Koronavirüs salgını hızla yayılırken toplumsal ilişkileri de yeniden düzenliyor. Bu süreçte dayanışma pratiklerinin önemine vurgu yapan Psikiyatrist Cemal Dindar, “Aksi halde bu sıkışmışlık içinde kişiler geleceklerini güçlü bir lidere emanet etme eğilimlerini artırır” diyor

Psikiyatrist Dindar: Herkes kendi OHAL'ini  ilan etsin sözü dönemin özeti | Krizin panzehiri dayanışma

MEHMET EMİN KURNAZ

Küresel bir krize dönüşen koronavirüs salgını Türkiye’de de hızla yayılırken toplumsal kaygı ve korkuları tetikliyor. Günlük yaşantımıza ‘sosyal mesafelenme’ gibi kimi kavramlar giriyor, Sağlık Bakanı herkesi kendi OHAL’ini ilan etmeye çağırıyor. Günümüz üretim ve tüketim ilişkileri boyutunda hali hazırda zaten yabancılaşmış bireyler, dünyayı etkileyen böyle bir kriz karşısında olası yıkıcı sonuçları virüsten daha derin olabilecek sorunlarla yüz yüze geliyor. Psikiyatrist Cemal Dindar ile krizin toplumsal psikolojiye yansımalarını konuştuk.

► Savaş, salgın, afet dönemlerinde toplumun ruh haline korku hâkim oluyor. Virüs de büyük panik yaratmakta. Sizin gözlemleriniz neler?
Covid-19 salgını deprem benzeri afetlerden veya savaştan farklı karşılandı sanki. Depremin veya savaşın yıkıcılığı, kimi etkileyip kimi etkilemediği çok daha belirgin ve kesindir. Oysa virüs salgını önce uzak bir coğrafyada dünyanın yaklaşık beşte birini oluşturan bir nüfusu olsa da hakkında bilinenlerin çoğu önyargı düzeyinde olan bir halka ait tuhaflık gibi göründü. Yarasa yiyenlerde görünen garip bir hastalıkmış gibi algılandı. Sanırım sadece bizde değil birçok yerde ilk verilen tepki bilinçli veya bilinçsiz bir inkâr. Hatta belki de kadim Çin Seddi ve berisi karşıtlığından köken alan bilinçsiz toplumsal-kültürel ifade biçimlerine bile rastladık. Türkleri etkilemeyen virüs gibi nitelemeler… Salgına dair belirsizlikler sanırım ancak İtalya’da yaşananlarla ve özellikle de gündelik yaşama pratiğini sınırlayıcı etkisiyle biraz olsun hakikatine kavuştu. Sınırları tanımaması, etnik ya da dinsel bir ayrım yapmaması, hatta tanı ve tedavi imkânlarına ulaşmada eşitsizlik bir yana virüsün bulaşıcılığının her toplumsal sınıfta rastlanması kapitalizmin mevcut yaşama kültürünün insan karşıtlığını ortaya çıkarıcı bir etki yarattı. Yaşadığımız şehirlerin sağlıklı bir yaşam için ne fiziksel ne de ruhsal mesafeyi, koşulları gözetmediği ortaya çıktı örneğin…

