Ülkeyi acıya boğan depremin ardından Yunan halkı büyük bir dayanışma sergilerken Türkiye'nin yardımına koşanların başında Atina yönetimi geldi. Uzatılan dostluk eli yönetimlerin deprem öncesindeki düşmanlaştırıcı söylemlerini de yıktı. Atina ve Ankara arasındaki çalkantılı ilişkileri sorduğumuz Yunan Gazeteci Chris Avramidis, Yunanca bir şarkının sözleriyle yanıt verdi: “Halklar öldürür birbirlerini, efendilerinin ekmeği için...”

Rejimler halkların yaşamından çalıyor
Yunanistan’dan gelen ekip, arama kurtarma çalışmalarını tamamlayıp döndü. (Fotoğraf: AA)

Yaren ÇOLAK

Ankara ve Atina arasında gerilimin had safhada olduğu bir dönemde ülkeyi derinden sarsan Maraş merkezli depremlerde yardıma ilk koşanlardandı Yunanistan. Yunan arama kurtarma ekipleri hemen deprem bölgesine gelirken Başbakan Kiriakos Miçotakis de depremin ilk saatlerinde 6 Şubat sabahında yaptığı açıklamada, “Bizden ne isterlerse yapmaya hazır olup Türkiye için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız” dedi. Deprem sonrasında Avrupa’dan Türkiye’ye ilk ziyareti de Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias gerçekleştirdi. Mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu, ile deprem bölgesine giden Dendias iki ülke ilişkilerinin düzelmesi için depremlere gerek olmaması ümidini kameralar önünde dile getirdi. Çavuşoğlu ise Atina hükümeti ve Yunan halkından gelen yardımların unutulmayacağını kayda geçirdi ve ilişkilerde yeni bir sayfa açıldığını kayda geçirdi. Yunan halkının dayanışması devam ederken Yunan karikatürist Soloup'un, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bir gece ansızın gelebiliriz” sözlerine gönderme yaparak çizdiği, “Dostlar hem gece, hem gündüz gelir” karikatürü büyük ilgi gördü.

Yunan gazeteci Chris Avramidis iki ülke arasındaki ilişkileri konuştuk.

Deprem sonrası yaşananlara dair ne demek istersiniz?
Burada iklim değişti. Ülke genelinde yeniden bir insanlık havası esiyor. Tıpkı 2016'da on binlerce insanın temel ihtiyaç malzemelerini topladığı, yiyecek dağıttığı ve çocukları kurtarmak için denize atladığı zamanlardaki gibi.

Bugünlerde binlerce kişi bir kez daha komşu halklarla empati kuruyor. Türklerle, Kürtlerle, Suriyelilerle. Bugünlerde binlerce kişi kendi temel ihtiyaçları sağlayacak imkânları olmadığı halde komşu halklarla dayanışma göstermek için ellerinden ne geliyorsa yapmaya çalışıyorlar. İnsanlar ihtiyaç duyulan yerlere yardım etmek için gruplar halinde Yunanistan'dan yola çıkıyorlar. Milliyetçiler ise bir köşede tek başlarına mırıldanmaya devam ediyor ancak onları kimse dikkate almıyor.

Önceki gün Türkiye’de terörle mücadele polisi, arama kurtarma çalışmalarına yardım etmek üzere deprem bölgesine giden bazı Yunan devrimcileri gözaltına aldı. Bu kabul edilemez bir durum ve yetkililerin gerçekten neyi önemsediğini göstermekte.

Berlin’de söylenen bir sloganın da dediği gibi; sınırlar içerdekilerle dışardakilerin arasında değil, sınırlar alttakilerle üsttekilerin arasındadır.

