ile birlikte Ortadoğu coğrafyasına hızla yayılan ve muhtemelen bu coğrafyayla da sınırlı kalmayacak savaş, katliamlar ve savaş tehditleriyle karşı karşıya kaldık. Biz, 59. Ulusal Psikiyatri Kongremizi, Türkiye’nin en büyük insani ve doğal afet felaketi olan 6 Şubat depremlerinin ardından yaptık. Bu kongrenin teması, ‘Yıkımların Ardından Dayanıklılık ve Umut’ idi. Aynı zamanda bu kongremizin içinde Depremler ve Ruh Sağlığı Sempozyumu da gerçekleştirdik. 7 Ekim ile birlikte başlayan savaş, coğrafyaya hızla yayılıyor. Ve bu yayınlama sırasında, 500 kişinin öldüğü bir hastane saldırısıyla karşılaştık. Filistin halkının özgürlük mücadelesinin, barınma ve kendi ülkesinde özgür yaşam hakkının bir anlamda yok sayılmaya çalışıldığı bir kriz, uzun süredir bu bölgede varken diğer taraftan hangi ulvi sebeple olursa olsun sivil insanların hedef alındığı başka saldırılarla da karşılaştık. Biz gerekçesi ne olursa olsun, sivil insanların rehin alındığı, saldırıya uğradığı, bombalandığı hiçbir yaklaşımı kabul etmiyoruz. Ama bunu kabul etmediğimiz gibi başta Gazze'de olmak üzere bir şehrin ablukaya alınmasının, bir şehrin yok edileceği ya da bir halkın yok edileceğine ilişkin açıklamaların sadece bölge insanları için değil, tüm dünya için bir tehdit olduğunu düşünüyoruz. İnsanların böylesine şiddeti kutsayan bir dille karşılaşmaları, sadece burada değil; tüm dünya açısından geleceği tehlikeye sokan bir şeydir. Bu açıdan savaşın ve şiddetin olduğu yerde ruh sağlığından bahsedemeyeceğimizi söylüyoruz. Savaşın bir halk sağlığı ve ruh sağlığı sorunu olduğunu söylüyoruz. Bu nedenle, ruhsal saldırı sadece tedavi edici bakışla değil; tam tersi insanların hastalanmadan koruyucu önleyici yönüyle de ele alınması bağlamında eşitliğin, barışın, bir aradalığın ve güvenin mutlaka bizlerin önemli hedefi ve ilkesi olması gerektiğini söylüyoruz.

“SAVAŞ VE ŞİDDET BİR HALK SAĞLIĞI VE RUH SAĞLIĞI SORUNUDUR”

Tabi savaş kadar bir başka şey de kısaca dikkat çekmek isteriz: Ülkemize de gittikçe artan şiddet ve şiddet dili. Özellikle sokaklarda, bireysel silahlanmayla birlikte ateşli ya da kesici aletlerle bazen fiziksel bazen baskıyla şiddet giderek artmaktadır. Bu anlamda sağlık ünitelerindeki şiddet, artık tüm her yere yayılmıştır. Sokaklar, aile içi şiddetin sıradanlaştığı bir yerdir. Bu açıdan da şiddete sıfır toleransla yaklaşılması gerekir. Bireysel silahlanmanın önünde kolaylaştırıcı değil, zorlaştırıcı önlemlerin alınması gerektiğini söylüyor ve tekrar ediyoruz ki savaş ve şiddet bir halk sağlığı ve ruh sağlığı sorunudur. Ulusal sağlığımız için tümüyle şiddetin olmadığı, haklı ya da haksız her yönüyle şiddetin lanetlendiği bir döneme ihtiyacımız var. Bu açıdan TPD olarak tavrımız ve duruşumuzla şiddetin ve şiddeti kutsayan her tür kurumun karşısında olduğumuzu belirtmek isteriz.