► Eve daha fazla kapanmanın eşler arasında boşanmayı artırdığı konuşuluyor. Öte yandan ABD'de silah satışlarında patlama yaşanıyor. Günümüzde zaten yabancılaşmış bireylerin yaşamında karşılaşacakları muhtemel ne gibi sorunlar öngörüyorsunuz?
Salgın sürecinde belirgin bir biçimde ortaya çıkan sorunların, çatışmaların daha düşük yoğunluklu biçimde salgın öncesindeki hayatta da var olduğunu söyleyebiliriz. Yaşanılan evler zaten salgın olsa da olmasa da bir çiftin ve çocuk ya da çocukların bedensel ve ruhsal iyilik hali içinde yaşayabileceği koşulları sunmuyordu. Bachelard’dan ödünçle söyleyelim, o Paris için söyler, artık tüm metropoller için geçerlidir, yaşadığımız şehirlerde ev yoktur, üst üste konmuş kutular vardır. İlişkilerdeki çatışmaları şiddetlendiren mekanlardan söz ediyoruz. Üstelik şunu da unutmayalım; şimdi otuz yaşında olanlar bile Sovyetler’in dağılmasından, sosyalist kutbun çökmesinden sonra dünyaya geldi. Yani neoliberalizmin ideolojik şemsiyesi altındaki tek kutuplu dünyaya doğdular. Virüs ünlü markalara kepenk indirtiyor şimdi, ünlü hamburgerci zincirlerinin devrim edasıyla İstanbul’da açılışı, Moskova’da açıldığı günleri hatırlayın. Her musibette bir hayır vardır misali, şu günleri atlatırsak yaşadığımız şehirleri, yaşama pratiklerimizi, hatta üretim ilişkilerini yeniden düşünmek zorundayız. Çünkü inkâr edilen şey, herkesi kendi ideolojik yumuşak karnından yakalıyor ve ideolojik katılıklar buharlaşıyor. Bir de cuma namazı tartışmasını, Diyanet’in açıklamalarını ve umreden dönenlerin karantinaya karşı çıkışlarını ve gittikçe bu ideolojik katılığın bir halk sağlığı sorunu haline gelmesini düşünün…

Bu süreçte iki olasılık görünüyor, ya dayanışma ve ortaklaşma pratikleri yeniden anımsanacak, buna uygun yaşam pratikleri geliştireceğiz. Ya da bu sıkışmışlık, güvenlik siyasetlerini destekleyecek, kişilerin, grupların kendi yaşamlarını, geleceklerini güçlü bir lidere emanet etme eğilimleri daha da artacak.

psikiyatrist-dindar-herkes-kendi-ohal-ini-ilan-etsin-sozu-donemin-ozeti-krizin-panzehiri-dayanisma-704104-1.

Bir uygarlık krizi ile karşı karşıyayız

► Günümüz dünyasının bir felaketler çağı olduğu geniş kitleler tarafından dillendiriliyor. Bu da korkuyu daha da büyütüyor, “Bir tek uzaylı istilası kaldı görmediğimiz” şeklinde yorumlar yapılıyor. Bu durum toplumun ruh halini nasıl etkiliyor?
Çaresizlik, umutsuzluk, halkların veya sınıfların, grupların bir iradesi olduğuna, geleceğin biçimlenmesinde etkisi olacağına inançsızlık epey kökleşmiş durumda. Çıkışsızlık duygusunun baskınlığından, bugünü geleceğe bağlayan bir umut ilkesinin eksikliğinden söz edebiliriz. Ölüm içgüdüsünün belirleyiciliği günümüz yaşam anlayışlarına epeyce sinmiş durumda. Kimi kefenini giyip geliyor, kimi insan türü yok olsa dünya gülistan olur diyor. İnsan sevmezlik, insan karşıtlığı, insanın kötü bir varlık olduğu, hatta işte liberal tezdeki doğal halin, insan insanın kurdudur halinin içinde olduğumuz kabulü her kesimden destek buluyor. Coronavirüsün bir de böyle bir etkisi oldu diyebiliriz; ölüm içgüdüsünün nihai anına dair fantezileri doyuruyor. Dolayısıyla korku filmi izlerken alınan keyfe benzer bir keyif de sunuyor belki… Neoliberalizm ile birlikte tarihin sonuna geldiğimiz savı doğru çıkmadı, bunun yerine neoliberalizmin çöküş günlerinde uygarlık öncesine gerileme alametleri belirdi. İngiltere’de salgına yönelik dile gelen ‘sürü bağışıklığı stratejisi’ bu alametlerden biri. Bu strateji, Hobbes’un insanın doğasına atfettiği kötülüğe ne kadar uzak ki. Üstelik kendi memleketinde. Çocuklara, kadınlara yönelen şiddet epeydir toplumsal yaşamın olağan halleri… Özellikle ev içi cinsel suçlar, kültürün kurucu yasasını, ensest yasağını kabul etmeyişi ile insan uygarlığına karşı kökten bir yıkıcılık taşıyor. Virüsün hasta ve yaşlıları tehdit edişi, ölümlerin bu gruplarla yan yana anılması, özellikle vurgulanması da rastlantı değil… Hasta ve yaşlıları yolda bırakan o ilk sürü halinin anısı var mutlaka. Bu bir uygarlık krizi ve elimizde bildik bağlarla kurulu bir toplum kalacak mı, ilk kez bu denli yakıcı bir soru var karşımızda.

