Dünyada ne tek bir Roboski var, ne de tek AK Saray fakat tarihin öğrettiği gerçek çok açık! O görkemli AK Saray’ları, Roboskili çocukların tebessümü yıkacak, mutlaka yıkacak ve yerine şiir gibi bir dünya kuracağız.

Roboskili çocukların tebessümü, ‘AK Saray’ları yıkacak…

EMRAH ALTINDİŞ

Yarın Roboski Katliamı’nın üçüncü yıl dönümü ve Roboski üç yıldır Türkiye’nin aynası. Sorumlular ellerinden geldiğince katliamı unutturmaya çalışıyorlar zira yaptıklarının insanlığa karşı islenmiş bir suç olduğunun en çok onlar farkında. Korkuyorlar, çok korkuyorlar. Tıpkı tepelerinde ucan jetleri görüp, son anlarında birbirlerine kenetlenen o güzelim çocuklar gibi, birbirlerinin günahlarına kenetleniyorlar! 29 Aralık 2011 aksam üzeri, vergilerimizle havalanan F-16 jetleri, başka bir geçim kaynağı ve olanak olmadığı için günlüğü 50 liraya, buz gibi havada, bölgedeki tüm askeri yetkililerin bilgisi dahilinde, sınırın öteki yakasındaki akrabaları ile sinir ticareti yapan on yedisi çocuk, otuz dört insanımızı katletti. Bu katliamın ardından ne bir asker, ne bir sivil hiç bir yetkili değil ceza almak, yargılanmadı dahi. Askeri Savcılık, 6 Ocak 2014 tarihli kararında  şüpheli askerler hakkında bir dava açılmasına gerek olmadığına karar verdi, ayni kararda bombalama emrinin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel tarafından verildiği de açıklanmış oldu.
Peki ama 34 insanın katilleri neden yargılanmıyor? Çünkü Türkiye’de yazılı olmayan ve fakat hepimizin çok iyi bildiği, tüm yasaların üzerinde bir yasa var. Bu memlekette devlet tarafından işlenen cinayetlerde ya da Soma’da olduğu gibi devletin göz yumduğu katliamlarda, suçlular cezasız kalır. AKP de kendisinden önceki tüm hükümetler gibi bu kuralı başucuna yazmış, her olayda ustalıkla uygulamıştır. Peki ama tek suçlu AKP mi? Ya da Genelkurmay Başkanlığı mi? Roboski Katliamı’nın ardından tüm ana akım medya organları susmadı mı? Çok büyük bir utanmazlıkla bu katliamı saklayabileceklerini düşünmediler mi?  Tıpkı Gezi’de yaptıkları gibi gerçeği katletmeye calışmaladılar mı? Üstüne üstlük Yılmaz Özdil başta olmak üzere ırkçı yazarlar, katliam üzerine yalanlarla dolu, katır yazıları yazmaktan utandılar mı? Hadi AKP zihniyetini gecelim, bir tane CHP belediyesi, Roboski Katliamı’nın özellikle sol kamuoyunda ve Kürt halkında yarattığı derin acıya saygı gösterip, düzenlediği 2012 yılbaşı kutlamalarını erteledi mi? Hayır. Bu gariban çocukların hikâyelerini anlamak isteyen ve hikâyeleri acılı annelerinin dilinden dinlemeye cesareti olan Ümit Kivanç’ın “Ağlama Anne Güzel Yerdeyim” adli belgeselini izleyebilir. Sonra o acı ile en yakın Roboski anmasına katılıp, adalet için bir mum yakabilir! Canı hiç birini istemiyorsa, çıkıp bir küfür sallasın gökyüzüne…
Roboski aslında sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da aynası… Sivas Katliamı’nda yitirdiğimiz Behçet Aysan, “Sesler ve Küller” şiirinde, bir sair bilgeliği ile iki satırda kulaklarımıza günümüzün gerçekliğini fısıldar:  “yok başka bir cehennem, yaşıyorsunuz işte...” der. 2014 yılını bitirirken, dünyanın bugün geldiği dehşet verici hali, cehennem metaforundan daha güzel ne anlatabilir? Amerika’da her gün suren polis cinayetleri, Meksika’da kaçırılıp, mafya ve devlet tarafından öldürülen 43 solcu öğrenci, (bahtı) kara kıta Afrika’dan Avrupa’ya gitmeye çalışırken Akdeniz’de boğulan ve haber dahi olamayan on binlerce göçmen, Çin’de, Bangladeş’te “saygıdeğer şirketlerin-mesela Apple-iki kuruşa köle gibi çalıştırdığı isçiler. Akdeniz ülkelerinde her gün ekonomik krizle biraz daha boğulan gençlik, tüm Avrupa’da artan ırkçılığın muhatabı göçmenler, iç savaştan ve emperyalist müdahalelerden mahvolan Suriye ve Irak. Bir diktatörün avuçlarında kıvranan Rusya, siyah maden isçilerini artık beyaz değil, siyah polislere öldürten Güney Afrika, Meksika Körfezi ve Fukuşima’da can çekişen doğa, geçim sıkıntısı ile yarınını göremeyen, kredi kartına bağımlı olmuş, sisteme borç zincirleri ile bağlanmış milyarlar… Ve çileli koca kıtada Türkiye… Hazır yıl biterken, Roboski vesilesi ile bir de Türkiye’nin, siyasi iktidarın 2014 insan hakları karnesine bakalım. Özeti baştan verelim: Roboski istisna değil, bu memlekette her gün Roboski.


