‘Rezalet. Kış uykusuna yatmak istiyorum. Baharda yine gelirim’

MERVE AÇIKGÖZ

Giray Kemer, ‘Olaylar Boksörün Pazı Sarması Yemesiyle Başladı’ kitabının ardından, ‘Ses Veriyorum’ ismini verdiği ilk romanıyla geçen aylarda raflarda yerini aldı. Giray Kemer ile yazma serüvenini, edebiyatı ve yaşadığımız ülkeyi konuştuk.

»Alejandro Zambra, “Sen roman mı yazıyorsun, hani şu kısa bölümleri olan, kırk sayfalık, şimdilerin modası romanlardan?” diye soruyor Bonzai’de. Senin romana yönelişinde bu kısa bölümleri olan popüler anlatımın etkisi var mı?
Zambra bir sürü şey söyledi. Tamamı da oldukça ilham vericiydi. Son zamanlarda beni en çok heyecanlandıran yazar. Hatta Carver ve Mehmet Günsür’ün başyapıtı ‘İçeriye Bakan Kim’i saymazsak o kadar ilham veren bir tarz görmemiştim uzunca süredir. Ses Veriyorum’da sırf Zambra okurken heyecanlanıp eklediğim bir bölüm bile var. Sıkılan bir adam anlatırken İnter-Reggina maçı örneği verişi, House izlettirdiği başkarakteri vs. Mesele atmosfer yaratmaksa ki bence öyle bunun ustalarından biri Zambra ve kullandığı araçlar devrim niteliğinde bence.

Yine de sorun özelinde ayrılıyoruz. Ben romana yönelmedim. Metin kendiliğinden bu şekilde gelişti. Belki daha belirgin bir kronolojiye, bir finale ihtiyaç duydu. Özellikle yöneleceğim, eğileceğim bir alan olacaksa bu hep öykü olacak.

»İlk kitabından bu yana, büyük cümlelerin çatısından kendini sakınan, ekonomik bir anlatım benimsiyorsun. Son zamanlarda yoğun ilgi gören dergilerle birlikte yükselişe geçen aforizma edebiyatına, kendi kıyından nasıl bakıyorsun?
Bazı şeyler hakkında o mevzuda sınanmadan ahkâm kesmek samimi gelmiyor. Ben ilk kitabım çıkmışken o dergilerden birinde sadece bir yazılık bulundum. Devam etmek isteseler, paramı verseler, ilgi ihtimam gösterseler, samimi olsalar, popülarite kazandırsalar başka türlü davranır mıydım bilmiyorum. Ama şu an olduğum yerde çoğu noktasında iyi ki içerisinde değilim diyebiliyorum. Yanlış anlaşılmasın popüler dergilerin bu denli eleştirilmesi, kalitesinin sorgulanması noktasında da o kadar katı değilim, zira “o dergiler olmasa Proust okuyacaklardı” gibi bir durum yok.

»Ses Veriyorum’daki mekânlar, anlatılan olay unutulsa bile insanın aklından çıkmayacak gerçeklikle inşaa edilmiş. Mekânı seçmek senin için hikâyeyi belirlemenin neresinde duruyor?
Metni öykü matematiğiyle yazınca temel birkaç sacayağı üzerine kurmak durumunda kalıyorsunuz. Fiziksel zaman, psikolojik zaman, bunların süreleri, sağlam girizgâh, sağlam final, kişiler, sesler ve mekân tabii ki. Ama ben mekânı sadece olayın geçtiği yer değil karakterlerden biri gibi görüyorum. Ankaralılık deformasyonu diyelim.

»Burak ve Avukat’ın dostluğu, aynı çatı altında paylaştıkları, dertleri, neşeleri iki erkeğin özel hayatının ötesinde bir şeyle okuru yakalıyor. Bu şey, hikâye devam ederken ve şarkılar değişirken, okurun aynı yıldızlı gök altında kendi hafızasını önüne sermesi olabilir mi?
Diyalog üzerine metnin içerisinde de bir şeyler söylemeye çalıştım. Anlatılan ne kadar iyi olursa olsun inandırıcılık katan, okuyucuyu asıl yakalayan hikâyenin melodisi oluyor. O sesi de ancak diyalogla verebiliyorsun. Bu kitap iki adam konuşsun diye yazıldı. Başka bir hikâye yazıyordum. Baktım ana karakter Burak gibi konuşuyor “madem o konuşsun” dedim. Onun konuşmasındaki samimiyettir belki de bahsettiğin. Karakterlerin diyaloglarına önce kendim inanmalıyım ki yazabileyim.

