Kevin Floyd ondokuzuncu yüzyıl ve yirminci yüzyıl Kuzey Amerikası’nı karşılaştırarak farklı cinsiyet rejimlerinin izini sürerken; beden teorilerinin birbiriyle örtüşen kavramlarını, arzu ve cinsiyet arasındaki ilişkiyi, tarihsel bir yaklaşımla, sermayenin etkileri bağlamında ele alıyor.

Queer&Marksist okumalar

İLKE KAMAR

Arzu ve cinsiyet arasındaki ilişkinin nasıl ele alınacağı feminist, toplumsal cinsiyet ve toplumsal inşacı kuramların sürekli evrilişiyle üretken tartışmalar arasında yer aldı. Postyapısalcı, psikanalitik, Marksist, epistemolojik ve fenomenolojik okumalarla ele alınan söylemler ve kuramsal arayışlar zorunlu toplumsal tanımların dışında eleştirel bir analizi ortaya koydu. Özellikle de “cinsel arzu enerjisinin eril cinsiyete ait bir yetkinlik olarak algılanması”, kadın bedeninin “üreme ekonomisine” göre temsil edilmesi, “erkek bedeninin cinsel arzunun öznesi” olarak görüldüğü kültürel ve toplumsal sistemin sorgusu, akademik çalışmaların konu edindiği dinamik tartışmalara bir alan açtı. Bununla birlikte “ikili cinsiyet” kategorisinin aşılması, toplumsal cinsiyet alanında çalışan akademisyenlerin bu kavramı ne ölçüde ileri götürülebileceği konusunda yollar geliştirmesi de eleştirel bir çözümleme sunuyor. Cinsiyet/toplumsal cinsiyet ayrımının bazı modelleri üzerine beden politikaları kapsamında yeniden düşünenlerden biri de Kevin Floyd’du.

Yazar, cinsiyet farklarının inşasında ve bu farkların aşılmasında cinsiyetin rolünü Queer teori ve Marksizm üzerinden tartışıyor. Floyd, Arzunun Şeyleşmesi, Queer Marksizm’e doğru isimli çalışmasında bu iki kavramın ilişkisellik kapasitesini sorgulayarak, kavramların aralarındaki yakınlık ve uzaklıklar üzerine düşünmemizi sağlıyor.

Floyd, queer teorinin ve Marksizmin bir araya getirildiklerinde ne kadar yararlı olduklarını göstermekten çok, her ikisinin de temel argümanlarını yeni bir yaklaşımla sunmaya çalışıyor. Bu noktada Floyd, Queer ve Marksist teori arasındaki uzlaşılmaz alanları dışarıda bırakarak, anlaştıkları yerden başlıyor. Kevin Floyd’un Marksizmin geleceği tartışmasının merkezinde Judith Butler ve Fredric Jameson olsa da Michel Foucault, Georg Lukacs, Herbert Marcuse gibi isimleri de ‘yeni bir yaklaşım sunma’ çabalarına dâhil ediyor.

Örneğin Lukacs’ın Tarih ve Sınıf Bilinci ve Foucault’nun Cinselliğin Tarihi’ni üretken okumalarla değerlendirerek bedensel niteliklerin ve yetkinliklerin şeyleşmesi üzerinde duruyor. Cinsel bilginin bedeni nasıl disipline ettiğini Judith Butler’ın cinsiyet performansı düşüncesi bağlamında değerlendiriyor. Dahası eşcinsel özgürlük hareketinde etkili isimlerden biri olan Herbert Marcuse’nin ‘Eros ve Uygarlık’ çalışmasını cinsel öznelliği, devrimci öznellikle birlikte ele alarak açımlıyor. Tüm bunların dışında cinsel arzunun şeyleşmesinin nesnel tarihsel yargılarla nasıl açıklanacağını ise, Fredric Jameson analizi üzerinden inceliyor.

SERMAYE VE NEDENLERİN CİNSİYETİ

Toplumsal cinsiyet ve biyopolitika üzerine araştırmalar yürüten yazar, sermaye, cinsellik ve bilginin konumlarını ele aldığı çalışmasının ilk bölümünde özne oluşumlarında günlük sermaye birikiminin toplumsal queer hayat üzerine etkisi ve queer düşünceyi canlı tutan Marksizmin inşa edici çabalarını birlikte tartışıyor.

“Sermayenin eşzamanlı birliği ve içsel farklılaşmasının, yani uzlaşmanın eleştirel bir hesabını vermekte kullanılan araçlar sağlayan şeyleşme ve bütünlük kategorilerinin bir araya getiriliş diyalektiği, sermayenin geniş toplumsal süreci dâhilinde cinsel normalleştirmenin olduğu kadar, varsaydığı queer eleştiri ve praksis tarihini konumlandırmak için de araçlar sağlar.”

