Erdoğan felsefe hakkında lâf ediyor; ben de ‘gebelikten nasıl korundum’ diye konferans verebilirim. Dil, kültür hakkında da sesler çıkartıyor: ‘Sağlıklı saçlara nasıl sahip olunur’ adlı kitabımı okuyun (25-30 yaşlarımdan beri yarı-kelim.)

İsmail Saymaz diye bir ‘adam’ (bir anne, yaşını başını almış kızına ‘hâlâ adam olamadın’ diyebiliyorsa ‘adam’ cinsiyet-ötesi bir kelimedir) var; Saymaz’a mümasil, bizde (BirGün’de) ve onların dışında ancak birkaç kişi var, muharrir-gazeteci-adam diyebileceğin.

17-25 Aralık rezaletinden sonra, 15-20 gün içinde on binlerce polisi, hâkimi ve savcıyı en keyfî bir biçimde (soruşturmasız ve de karda kışta) sürgün eden bir haydutluk rejiminde, polisin insan gibi, yargının da bağımsız olmasını beklemek tam bir salaklıktır: 16 yaşında çocuğu sınıfından alıp tutuklayanlar, iyi kötü bir hukuk devletinde yaşıyor olsalardı, pekâlâ namuslu ve şerefli insanlar olarak kalabilirlerdi: Erdoğan diktatörlüğü, daha doğrusu her diktatörlük, şerefsizleştiricidir.

İsmail Saymaz’dan bahsediyorduk: Ali İsmail cinayetini, canilerini ve reis/şef-katillerini o ortaya çıkarttı. ‘Reis’in valisi ne demişti: Ali İsmail’i arkadaşları öldürmüştür, polisi suçlayabilmek için. Daha sonra da İsmail Saymaz’ı tehdit etti ‘bu’ (‘adam’ kelimesini tabiî ki kullanmayacağım); kendisi hâlâ vali; ama, kimin valisi?

Yine bir İsmail Saymaz haberi: Turan Dursun’un ana-babasının tam beş evine haciz getirtmişler; katile mahkeme masrafını ödemediler diye. Ödenecek miktar, bir buçuk milyarı az geçiyor, eski parayla; haciz getirilen mülkler ise, dedik ya, beş gayri menkûl, haraç-mezat satılsın diye.

Turan, dur ihtarına uymadı diye öldürülen bir genç, 20 yaşında. Adam öldürene katil derler; Duran’ın anacığı da katleden hüküm giymiş polise “katil” dedi diye hakaretten altı ay hapse çarptırılıyor: Katile ‘katil’ demek hakaret değildir; Erdoğan’a ‘Erdoğan’a demenin hakaret olmaması gibi; ama, diyelim bana biri ‘Erdoğan’ dedi, bu tabiî ki hakarettir: Ben, ne göz çıkartıp adam öldüren katilleri ‘talimatı ben verdim, onlar da destan yazdı’ diyerek teşvik ve taltif ettim, ne de “itibarda tasarruf olmaz” (herhalde Gürcü atasözü) deyip milyarlık klozetler üzerinden Cumhuriyet’in saygınlığını kenefe endeksledim.

Osmanlıca, Türkçe, hele hele ‘felsefe’ kelimeleri üzerinden laf eden ‘torba’cının oyununa piyonluk etme salaklığına/alçaklığına düşenlere şunu söyleyip bitirelim: İtibarını kenefte arayanın ağzından çıkana itibar eden, bok kadar muteberdir.

Bir de şu var: Öcalan’ı bir yandan üç buçuk yıldır avukatlarıyla görüştürmeyip diğer yandan da, devletin fiilî muhatabı yapan üçkâğıtçı, milyonlarca insanın barış-huzur özlemi üzerinden kendi ‘yasa-üstü’lüğünü meşrûlaştırma peşinde olan şantajcı bir caniden başka bir şey değildir.

Yazıyı bitirdim derken, yine aklıma geliyor: Kahraman olacak en son şehir Maraş’sa, insan denilecek en son varlıklar da katliamın anılmasına bile mani olan cani dölleridir; Roboski’nin üstü kapatılıyorsa, demek ki caniler, kendilerine dokunulması en riskli olan iki yirmi beşlik (2,25) çeteden birileri veya birkaçıdır; yani, Erdoğan, Fidan, çeyrek olarak da özel generalleri.

Neyse, bu sefer nihaî söz: Mahkeme-i Kübra diye bir şey var mı yok mu, bilemem; ama, Roboski canilerinin hesabını bu dünyada göremeyen bir Türkiye, varlığını sürdürme hakkını yitirmiş bir pislik çukurundan başka bir şey değildir.