İBB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökçe, İstanbul’da taranan yapılar arasında 90 bin binanın acilen dönüştürülmesi gerektiğini kaydederek, “Yapıların yüzde 70’i 2000 yılından önce inşa edilmiş. Marmara ile ilgili seferberlik planı gerekiyor” dedi.

Rantsal bölüşüme feda edilen 20 yıl
Fotoğraf: BirGün

Sercan MERİÇ

Kahramanmaraş’ta 6 Şubat’ta gerçekleşen ve 11 ili etkileyen deprem, Türkiye’nin deprem ülkesi olduğu gerçeğini bir kez daha yüzümüze vurdu. Afet bölgesinde yaralar sarılmaya çalışırken, beklenen Marmara depremi için de bilim insanlarının uyarıları sıklaştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) beklenen depremle ilgili çeşitli toplantılar düzenlemeye devam ediyor. Bu süreci konuşmak için İBB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökçe’yi BirGün TV’de ağırladık. Hem olası depremle ilgili ilk tabloyu hem de neler yapılması gerektiğini konuştuk…

Kahramanmaraş’ta 6 Şubat’ta gerçekleştirilen depremin yaralarını sarmaya çalışıyoruz ancak öte yandan beklenen İstanbul depremi de kapıda. Sizin analizlerinize göre nasıl bir tablo var önümüzde?

İstanbul depremiyle ilgili tabii tablo yeni ortaya çıkmış bir tablo değil. Biz bu sorunu özellikle 1999 depreminden sonra ülke olarak yakından biliyoruz. 1999 depreminden sonra çok kapsamlı analizler, master planları, kamu kurum kuruluşlarının mukavemetine ilişkin planlar, kentsel dönüşüme ilişkin planlar hazırlamışız. 2000’li yılların başından itibaren yoğunlaşan bir dizi çalışma var. Bu çalışmaların hepsi İstanbul’un depreme mukavemetini arttırabilmek için yapılmış. Peki ne olmuş bu planlar? Önemli bir bölümü kağıt üstünde kalmış. Dünya Bankası’yla, Japonlarla yapılan projeler durdurulmuş. Çünkü projenin kaynaklarının doğru kullanılmadığı tespit edilmiş. Kahramanmaraş depreminden sonra gördük ki İstanbul'da 93 tane okulun depreme mukavemeti yok. Bunların öğretim hayatına ara verildi. İstanbul'da tüm kamu kurum kuruluşlarının güçlendirilmesi anlamında Dünya Bankası kredisiyle hazırlanmış öncelikle okullardan başlayan, sonra kamu kurum kuruluşlarına kadar giden bir güçlendirme çerçevesi var. 2000’li yıllarda başlayan. Bu kapsamda kaynak kullanılmış. 20 yılda okullarımızın tamamının güçlendirilmiş olması gerekirdi. Belli ki bir miktarı unutulmuş.

Bu 93 okul dışında sorunlu kamu kurumu var mı?

Olmadığını iddia etmek mümkün değil. Tabii biz kamu kurum kuruluşlarına ilişkin envanter tutan bir kurum değiliz. Yetkimizin dışında. Onları merkezi hükümet üstünden takip etmek mümkün. Tabii kendi açımızdan yürüttüğümüz çalışmalarımız da var. Ama bizim de 4 yıla sığdıramadığımız işler var. Dolayısıyla bu konu bir öz eleştiri konusu. Depremin sıcaklığı geçtikten sonra çok büyük ölçüde öncelikler değişmiş durumda.

Siz göreve geldikten sonra yaptığınız tespitle, sizden önce yapılan tespit arasındaki tabloda bir farklılık var mı?

Tabii ki var. Şimdi biz hızlı tarama yaptığımız için İstanbul'un deprem senaryolarıyla ilgili rakamları da ona göre güncelliyoruz. Deprem sırasında yıkılması muhtemel rakam güncellendiğinde 90 bine geldi. 30 bin binaya baktığınızda oluşturduğunuz analizler üstünden de bir tahmin senaryosu yazmanız mümkün oluyor. Dolayısıyla deprem sırasında ağır hasar alması ya da yıkılması beklenen 90 bin civarında yapı var. 170 bin civarında da orta hasar alması beklenen bine stokuyla karşı karşıyayız.

