Gitti. Kibarlaştırmayalım. Kovuldu.

Gitti.
Kibarlaştırmayalım. Kovuldu.
Sadece tazminatını verip veremeyecekleri noktasında tereddüt ettiler ve bu parayı gözden çıkarmaya karar verdikleri an bir dakika bile düşünmeden kapının önüne koydular.
Kurallar yine buraların kitabına uygun işletildi.
Oysa çok kısa bir süre önce çalıştığı kulübün başkanı yola kendisiyle devam edeceklerini söylemişti. Geldiği yerde böyle birşey söylendiğinde işini kaybetme korkusu yaşamazdı. Söz sözdü oralarda, “Yola beraber devam ediyoruz” denirse, yola beraber devam edilirdi.
Üstelik genç bir teknik adamdı. Türkiye’ye yabancıydı. Zamana ihtiyacı vardı. Her şeyi baştan inşa etmek hiçbir işte olmadığı gibi futbolda da kolay değildi ve nerede bulunduğunu anlaması, nasıl hamle yapacağına karar vermesi, o topraklara özgü dengeleri hissedebilmesi için biraz durmalı, etrafına bakınmalıydı.
Tabii ki Türkiye’de yabancı bir teknik adam olarak çalışmanın zorluklarını o da yaşadı.
Hali vakti yerinde, maddi sıkıntısı olmayan, hatta epeyce nakit paraya sahip olduğu sık sık dillendirilen bir kulübün başına gelmişti halbuki...
Her genç teknik adam gibi hedefleri vardı. Üstelik buralara gelmeden önce epey iddialı bir takım çalıştırmış, genç yaşında teknik adam olarak rüştünü ispatlamıştı.
Aile hayatında mutluluğu ikinci eşinde bulmuştu. Hayatının bu döneminde geriye halledilmesi gereken tek şey olarak kariyeri kalmıştı.
Olmadı. En azından buralarda olmadı.
Şimdi gitti. Çok yakında ülkesinde bir gazeteye veya televizyona konuşacak. Buraları ne kadar acayip bulduğunu anlatacak. Kendisine nasıl davranıldığını, yöneticilerin ne gibi tuhaf isteklerinin olduğunu, oyuncularının kendisini içeriden sabote olduğunu paylaşacak.
Belki tazminatını tam olarak alıncaya kadar susabilir ama... Öyle ya, kolay değil buralarda hakkın olanı istemek... “Buranın ekmeğini yedi şerefsiz, bir de giderken utanmadan para istedi” derler adama... “Yabancıyla çalışırsan böyle olur” diye taşlarlar arkandan...
Çok üzülmesin ama... Çok yakında yeni bir takımın başına geçecek, mutlu olacak, ikinci eşiyle, çocuklarıyla futbol ve sevgi dolu bir hayatı olacak. Buralardan çok uzakta... Biz birbirimizi yemeye devam ederken...
Bize çok kızmasın bir de. Bilsin ki, kendi memleketinden kalkıp buraya gelenleri takdir ve derin bir saygıyla karşılayanlar da var burada. Yaptığı işin zorluklarının farkında olanlar da. Suçun ondan çok, bu çarpık yapının, onun görev yaptığı kulübün başında olduğunu çok iyi bilenler de.
Güle güle Thomas Doll.
Güle güle...
Rijkaard’ı yazdım sandınız değil mi? Yukarıda onca cümlede ondan bahsediyorum diye düşündünüz değil mi?
Hayır onu yazmadım. Gençlerbirliği’de önce bizzat başkan İlhan Cavcav tarafından görevine devam ettiği söylenen, tazminatının verilmesi kararına varıldığında bir dakika bile tereddüt edilmeden gönderilen genç Alman’ı yazdım.
Bir yandan da evet, aslında Rijkaard’ı yazdım. Veya Del Bosque’yi... Veya Zico’yu... Veya Tigana’yı... Veya Gerets’i... Veya Zenga’yı...
Kimisi daha göz önünde, kimisi daha ıssız. Kiminin üzerinde spot ışıkları, kimi bavulunu toplarken bile yalnız.
Bu diyardan tüm teknik adamlar yıllardır şaşmayan bir ezberle ve aynı hikayeyle ayrılırlar. Gizli bir ırkçılığın kurbanı olurlar. Onların yerine vakti zamanında niye bir Türk istihdam edilmediği sorgulanır hep. Derwall, Milne ve belki biraz Piontek. Başka mutlu aşkımız yoktur bizim. Yabancı teknik adamları tarihin çöplüğüne atmayı ne de severiz.
Güle güle... Mutlak bir Batı hayranlığı ile satır arasına gizlenmiş incitici bir faşizmin arasında yaşanan hezeyanların ülkesinde akıl sağlığını muhafaza etmeye çalışanlardan bu “Güle güle”... Başkası da gelmiyor elden zaten.
Ve bu yazıyı yazarken dinlediğim, sözleri Murathan Mungan’a ait bir Yeni Türkü şarkısıyla bitsin yazı. Öyle bitsin.
Kimdi giden, kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de bu yüzden gitmiştir zaten

KİŞİSEL NOT: Yazı yazmak, hele de belli bir rutinde yazı yazmak gerilimli bir iş. Yanlış anlamayın, “gergin” değil, “gerilimli”. Tıpkı bir gerilim filmindeki gibi... Rahat vermeyen, insanı sürekli dürten, zihnin bir parçasını sürekli meşgul eden... Bu tuhaf maceraya bir kez daha atılmış oldum. Bundan böyle pazar günleri yukarıdaki gibi “gerilimli” yazılar yazacağım sanırım. Yani umarım. Yani becerebilirsem. Öyle...