2014 HAK İHLALLERİ...
Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve İnsan Hakları Derneği geçtiğimiz hafta ortak bir basın açıklaması düzenleyerek 2014’te yaşanan hak ihlalleri gözlemlerini paylaştılar. Sağcı, solcu, inançlı, inançsız, politik, apolitik her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını utandıracak rakamlardan bir kaçını paylaşmak istiyorum, tarihe buradan da not düşelim. 2014 içerisinde 301’i Soma’da olmak üzere, 1723 isçi, iş cinayetlerinde katledildi. Değil Başbakan, bir Bakan, bir orta sınıf bürokrat dahi özür dileyip, istifa etmedi, sıcacık koltuğunu, haşmetli makamını bırakamadı. Yıl içerisinde beş kişi gözaltında yaşamını yitirdi, kolluk güçlerinin yargısız infazı ve benzeri olaylarda 39 kişi olduruldu, 61 kişi yaralandı. Aynı şekilde güvenlik güçlerinin gösterilere müdahalesi sonucu 21 kişi yaşamını yitirdi. Nefret cinayetleri, ırkçı saldırılar ve linçler sonucu ise 11 kişi hayatını kaybetti. Sınır Tanımayan Gazeteciler’in bu sene yayınladığı, basın özgürlüğü raporunda Türkiye 180 ülke içerisinde 154. sırada yer aldı. Bianet raporlarına göre 2014’un ilk 11 ayında 236 kadın, erkekler tarafından katledildi. Dünya Ekonomik Forumu kadın erkek eşitliği raporunda Türkiye’nin 140 ülke arasında 124. sırada olduğu açıklandı. Dolayısı ile bu memleket bir erkek için cehennemse, kadınlar ve LBGTİ bireyler için cehennem kere cehennem olduğunu bir kez daha raporlarla ispatlandı. Bu liste bitmiyor, ruhumuzu daha fazla daraltmadan ben durayım. Belki de bu rakamlar yerine Can Yücel’in Vaziyet-i Umumi şiirini paylaşmak yeterdi, ne diyor usta:  “…benim halim memleketin hali/üç gündür kabızım; dışarı çıkamıyorum/ne geğiriyor, ne osurabiliyorum/içim gırtlağıma kadar bok!...”