Dayanışma çökerse aç gözlülük ortaya çıkar

► Vakalar Türkiye'de de tespit edildiği günden itibaren kimileri süpermarketlere akın etti. Söz gelimi toplumdaki istifleme refleksi üç beş liralık ürünü 30 liraya çıkardı. Toplumun tüketim kültürü böyle zamanlarda rahatça istismar ediliyor. Bunun önüne nasıl geçilebilir, sahici bir bilinçlenme ve daha rasyonel davranış biçimleri nasıl geliştirilebilir?
Şunu bir kez daha söyleyeyim izninizle; dünyada büyük hikâyelerin çöktüğüne dair postmodern lafazanlıkların temsil ettiği şey insanlığın ortaklaşma ve dayanışma kültürünün aşınmasıydı. Büyük hikâyelerin çöktüğüne hâlâ iman edenler Covid-19’a ve onun ortaya çıkışıyla oluşan kader birliği duygusuna baksın. Epey büyük hikâye değil mi! Dayanışma ve ortaklaşma etiğinin çöktüğü gruplarda açgözlülük ve haset boy verir. Rekabetin haset ürettiği durumlarda insanın en ilkel hali bebeğin meme karşısındaki halidir. Salgın, deprem, savaş koşullarında da bu ilkel hale geriler insan. Dünya sütü bitmek üzere olan bir meme ve kurutana kadar emmeye çalışanların olduğu bir ilkellik bu… Virüsle kalabalıklara yayılan bu tutum İstanbul’dan çıkıp Anadolu’ya doğru yol aldığınızda dağlara bakın, maden ve taş ocaklarına, kıyılara kondurulmuş otellere, sermayenin dünyaya karşı tutumudur. Buna bir de kurumlara güvensizlik eşlik ettiğinde yağma düzeni başlar.

► Yaşanan kriz karşısında İspanya, özel hastaneleri kamusallaştırma kararı aldı. Öte yandan küresel bazda ekonomik bir krizle yüz yüze geliyoruz. Belki de bu boyutu hastalıktan çok daha derin şekilde toplumu sarsacak. Kamucu uygulamalara yönelinmesi ve toplumsal dayanışma ağlarının oluşturması önerilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kamulaştırma mülkiyetin dışında değildir fakat yine de özelleştirme ve serbest piyasacılığa göre iyiyi topluma pay etmede daha fazla olanak sunar. Kapitalizmin kendini yenilediği anlar kriz dönemleridir. Bu kez sanırım çalışmadığı yerden geldi sorular. Oysa halkların hep çalıştığı pratiklerdir dayanışma ve ortaklaşma. Dahası gereksinim duyduğu, diyelim. Toplumsal bellekte hatırlanmayı ve yeni koşullarda yeniden üretilmeyi bekliyorlar. Belki de bu küresel kriz hepimiz için eşitlikçi bir toplum yaşamına dair soru ve cevaplar getirecektir.

