Rektör seçimleri tekrar getirilmeli

Dr. Sibel Özdemir - CHP Milletvekili

Üniversite rektör belirlenme sürecinde 1980 darbe dönemi sonrası sürece geriye gidişi ve hiçbir fark yaratmayan uygulamaları tekrar gündeme taşımıştır. Son yıllarda yapılan rektör atamalarında temel gaye; siyasi iktidara yakın kişileri üniversitelere yönetici olarak atamak, akademik ve bilimsel özerkliği yok etmek, bilimi ve bilim insanlarını kontrol altına almak ve kadrolaşmak oldu. Oysa akademik ve bilimsel özerkliğin en önemli göstergelerinden birisi üniversitelerin kendi rektörlerini belirleme haklarıdır. Bu anlamda Cumhurbaşkanı yerine, aynı zamanda bir siyasal partinin de Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanının bugüne kadarki birçok kuruma atamayla yönetici belirlemesine en büyük tepkinin Boğaziçi Üniversitesi gibi köklü, başarılı ve uluslararası alanda prestijli bir üniversiteden gelmesi son derece normaldir.

Rektör belirleme süreçlerine tarihsel olarak bakıldığında, 18 Haziran 1946’da Resmî Gazete’de yayımlanan 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu ile rektörlerin seçimle göreve gelmeleri düzenlenmekteydi. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ve YÖK’ün kurulmasının ardından rektör seçimleri yürürlükten kaldırıldı. 7 Temmuz 1992’de Yükseköğretim Kanunu’nda yapılan değişiklikle rektörlük seçimleri geri getirilirken partili olmayan Cumhurbaşkanının en yüksek oy alan üç aday arasından atama yetkisi korundu.

Rektör seçimlerinin bir kez daha kaldırılması, 2016’da 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, AKP tarafından gündeme getirildi. Muhalefetin itirazlarıyla geri çekilen seçimsiz rektör atama düzenlemesi bu kez partili Cumhurbaşkanı sıfatıyla imzalanan bir KHK ile kaldırıldı. Hali hazırda rektör atamaları YÖK tarafından yapılan ilana gerçekleştirilen başvuruların değerlendirilmesinin ardından belirlenen üç aday isminin Cumhurbaşkanına önerilmesiyle gerçekleşiyor. Önerilen bu üç adaydan birinin atanmaması ve YÖK’ün iki hafta içinde yeni aday göstermemesi halinde partili Cumhurbaşkanı doğrudan atama yapıyor. Bu anlamda 2016’dan itibaren bütün rektör atamaları akademik kriterler bakımından tartışmalı ve siyasidir.

Yapılan araştırmalarda üniversitelerin idari, mali ve akademik özerk olduğu sürece bilim üretebildiği, asli görevlerini yerine getirebildiği, topluma fayda sağlayabildiği, nitelikli insan kaynağı yetiştirebildiği ortaya konuluyor. Yine bu araştırmalara göre liyakate dayanmayan, bir kişinin kararlarıyla atanan rektörlerin üniversite öğretim üyelerinin, öğrencilerin ve toplumun ihtiyaçlarını öncelemediklerini, kendilerini atayan kişinin öncelliklerini hayata geçirdiğini gösteriyor.

YÖK’ün özellikle son iki yıldır kalite kurulları, ihtisaslaşma, objektif ve bilimsel kriterleri öne çıkaran çalışmalarına şahit oluyoruz. Örneğin nitelikli bilim insanlarını yetiştirme, araştırma üniversiteleri ve yetki devri gibi önemli adımlar atıldı. Ancak demokratik olmayan bir süreçle bir siyasi parti genel başkanı tarafından kriterleri belli olmayan ve siyasi kimliğe sahip rektör atamaları yapılan bu çalışmalarla bir tezatlık ve tutarsızlık taşımakta. Akademik nitelikleri yüksek ve seçimle sıralamaya giren rektörlerce yönetilen üniversitelere düşük akademik nitelikli rektörler atandıktan sonra; kurumların ulusal ve uluslararası sıralamadaki başarılarının hızlı düşüşe uğramakta. Prof. Dr. Engin Karadağ’ın, Higher Education dergisinde yayımlanan makalesinde, 197 üniversite rektörlerinin yüzde 24’nün Scopus ve yüzde 35’inin de WoS endeksindeki yayınlar içinde hiçbir makalesinin bulunmadığı ortaya konulmakta.

Ortaya konulan tarihsel süreç ve yaşanan başarısızlıklar tablosu sonucunda üniversitelerin katılımcı ve şeffaf seçimle kendi rektörlerini belirlemesi ve bu kişilerin YÖK veya Cumhurbaşkanının herhangi bir yetkisi olmaksızın doğrudan göreve başlaması yönünde bir yasal değişiklik yapılması elzemdir. Bu adımın atılması için TBMM Başkanlığı’na sunduğum kanun teklifi bir an önce Meclis gündemine alınmalı. İlgili tüm tarafların katılımı ve ideal-çağdaş katılımcı bir yaklaşımla bilimsel-objektif ve liyakati temel alan demokratik bir seçim sistemi kalıcı kılınmalı.