Peki yüzde kaçı taranmış olabilir İstanbul'un şu anda?

İstanbul'da yaklaşık bir milyon 200 bin civarında bina var. Biz bu bir milyon 200 bin binanın 107 binine gidebilmişiz. Oranladığınızda bunun yüzde 1’lik bir oranının biraz üstünde olduğunu görürsünüz. Dolayısıyla çok yüksek bir oranın taranmış olduğunu söylemek mümkün değil. Ne zaman ki Kahramanmaraş depremi oldu. Şu anda bize başvuru sayısı 150 bin binayı aştı. Biz şu anda hızlı tarama yapabilmek için ekiplerimizi arttırmaya, İnşaat Mühendisleri Odası’yla protokol yapıp binlerce binayı incelemeye uğraşıyoruz. Bir milyon 200 bini aşkın binanın yaklaşık 800 bini, yani yüzde 70’i 2000 yılından önce inşa edilmiş. Bunun içerisinde tarihi yapılarımız, kültür varlık niteliğinde sivil mimarlık örneklerimiz de var. Ama İstanbul’daki yapıların sadece yüzde 30’u 2000 sonrasında yapılmış. Biz yeni bina yapmışız, ama mevcut risklileri iyileştirmemişiz. Biz yeni bina yapmakta, yeni alanları imara açmakta çok mahiriz. Şimdi kentsel dönüşümü bunun bir çaresi olarak önümüze koyan bir temel yaklaşım var. Kentsel dönüşüm kavramının içini boşaltıp bunu da bir başka rantsal dönüşüm aracı haline getirdiğinizde şu an yaşadığımız sonuçlarla karşılaşıyorsunuz. Fikirtepe'de, Tarlabaşı'nda, Sulukule'de bunun örneklerini gördük. Yeşil alana dolar yeşili olarak bakarsanız başka bir dönüşüm biçimi tarif edersiniz. Yahut buraların kendi içinde dönüşüm olanağı yoksa bir rezerv alanı oluşturalım, bunun maliyetini kamu yüklensin ve biz de bu vatandaşlarımızı buraya taşıyalım. Onları da o riskli yaşamdan kurtaralım. 6306 Sayılı Kanun’da bu rezerv alan tanımı var. Bu rezerv alan tanımı ile çok sayıda imara açılmış yeşil alan, askeri alan var. Peki, riskli yapı grubundaki kaç insanımız buralara taşındı? Maalesef hiçbiri. Kamu elindeki bu arazileri amacı dışında kullandık. Bütün işleriniz kaynak geliştirmek olursa, dezavantajlıyı unutursanız, o zaman rezerv alan tanımını da yanlış kullanıyorsunuzdur. O zaman kentsel dönüşüm kavramını da yanlış kullanıyorsunuz. Sonra da diyorsunuz ki “kentsel dönüşümün önüne geçtiniz”. Vatandaşla anlaşarak yerinde dönüştürdüğünüz bir kentsel dönüşüme kim, niye karşı çıksın? Böyle yapılınca kentsel dönüşümle ilgili beton lobisine yarayan, rantsal bölüşüme yönelik bir çerçeve tarif etmiş oluyorsunuz. İnsanlar da riskleriyle, kaderleriyle baş başa kalmaya devam ediyor. Dolayısıyla karşı çıkılan budur. En temel örneği Zeytinburnu. Kentsel dönüşüme ilişkin çerçeve Zeytinburnu pilot projesiyle başlamış. Zeytinburnu'nda şu anda gidin bakın çok sayıda yine orta-üst lüks gelir grubuna yönelik siteler yapılmış. Ne riskli yapılar dönüşmüş, ne sağlıklı bir yapılaşma olmuş. Devlet son 20-25 yıldır bir önceki 20-25 yılla aynı sayıda sosyal konut inşa etmiş. Daha az bile üretmiş. Yani sosyal konut üretmediğiniz, dezavantajlıya yönelik kaynak ayırmadığınız zaman ne barınma sorununu çözüyorsunuz, ne kentlerin riskli yapı stokunu dönüştürebiliyoruz.