Erdoğan sık sık “Bir gece ansızın gelebiliriz”, “Rahat durmazlarsa gereğini yaparız” gibi sözler sarfediyor. Bunun Atina’ya yansıması ne oluyor?
İki tarafın da burjuva siyasetçileri yangına körükle gidiyorlar. Böylece meseleyi doğru bir savaş karşıtı zemine çekmek isteyen bütün ilerici sesler, toplumda ve kamusal alanda marjinalize ediliyorlar. Erdoğan’ın söylemi çok tehlikeli. Bu söylem burjuva medyası ve aşırı sağ çevreler sürekli tekrar ediliyor ve bu durum savaş yanlısı bir atmosfer yaratıyor. Bu söylemler açık denizlerdeki kaynaklar üzerinde hak iddia etmeyi aşıp, iki ülkeyi doğrudan savaş tehlikesine sokuyor. İlginç olan, Atina hükümeti AB, NATO ve ABD’nin korumasına bel bağlıyor, ancak bu yapılar her fırsatta umurlarında olan tek şeyin olası bir savaşın önlenmesi değil, sadece kendi çıkarlarının korunması olduğunu gösteriyor. İlginç olan diğer şey ise, bütün bu “Bizi koruyacaklar” söylemi içerisinde, Yunan devleti bitik durumda olan altyapısı ve sıfıra yakınsayan sosyal devlet harcamalarına rağmen, NATO içerisinde gayrisafi millî hasılasına (GSMH) kıyasla NATO’ya en çok katkı yapan ülke konumunda. Yunanistan GSMH’nin yüzde 3,76’sını, ABD’nin verdiğinden bile fazla, NATO’ya veriyor. Başka bir şekilde söyleyecek olursak, Macron tarafından bile “komada” diye tarif edilen, herhangi bir fayda sağlamayan bir örgüte büyük meblağlar vererek, NATO’nun diğer bir üye ülkesine karşı koruma elde ediyor. Aslında burada basit bir çelişkiden öte, resmen bir paradoks ile uğraşıyoruz.

Gazeteci Chris AvramidisGazeteci Chris Avramidis

MİLLİYETÇİ ATMOSFERİ KÖRÜKLEME PROJESİ

İki ülkenin de tansiyonu yükseltmesinin altında yatan neden ne?
Gerilimin sebepleri hem ekonomik, hem politik, hem de tarihsel. Değişik kapitalist bloklar yeraltı kaynaklarını aralarında paylaşmak isterken ve bunu da iki ülke, Yunanistan ve Türkiye, üzerinden yapmak istiyor ancak bunun nasıl gerçekleşeceğine dair ortada herhangi bir müzakere yok.

Bunun gerçekleşmesi için Yunanistan ve Türkiye halklarının kanını akıtmaktan çekinmeyecekler. İki ülkenin de burjuva sınıfı, binlerce canın ve Akdeniz gibi kapalı bir denizde bu yeraltı kaynaklarının çıkarılması ile Akdeniz havzasının ekolojik dengesinin mahvolması pahasına da olsa, bunu kapitalist hiyerarşi içinde bir basamak atlama fırsatı olarak görüyorlar. Yunanistan’da yıllardır milliyetçi bir el yükseltme projesi yürütülüyor, bu birçoklarının işine gelse de, kesinlikle halk çoğunluğuna yarar sağlayacak bir şey değil.

Böylece, bizleri fakirlik, düşük ücretler ve pahalılık içinde yaşatan gerçek düşmanlarımızı unutturup, bizi bir savaş retoriği ile uğraşmak durumunda bıraktılar. Onlarca yıldır süren bu milliyetçi atmosferi körükleme projesi milyonlarca insanı Yunanistan’ın her şeyde haklı olduğuna ikna etti. Bu şekilde, birçok düzen partisi oylarını kaybetmemek adına, gerçeği söylemek yerine, birbirleri arasında kimin daha Yunan devletinin savunucusu olduğuna dair bir yarışa girdiler.

Bu söylemler halkta karşılık buluyor mu?
Yunan halkının büyük bir çoğunluğu bu söylemi desteklemesine rağmen, bu milli iddialar uğruna çıkabilecek olası bir savaşın başlamasına da karşılar. Yunanca bir şarkının da dediği gibi: “Halklar öldürür birbirlerini, efendilerinin ekmeği için.” İki ülkenin halkları, Yunanlar, Türkler, Kürtler, Arnavutlar, Suriyeliler, çokuluslu şirketlerin karları uğruna kendi kanlarını dökmek için herhangi bir çıkarı yoktur. Eğer Exxon Mobil, Yunan Petrol Şirketi ve Türkiye sanayisinin yöneticileri bu petrolü bu kadar çok istiyorlarsa, kamuflaj giyip, kendileri savaşabilir. 1922’de olanları tekrardan yaşamayalım. Tek çözüm, halkların kendi hükümdarlarını yerle bir edip, iki ülkenin zenginliklerinden ortaklaşa faydalanmasıdır.