DOÇ. DR. YILDIRIM: “ İNSANLARIN GÜVENLİ YATACAK YERLERİ OLMADIĞI BİR DURUMDA RUH SAĞLIĞI İYİLEŞMESİNDEN BAHSETMEK MÜMKÜN DEĞİL”

TPD Afetlere Hazırlık Müdahale Birimi Koordinatörü Doç. Dr. Münevver Hacıoğlu Yıldırım, şunları söyledi:

“TPD olarak, depremin ilk günlerinden, 9 Şubat'tan itibaren alandaydık ve ruh sağlığı değerlendirmelerini; gönüllü psikiyatri uzmanlarımızca, gönüllü psikiyatristlerimizce yürüttük. Gördük ki yaşananlarla baş etmek hiç kolay bir şey değil. Yaşanan zaten çok büyük bir afet. O nedenle biz de TPD olarak ruh sağlığı profesyonelleri olarak elimizden geldiğince bölgede yaşananlara destek sunmaya çalıştık. Fakat üstünden 6 aydan uzun bir zaman geçti, neredeyse yıl dönümü geldi ve bu ruhsal etkilenmenin ne boyutta olduğunu bile hâlâ henüz söyleyebilecek durumda değiliz. Ruhsal travmalardan etkilenmenin ne olduğunu söyleyebilmek, bir tedavi planını uygun biçimde yapabilmek için yaşanan olayın, travmanın bitmiş olmasına ihtiyaç olur. Ama deprem yaşanan bölgelerin bir kısmında en azından sıkıntıların bittiğini söylemek, bugün için çok mümkün görünmüyor. O nedenle etkilerinin ne boyutta olacağını da şu an için söylemek, bazı durumlar için mümkün görünmüyor. O nedenle alınacak tedbirler çok önemli. Ruh sağlığı tek başına değerlendirilecek bir alan değil. Yaşam koşullarının uygunluğuyla da değerlendirilmesi gereken bir durum. İnsanların güvenli yatacak yerleri, başlarını sokacakları bir çatıları, sıcak bir yemekleri, içecekleri sularının olmadığı, giyecekleri kıyafetlerinin olmadığı bir durumda bir ruh sağlığı iyileşmesinden bahsetmek ne yazık ki çok mümkün değil. Bunlar ne kadar çabuk sağlanabilirse ruh sağlığıyla ilgili düzenlemelerde o kadar çabuk yoluna girebilir görünüyor. Bölgede çalışırken yaşadığımız zorluklardan biri, ruh sağlığı alanında çalışan kurumlarla iş birliğini sağlayabilmekti. Koordinasyon ve işbirliğiyle ilgili ciddi zorluklarımız oldu. Bunları sağlayabilseydik çok daha etkili destek sunma şansımız olabilirdi. Belki bundan sonraki yaşanacak durumlarda, dikkate alınması gereken bir başlık olarak bunu vurgulamak isteriz. Bir diğer durum da bölgede yataklı ruh sağlığı hizmeti veren kurumların organize olamamış olması depremin üstünden bir yıla yakın zaman geçmiş olmasına karşın çok büyük ihtiyaç. Çünkü var olan ciddi ruhsal sağlık sorunlarının üstüne bir de travmayla baş etme güçlükleri eklendiği için kapalı servislerin, yataklı tedavi kurumlarının bir an önce devreye sokulmasına ihtiyaç olduğu görülüyor.”

UZM. DR. TAŞDELEN: “CİNSEL YÖNELİMLER VE CİNSİYET KİŞİLİĞİYLE İLGİLİ BİRTAKIM ÇEŞİTLİLİKLER, BİLİMSEL VERİLER IŞIĞINDA BİR HASTALIK VEYA BOZUKLUK DEĞİLLERDİR”

TPD Cinsellik ve Cinsel Bozukluklar Çalışma Birimi Koordinatörü Uzm. Dr. Rümeysa Taşdelen ise şöyle konuştu:

“Sağlıklı üremeden çok daha fazlası olan cinsel sağlığın korunmasında, değerlendirilmesinde ve devam ettirilmesinde ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanları önemli rol oynamaktadırlar. Son dönemde, gerek medyada gerekse toplumun farklı kesimlerinde cinsel kimlikle ilgili birtakım ayrıştırıcı, dışlayıcı, damgalayıcı tutumları içeren birtakım yayınlara rastlamaktayız. Biliyoruz ki cinsel yönelimler ve cinsiyet kişiliğiyle ilgili birtakım çeşitlilikler, farklılıklar bilimsel veriler ışığında bir hastalık veya bozukluk değillerdir. Bu çeşitlilik ve farklılıklar aslında tohumu zenginleştiren durumlardır. Biz, ülkemizde bu şekilde ayrımcı tutma, dışlanmaya maruz kalan kişilerin hem ruhsal olarak birtakım ruhsal hastalıklar için risk altında olduğunu hem de birtakım ekonomik zorluklar, sosyal izolasyon gibi yalnızlığa yol açtığını biliyoruz. Bunun önlenmesi için aslında bütün bu ayrıştırıcı, damgalayıcı, hedef gösterici ifadelerin bulunduğu yayınların denetlenmesini, kamuoyunun ve medya kuruluşlarının bu konuda daha özenli davranması ve kamuoyunun bu konuda bilimsel veriler ışığında bilgilendirilmesine ihtiyaç olduğunu biliyoruz. Ve kamuoyunu bu konuda özen göstermeye davet ediyoruz.”

UZM. DR. BAYSAK: “TOPLUMSAL CİNSİYETE DAYALI ŞİDDET DEVAM EDİYOR, HER GÜN DEVAM EDİYOR, ENKAZ ALTINDA DAHİ DEVAM EDİYOR”

TPD Kadın Ruh Sağlığı Çalışma Birimi Koordinatörü Uzm. Dr. Erensu Baysak, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Toplumsal cinsiyet rolleri ve iktidar ilişkileri, kaynakların ve fırsatların nasıl dağıtılıp kontrol edildiğini, erişim olanaklarının nasıl belirlendiğini ve kararların kimler tarafından alındığını doğrudan etkiler. Türkiye, bu durumda nerede diye bakacak olursak; 2022 yılında 146 ülke arasında 124’üncü sıradayken 2023 verileri, 129’uncu sıraya gerilediğimizi gösteriyor. Deprem bölgesinde nüfusun yaklaşık yarısını kadınlar oluşturmasına ve verilere göre, etkilenen 16 milyon kişinin 4 milyonun üreme çağındaki kadın; 226 bin kişinin de gebe kadın olmasına rağmen maalesef cinsiyet körü afet müdahale ve planlama süreçlerinin hem kadınların hem de kız çocuklarının en temel yaşamsal ihtiyaçlarını dahi ulaşımını engellediğine şahit olduk. Ve afet bölgesinde yaşamın yeniden inşa edilmesinde ise cinsiyetçi iş bölümü yeniden üretiliyor. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet devam ediyor, her gün devam ediyor, enkaz altında dahi devam ediyor... Kadına yönelik şiddete yönelik afet bölgesinde yeterli tedbir alınamıyor ve rutin müdahaleler de uygulanamıyor. Bölgede kadınların ve çocukların güvenli barınma ihtiyaçları karşılanamıyor. Tüm bu cinsiyete dayalı şiddet, kadınların ruh sağlığını olumsuz etkiliyor ve toparlanma süreçlerini sekteye uğratıyor.

 SAMANDAĞ SOKAKLARINI DEFNE DALLARIYLA DOLDURAN KADINLARIN YAŞAMI YENİDEN KURACAK SESLERİNİ DUYUYORUZ VE YEŞERECEĞİZ BİLİYORUZ”