İBB’nin 2,9 milyar TL’lik bütçesiyle yılda yaklaşık 14 bin yapının dönüştürebileceği tespiti var. Halihazırda 90 bin binanın riskli olduğu göz önünde bulundurulduğunda ortada da zor bir süreç görünüyor değil mi?

Bunu topyekun bir milli seferberlik sorunu olarak ele almamız gerekiyor. Bu deprem sadece İstanbul depremi değil, Marmara depremi. Marmara Denizi'nin ortasından geçen bir fay hattı var ve Çanakkale'den Yalova'ya, Bursa'dan Balıkesir'e, Tekirdağ'dan Kocaeli'ye kadar bölgenin tamamını ilgilendiriyor. Bu bölgede 30 milyon nüfus yaşıyor. Ülkenin üretilen katma değerinin kümelendiği yer. Dolayısıyla bu bölgedeki bir depremin ülkedeki hayatı durdurma riski var. Ülkenin ekonomik olarak bağımsızlığını tehlikeye atma riski çok büyük. Bu bir milli güvenlik ve milli beka sorunu. Sorunu İstanbul'la sınırlamak tek başına yeterli değil. Dönüp baktığımızda bütün bu dönüşümü tek başına bir belediyenin yapması mümkün değil. Tek başına bakanlığın da yapması mümkün değil. Onun için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu, “Seferberlik planı gerekli” diyor. Buna ilgili tüm bakanlıklarımızı katmazsak, buna ilçe belediyelerimizi, sivil toplum örgütlerimizi, meslek odalarımızı, arama kurtarma gönüllülerini katmazsak ve bunları doğru bir şekilde sorumluluklarıyla alanda var etmezsek, bu konunun üstesinden gelemeyiz. Yani 90 bin bina çok riskli diyoruz. Yeni inşaat yapıldığında yılda ne kadar konut yapabileceksiniz? Onun da limitleri var. Enflasyonist ortamda demirin, betonun bir sonraki gün öngörülemediği durumda ne kadarını yapabileceksiniz? Dolayısıyla öncelikle rant odaklı plan değişikliği yapmaktan vazgeçeceğiz. Yani son bir aya kadar bakanlığın her gün İstanbul'da onayladığı bir karara itiraz ettik. Bakanlık, İstanbul kentinin üçte birini rezerv alan ilan etmiş. Kanal İstanbul güzergahından Büyükdere Caddesi'ndeki dek... Bütün planlar mı rant odaklı onaylanır? Bütün planlar mı kişiye özel onaylanır? Bizim yapacağımız şey şu; İstanbul'da yeni alanları imara açmayacağız. İstanbul’da taşıma kapasitesinin üstesindeyiz. Ankara'dan finans merkezini İstanbul'a getirmek Ankara'ya da kötülük, İstanbul'a da kötülük. Ülkemizin bölgesel bir kalkınma planı anlayışıyla yönetilmesi lazım. Kapattıkları Devlet Planlama Teşkilatı bunları yapıyordu. Bölgesel bir planlama yaklaşımıyla bu yoğunlukları dağıtacağız. İstanbul'un büyümesini büyük ölçüde durdurmak gerekir. Öte yandan imara açılmış yerlerin yer bilim verileri de 1999 öncesine dayanıyor. Bu alanların tümünün yer bilim verilerini gözden geçirerek, yeni etütler yaparak, yeniden yapılaşma süreçlerinde buna göre karar vermek gerekiyor. Devlet eliyle yapabileceklerin de limiti var. Vatandaş kendi stokunu kendi inanıp yenilemeye başlarsa bununla daha hızlı mücadele edilir. Devlet bir sorumluluk üstlenirse, kaynaklarını yüksek bütçeli rant projelerine, golf sahalarına değil de buralara aktarmayı seçerse vatandaşlar için yeni bir çerçeve açmış olur.

Bu kodu telefonunuza okutarak BirGün TV’nin yayınını izleyebilirsiniz.Bu kodu telefonunuza okutarak BirGün TV’nin yayınını izleyebilirsiniz.