Toplumsal cinsiyetin, cinsellikten ayrışmasını “arzunun şeyleşmesi” izleği ile açıklayan Floyd kapitalist tahakküm tarafından dayatılan “toplumsal şeyleşme”nin pratik alanda nasıl sonuçlar doğurduğunu, bu görüşe bağlılığımızı ve bundan kopuşun nasıl gerçekleştiğinin sınırlarını tartışıyor. Aynı zamanda, Marksist düşüncenin geçen yüzyıl boyunca şekillenen Queer teoride dirilişlere nasıl kaynaklık ettiğini de gündeme getiriyor. Tartışmasını iki kategoride şeyleşme ve bütünlük kavramları üzerine yeniden düşünen Floyd, işaret ettiği bütünlük ve şeyleşmeyi Marksist çabalar ve queer şüpheler başlığı altında sorunsallaştırıyor. Bununla birlikte, şeyleşme ve bütünlüğe dair queer çeşitlemelerin yirminci yüzyıl Amerikası’nda sermaye birikiminin tarihiyle nasıl uzlaştığını vurguluyor.

Yazara göre “sermayenin ısrarcı dengesizliği” toplumsal talepleri idare etmektedir. Ulusal nüfusu bir tüketim normuna evirerek yirminci yüzyılın başından itibaren bedenler sadece heteroseksüel ya da eşcinsel özneler değil bunun yanı sıra tüketen özneler olarak normalleştirilmiştir. Aynı zamanda cinsel olarak disipline edilmiş bedenler, sermaye birikiminin stratejilerine göre düzenlenmiştir.

MARKSİZM VE QUEER TEORİ

Floyd, sermaye ve cinsiyet arasındaki ilişkilerde kadınsılığın ve erkeksiliğin katı bir biçimde ayrıştığı zorunlu toplumsallığın sınıfsal kesişenin inceleyerek karşıtlıkları tartışıyor.

“Bütünlüklü düşünüşün Marksist edimleri; sermaye sistemini, toplumsal üretimin özelleştirici parçalanışını ve özellikle de bunun toplumsal yaşam içinde vuku buluşunu eleştirir. Sermayenin kamusal ve özelleşmiş olanı güçlü bir şekilde farklılaştırması, özel mülkün doğallaştırılmasına dayanmasının yanı sıra aralarında toplumsal cinsiyet temelli iş bölümü, kuvvet ve entelektüel iş bölümü ve bilginin kendisinin tek elde toplanmış disipline edilmiş özelleştirmesinin de bulunduğu toplumsal emeğin sürekli farklılaşmasından da son kertede ayrı tutulamaz.”

Floyd, sermayenin zorunlu kıldığı toplumsal ayrışmanın sistematik ve küresel kaynaklı olduğunu ileri sürüyor. Marksizm ve queer teorinin birbiriyle ilişkisi ya da karşıtlıklarını gündeme getirerek; Marksizmin farklılık yerine aynılığı vurgulaması sebebiyle eleştirilmesi üzerinde duruyor ve Marksizm, eleştirisinin farklılığın epistemolojik olarak fetişleştirilmesine karşı çıktığını vurguluyor. Ona göre Marksizm, toplumsal gerçekliğin farklı ufuklarını geliştirmemizi sağlayacak dolayımları anlamayı arzular, farklılık yerine ilişkilerin altını çizer çünkü, sermayenin en önemli etkisinin ilişkileri zayıflattığı görüşündedir.

Floyd çalışmasının son bölümünde ise, David Wojnarowicz’in AIDS salgını sırasında New York’taki yaşamı anlattığı Close to the Knives: A Memoir of Disintegration (Bıçaklara Yakın: Bir Parçalanma Anıları) kitabıyla ilgili analizine yer veriyor. Bu bölümde bütünlüğe dair bir queer bakış sunan Floyd, ABD’de Neoliberal Fordizm sonrası dönemini konu ediniyor. Aynı zamanda AIDS salgınının zirvesinde New York’ta eşcinsellere uygulanan şiddet ve damgalamayı gösteren otobiyografide yer alan cinsiyet farklılığı, ötekilik gibi meseleleri bütünlüğe öykünme üzerinden gündeme getiriyor.

Kitap özetle, ondokuzuncu yüzyıl ve yirminci yüzyıl Kuzey Amerikası’nı karşılaştırarak farklı cinsiyet rejimlerinin izini sürerken; beden teorilerinin birbiriyle örtüşen kavramlarını, arzu ve cinsiyet arasındaki ilişkiyi, tarihsel bir yaklaşımla, sermayenin etkileri bağlamında ele alıyor. Üretim ve toplumsal ilişkilerdeki değişimin, cinsel arzu enerjisini nasıl düzenlediğini ve ezici dayatmaları görünürleştiriyor.