ENSEYİ KARARTMAYALIM, DİRENELİM 
Peki ama ne yapacağız, enseyi karartıp bu büyük cehennemde kendi köşelerimize mi çekileceğiz yoksa şimdiden ayak sesleri duyulan büyük hareketin parçası mı olacağız? Ben enseyi karartmamaktan yanayım. Her fırsatta söylediğim gibi, cesaret bulaşıcı ve cesaret Gezi’den beri memlekette pek çok insanın damarlarında dolaşıyor, bugün yaşadığımız sessizlik, egemenler açısından en tehlikelisi, fırtına öncesi sessizlik. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da… Geçtiğimiz gün t24’te yayınlanan yazısında Cihan Tuğal hocanın anlattığı gibi nefes alamıyoruz.  Sınırlarla bölündüğü yanılsaması ile yaşadığımız bu dünyada, tüm insanlığı nefessiz bırakan tek bir sistem var. Coğrafyaya göre zalimlik oranı ve yöntemi değişse de, her gün, her yerde pek çok adaletsizliği, acıyı yaratan bu sistem Gezi benzeri çok büyük halk hareketlerine gebe. Amerika’da 60’lardan sonra ilk kez bu kadar kitleselleşen gösteriler, İspanya’da sokak hareketinin solla birleşerek kurduğu Podemos hareketi, Yunanistan’da sırtını sokağa yaslamış, yaklaşan ilk seçimleri alacacağından emin iktidara yürüyen sol koalisyon Syriza, Meksika’da devlet ve mafya tarafından öldürülen 43 solcu öğrenciyi unutturmayan  milyonlar, baskıcı Çin yönetimine karşı direnen Hong Kong şemsiye hareketi, Türkiye’de, 2013’te yaşadığımız milyonları sokağa döken görkemli GEZİ, 30 yıllık özgürlük hareketinin tecrübesiyle Demirtaş’ın % 10 başarısı ve daha duyduğumuz, duymadığımız irili ufaklı değişimin ayak sesleri… 2015’e girerken yani başımızda IŞID katillerine karşı basta kadınlar ve gençler direnen, yeni ve özgür  bir yaşamı kuran Rojava…
Hâlâ sürmekte olan dünyadaki ekonomik daralma, bizleri ikinci dünya savaşının öncesi koşullara götürüyor.  Bundan sonrası biz büyük insanlığa kalmış, ya yükselen ırkçılığa, otoriterleşen rejimlere yenilip, faşist rejimlerin altında yeni cehennemleri tecrübe edeceğiz ya da bu barbarlığa bir son verip, adil, güzel bir dünya kuracağız. Roboskili çocuklara, Berkin Elvan basta olmak üzere Gezi’nin canimiz çocuklarına, henüz cenazelerine dahi ulaşılamayan Meksikalı çocuklara, Amerika’da polisin boğarak öldürdüğü Eric Garner’in altı çocuğuna, Soma’da katlettikleri 301 isçinin 432 kalbi yaralı çocuğuna, Çin’de iki kuruşa kullandığımız bilgisayarları, telefonları yapan isçilere, adalet mücadelesini ölene kadar bırakmayan Berfo Ana’ya borcumuz var. Nefes alamayan, bir doğa felaketine sürüklediğimiz bu yaşlı dünyaya borcumuz var. Adil bir dünyayı kurmak, bulunduğumuz her ortamda ADALET talep etmek ve suçlularla yüz yüze geldiğimiz her ortamda yedi düvele rezil rüsva etmek…  Bunun için artık Gezi’de olduğu gibi ayrıldığımız noktaları değil, buluşabileceğimiz asgari müşterekleri konuşma zamanı… Soma’yı ve Roboski’yi, kadın cinayetleri ile  doğa katliamını, Madımak’ın acısı ile taşeron isçinin acısını birleştirme zamanı… 2015 ve akan zaman bizleri içinde yaşadığımız cehennemi, cennete dönüştürebileceğimiz günlere yaklaştırsın. Bunu yapacak kudret damarlarımızda akan asi kanda mevcut! Dünyada ne tek bir Roboski var, ne de tek AK Saray fakat tarihin öğrettiği gerçek çok açık! O görkemli AK Sarayları, Roboskili çocukların tebessümü yıkacak, mutlaka yıkacak ve yerine şiir gibi bir dünya kuracağız. Cemal Süreya’ya kulak verelim:

“…Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz...”