»İlk kitabında bir boksörün hikâyesi, ikinci kitabında bir avukat ve edebiyatla haşır neşir yakın arkadaşı, Ankara… Hatırlamak ve yaşadıklarından faydalanmak edebiyatında büyük bir yer tutuyor diyebilir miyiz?
Birinci tekil şahısla yazınca “o gerçekten sen misin”ler başlıyor ister istemez. Hele bir de yazdıkların hayatınla da paralellik gösterince “o sen misin?”ler “kesin o canım”a dönüşüyor. Benim içinse olan biten biraz önce söylediklerimden farklı değil aslında. Temel kriterim samimiyet ve inandırıcılık. İyi bildiğim birkaç şehir var, en iyi bildiğimse Ankara. İyi bildiğim birkaç spor var. Biri boks, biri futbol. Mesleğim avukatlık. E onu da biraz bilirim. Müzikle haşır neşirim. Üç beş şarkı bilirim. Bilmediğini yazmanın yapıntı duracağını, samimiyetsizliğini hemen hissettireceğini düşünürüm hep. Oturur, araştırır yazarsın pekala ama o bile kendini ele verir. Knock downla knock outun karıştırıldığı, boks menajerine boks ajanı dendiği çok yazı okudum. O hale düşmek istemem açıkçası.

»Biraz da ülkenin durumundan söz edecek olursak… Şehirlerinde sürekli bombalar patlayan, insanların katledildiği bir ülkede, kitap yazan bir hukukçu olmak nasıl bir şey?
Rezalet bir şey. Kış uykusuna yatmak istiyorum. Geçenlerde planet earth’te izledim. Vücut ağırlıklarının dörtte biri gidiyormuş. İçini döküyorsun resmen. Baharda yine gelirim. Çünkü sürecin kokuşmuşluğunun en keskin noktasıyla sürekli muhatap olmak zorunda kalıyoruz. Bazen dayanılacak gibi olmuyor. Artık açıkça bizdensen her şey serbest, onlara her şey yasak gibi bir fiili durum oluştu. Standart bir yandaş aleni katliam çağrısı yapılabiliyor, milletvekilleri ölümle tehdit edilebiliyor, cinayet, hırsızlık, tecavüz, linç vs bu cenaha serbest iken muhalif biri laikliği savunmak, yazmak, barış istemek, cumhurbaşkanına çay vermemek gibi sebeplerle dahi tutsak edilebiliyor. Bu noktada ne söylenebilir ki?

»Son dönemlerde neler okuyorsun, çağdaş yazarlar içinde seni etkileyen yazarları ve kitaplarını okurla paylaşmak ister misin?
Çok fazla iyi metin okudum, okuyorum yakın zamanda. Sezgin Kaymaz’ın ‘Yanlış anlama Ömer Faruk’ hikâyesinde kahkahadan karnıma ağrı girdiğini hatırlıyorum mesela. Aynı şekilde ‘Bakele’ öyküsünde de ağlamamak için kendimi zor tutuşum ilk aklıma gelenlerden. İlyas Barut’un ‘Bil ki hayat virane’ kitabı içine bir yumru oturtur insanın döner döner okurum. Sinan Sülün’ün ‘mavi pelikan’ının Carver’ın kanada kazlarıyla kardeş olduğunu düşünürüm hep. Valeria Luiselli ‘Kalabalıkta Yüzler’ diye harikulade bir kitap yazdı geçen yıl. Meltem Gürle’nin ‘Kırmızı Kazağı’ sürekli sırtımızda, başucumuzda zaten. Mehmet Eroğlu romancılığının çok büyük ve dünya çapında olduğunu düşünüyorum. Külliyatında eksiklerim var onları tamamlamaya çalışıyorum. Murat Uyurkulak, Emrah Serbes, Murat Özyaşar, Sema Kaygusuz, Banu Özyürek, Şule Gürbüz, Meriç Demiray, aklıma gelen gelmeyen çok iyi yazarlar ve çok iyi metinler var. Hepsi iyi ki varlar.