BÜTÇESİNİ SİLAHA YATIRANLAR HALKIN YAŞAMINDAN ÇALIYORLAR

Atina silahlanmaya oldukça yüklü bütçe ayırdı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki ülke arasındaki rekabetin bir sonucu da, halkın sağlığı ve eğitimi için harcanabilecek bu para, silah tüccarları ve onların arkasında duran bu silah endüstrisinin ceplerini dolduruyor. Bu parayı doktorlara, hastanelere vermeyi redderken ve hastanelerin yeterli personele sahip olmaması yüzünden kaynaklanan ölümlerde milyon kişi başına başı çeken ülkeler arasında olduğumuz bu durumda bile, 2,2 milyar avroyu silahlanmaya veriyor. Maalesef, Türkiye’de yaşanan depremde de bunu yaşadık. Bütçesini silaha yatıranlar halkın yaşamından çalıyorlar.

Silahlanmadaki rekabet insanlara pusulasını şaşırtan, halkların kaybettiği ve sadece ölüm tacirlerinin kazandığı bir yarış.

Soloup’un Erdoğan’a gönderme yaparak ‘dostluk mesajı’ verdiği karikatürü.Soloup’un Erdoğan’a gönderme yaparak ‘dostluk mesajı’ verdiği karikatürü.

DÜŞMANIZ DİYE HAYKIRSALAR DA KONU GÖÇMEN OLUNCA ZİHNİYET AYNI

Sınıra yüksek duvarlar örmeye devam eden Atina ve Ankara’nın göçmen politikasına dair ne söylemek istersiniz?
Birbirlerine her ne kadar düşman olduklarını haykırsalar da, mülteci meselesi, yani fakir ve mazlum mültecilerin iki taraftan da piyon gibi kullanılması, iki tarafın da ne kadar birbirlerinin aynısı olduğunu gösteriyor. AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması, Türk ve Yunan devletinin aslında aynı tarafta savaştığını gösteren bir belge. Bu mültecilere karşı verilen bir savaş. İki NATO müttefiki, emperyalist haçlı seferlerine, ülkeleri harabeye çeviren ve milyonlarca insanı yerinden eden savaşlara katkı sağlarken, ancak ekonomik ve politik göçmenler güvenli bir ülke aradığında, Türkiye, Yunanistan ve AB, Ege Denizi’ni bir ölüm denizine çevirdi. Yunanistan’da, Yunan devletinin uluslararası hukuku ayaklar altına alarak gerçekleştirdiği geri göndermeler (pushback) hakkında konuşan bizim gibi birçok insan hükümet tarafından Erdoğan’ın ajanı olarak ilan ediliyor. Sonuç olarak, mültecileri sömürenlerin kendileri, Erdoğan ile daha fazla ortak paydaya sahipler. Eğer Yunan devleti kendisine yöneltilen geri gönderme suçlamaları ile karşı karşıya gelmek istemiyor ise geri itmeleri durdurmak kendileri için iyi bir fikir olabilir. Diğer yandan, AB gerçekten insan hakları adına bu insanların hayatlarını o kadar önemsiyorsa, sınırlarını kapatmak ve Yunanistan ve Türkiye’yi bekçi köpekleri gibi kullanmak için para vermek yerine, bu insanlar için güvenli yollar oluştururken eş zamanlı olarak ekonomik ve politik göçmenlerin, barınmaya, işgücü piyasasına ve bütün olarak topluma entegrasyonları için altyapı oluşturmalı. “Fortress-Europe” olarak adlandırılan bu emperyalist oluşumunun göçmenler umurunda olmadığını söylemeye zaten hiç gerek yok ve attıkları imzalarla da binlerce insanın ölümüne sebep oldukları ortada.

Yunanistan, nisandan sonra yapılması planlanan genel seçime nasıl gidiyor. Ülkedeki atmosfer ne?
Yunanistan bir dizi teknik takip skandallarına boğulmuş durumda. Başbakanın siyasi olarak sorumlusu olduğu istihbarat örgütüne, siyasi rakiplerini, iş adamlarını, generalleri, hatta kendi kabinesinin bakanlarını bile takip ettirdiği ortaya çıktı. Aynı zamanda, neoliberal kemer sıkma anlaşmaları ile sabitlenen maaşlar, artan yoksulluk ile beraber milyonlarca insanın yoksulluk sınırının altında yaşamasına ve evlerini ısıtamamalarına sebep oluyor. Hükümetin, demokrasinin hiçe sayılması ve insanların yaşam kalitesinin düşüşünü tartışmalarını önlemesi için insanların sürekli Türkiye tartışmasını istiyor.