Tekrar benzer bir afetle karşılaşmamak ümidiyle ama toplumsal cinsiyete duyarlı afet planlama, risk azaltma süreçlerine kadınlar eşit düzeyde dahil edilmeli, yerel ve ulusal düzeyde kadın liderliği desteklenmelidir. Çünkü var olan ulusal eylem planlarına bakıldığında kadının adının çok geçmediğini, geçtiği yerlerdeyse zayıf konumlarının ve kırılganlıklarının vurgulandığını görüyoruz. Bu yıl ülkede yaşanan büyük depremi ve yarattığı tahribatı konuşurken dünyada yine 13 gündür devam eden Gazze'de binlerce sivilin yaralanmasına veya hayatını kaybetmesine neden olan başka vahim olaydan bahsediyoruz. Hayatını kaybedenlerin üçte ikisinin de kadınlar ve çocuklardan oluştuğunu biliyoruz. Ruh sağlığı, yaşanan tüm olaylardan bağımsız değil. Savaşlar, cinsiyetçi şiddeti ve tecavüzü birlikte getiriyor. Basına yansıyan cinsel şiddet görüntüleri nedeniyle savaş bölgesinde yaşamakta olan kadınların beden ve ruh sağlığı hakkında çok endişeliyiz. Yine zarar gören biz halklar, insan hakları ihlalleri, emperyalist politikalar, bir türlü durmayan şiddet ile iç içeyiz. Belki ülkelerin isimleri değişiyor, belki kişilerin isimleri değişiyor, belki tehlike değişiyor ama kimlerin daha çok zarar gördüğü değişmiyor. Tüm zorluklara ve travmalara rağmen inşa edilmeye çalışılanların yeniden yıkımına şahit oluyoruz. Günlük yaşantısını yerinden edilme, yıkımlar ve kayıplarla geçiren kişileri görüyoruz. Ve maalesef dünya tarafından iç acıtan derin bir sessizlikle karşı karşıyayız. Tüm bu sessizliğin ve karanlığın içinden yine de Samandağ sokaklarını defne dallarıyla dolduran kadınların yaşamı yeniden kuracak seslerini duyuyoruz ve yeşereceğiz biliyoruz.”

DOÇ. DR. YORGUNER: “İLAÇ TEDAVİLERİNE ERİŞİMİN RUH SAĞLIĞI HAKKININ OLMAZSA OLMAZ BİR PARÇASI OLDUĞUNU TEKRAR HATIRLATIYORUZ”

TPD Duygu Durum Bozuklukları Çalışma Birimi Koordinatörü Doç. Dr. Neşe Yorguner ise şunları söyledi:

“Maalesef geçtiğimiz 1 yıl içerisinde, ruh sağlığı alanında kullanılan önemli birtakım ilaçların temininde ciddi zorluklar yaşanmaktadır. Bunların başında da Bipolar bozukluğun ve tedaviye dirençli depresyonda kullanılan lityum ilacı yer almaktadır. Lityum, etki mekanizması başka hiçbir ilaca benzemeyen ve yeri doldurulamayacak bir seçenektir. Ve birçok hastamız, Lityum dışında başka ilaçlara yanıt vermemektedir. Biz biliyoruz ki Lityum ile beraber hastalarımızın hem akut tedavi dönemleri hem koruma dönemleri, güvence altına alınmakta ve intihar riskleri azaltılmaktadır. Ancak bu süreçte maalesef pek çok hastamız Lityum’a ulaşamadığı için ilaçlarını kesmek ya da değiştirmek zorunda kalmışlardır. Oysa Dünya Sağlık Örgütü Lityum’u acil ve mutlaka bulunması gereken ilaçlar listesinde bulundurmakta. Ve son dönemde her ne kadar arada ulaşılabilir olsa da tekrar hastalarımız için Lityum ulaşılamaz bir hale gelmektedir. Bu süreçte, buna benzer şekilde tedaviye dirençli psikotik bozukluklarda kullanılan Klozapin ilacı ve alkol arındırma tedavisinde kullanılan Lorazepam ilacı da benzer şekilde bulunamamaktadır. Özellikle bu alternatifi olmayan ilaçların kesintiye uğramadan hastaların kullanımında olması, halk sağlığının korunması için zorunludur. Devletimizin ilgili kurumlarını bu konuda göreve çağırıyor ve ilaç tedavilerine erişimin ruh sağlığı hakkının olmazsa olmaz bir parçası olduğunu tekrar hatırlatıyoruz.”