Agamben’i hatırlamak boşuna değil

► Devlet bürokrasisinin daha güçlü olduğu ülkelerde bu tip bir krize karşı göreceli daha etkin mücadele ortaya konulduğu iddia ediliyor. Öte yandan krizi yönetmek adına devletin alacağı tutumun, süreklilik arz eden bir olağanüstü hal rejimine evrilmesi tehlikesi nasıl aşılabilir?
Neoliberalizmle birlikte ve onun kriz döneminde toplumsal olanı atomize etmek belirgin bir yönetme biçimiydi. Bu yönetme biçiminin tekil kahramanlar yaratarak ideal sunmak veya tekil kurbanlar seçerek gözdağı vermekten hemen her türlü örgütlenmeyi imkansız hale getirme, damgalamaya kadar çok çeşitli biçimlerini gördük. Bugün ülkemizde de bunun çok tipik örneklerini görüyoruz. Agamben'in bu Corona günlerinde adının öne çıkması da boşuna değil belki. İstisna hallerinin sisteme entegre edilemeyenleri entegre etmek için kullanımı örneği bizim özellikle son dört beş yılımızın da hikayesi. Sağlık Bakanı'nın "Herkes kendi OHAL'ini ilan etsin" sözü dönemin özeti olabilir. Bu salgın sürecinin olağanüstü bir hal olarak yaşanması ve yaşatılmasının toplumları kontrol etmek için sonraya bir yönetme kültürü olarak devredilmemesi konusunda ciddi bir karşı çıkış lazım… Bu karşı çıkışın dinamikleri şimdiden belirginleşiyor. İnsanca yaşamı savunmak, siyaset yaparken üretim koşullarına ve ilişkilerine odaklanmak, tüketim biçimlerini sorgulamak, aydınlanmanın ve bilimsel bilginin epeydir örselenmiş değerini yeniden inşa etmek… Bir de bu salgın, ölüm içgüdüsüne yapışık bir biçimde, sınırları aşan büyük bir hikaye yarattı. Böylece paradoksal olarak büyük hikayelerin mümkün olduğunu, hatta insan bir tür olarak devam etmek istiyorsa buna gereksinim olduğunu da gösterdi. Bunu ölüm içgüdüsünden ayırıp yaşama arzusuyla ve insanların yaratıcılığına olanak veren pratiklerle buluşturmamız lazım…

psikiyatrist-dindar-herkes-kendi-ohal-ini-ilan-etsin-sozu-donemin-ozeti-krizin-panzehiri-dayanisma-704105-1.

► Salgına ilişkin yine komplo teorileri ve bolca yanlış bilgi dolaşımda. Bu bilgi kirliliğinin halk sağlığı üzerinde psikolojik yansımaları neler, ne gibi sıkıntılarla karşı karşıya geliniyor?
Bu türden süreçlerde komplo teorileri devreye giriyor ve kabul görüyor çünkü bir gereksinimi de gideriyor, belirsiz ve tekinsiz olan bir olguya açıklama getirilmiş oluyor. Kısa dönemde bu işlev bir rahatlama getirse de uzun dönemde çoğunluğun çözüm süreçlerine dahil olmalarının önünde engel yaratıyor. Çünkü komploların temel özelliği tamlıkları, boşluk bırakmamalarıdır. Ona inanan bile içinde yer alabileceği bir aralık bulamaz. Bir de komplolar, büyük çoğunluğun sorumluluğu üstlenmemesiyle sonuçlanır. Mesela şöyle düşünülür; eğer birileri bu virüsü üretmişse biz zaten ne yapsak yayacaklardır, dolayısıyla el yıkamanın da bir anlamı yoktur. Hatta, zaten bu konuda eli kirli olanlar komployu kuranlardır vesaire…

► Bu kriz öncesinde ekonomik sıkıntılardan kaynaklı intiharlar yaşandı. İnsanların umutsuzluk hissiyatı şu an daha kötü bir noktaya ulaşabilir mi? Buna karşı neler yapılabilir?
İnsanların ruhsal dikkati iç gerçeklikten çok dış dünyaya yönelir böylesi kitlesel tehlike durumlarında. Diğerleriyle yükü ve riski paylaşmış olma hissinin de rahatlatıcı bir etkisi vardır. Benim klinik gözlemim bu süreçlerde, süreç öncesinde ruhsal çatışmalardan kaynaklanan kaygı ve benzeri yakınmaların bir süre paradoksal biçimde yatıştığıdır. Orta-uzun dönemde ise dikkat edilmesi gereken risk altındaki kişilerdir.