Sonuçta röportaj söze dayalıdır elbette. Ama bir röportajcı yaptığı konuşmayı görselleştirmeyi de becermeli. Sorduğu sorulara aldığı yanıtlar, okuyanın kafasında bir görsel oluşturmalı. Bir okuru olarak ben İpek Özbey’in röportajlarında bunu yapabiliyorum.

Röportajın yeniden canlandığının habercisi: Türkiye’nin kayıt defteri

MEHMET ERDEM

Kolay gibi göründüğü için herkes yapabileceğini sansa da röportaj, gazeteciliğin en zor alanlarından biridir. Her şeyden önce gazeteci ile muhatabının arasında gerçekleşen “özel bir konuşma” türü olan röportaj birkaç temel esasa dayanır. Gazeteci, merak edilen konu her ne ise onu anlatabileceğine inandığı “doğru” kişiyi bulmak zorundadır öncelikle. Bulduktan sonra da doğru soruları sorması gerekir. Bazen bir konunun uzmanı olabileceği gibi her hangi bir nedenle kamuda gündem olmuş biri de konuğu olabilir gazetecinin. O zaman da kamudaki hassasiyeti de merakı da sorularında dengelemek zorundadır. Zor iş yani.

Mesleğe ilk başladığım yıllarda Şahap Balcıoğlu ile tanışmak, onca yaş farkına rağmen “dostu” olmak, nihayet onunla aynı kurumda çalışmak onuruna/şansına sahip olmuştum. Bilenlerin de itiraz etmeyeceği bir röportaj ustasıydı Şahap ağabey. Onun özellikle 80’li yıllarda, cuntanın etkisinin hâlâ sürdüğü dönemlerde yani, ülkenin belki de tek muhalif gazetesi olan haftalık Somut gazetesindeki röportajları gerçekten bir şaheserdi. Bazılarının hazırlık sürecinden haberdarım, benden de konuşacağı kişiye ilişkin bilgi, belge bulmamda istekleri olmuştu. İddialıyım, Balcıoğlu tarzı röportaj tekniği artık günümüzde yok. Hem meslektaşların sanırım ilgisizliği hem de ilgi duyanlar varsa da herhangi bir figür ya da nesne hakkında bilgi toplamaya yarayacak “erişim” olanaklarının çokluğu, röportaj için mutlaka olması gereken “uğraşıyı” gereksiz kılıyor. Böyle olunca da okuduğumuz “röportajlarda” Balcıoğlu’nun zihnimize yerleştirdiği tadı bulamıyoruz. En azından benim kuşağım için böyle bu.

RÖPORTAJ ELBETTE GEREKLİDİR

Röportaj neden gerekli olsun ki demişti genç bir meslektaşım. Zaten her olguya bu tür soruyla yaklaşılırsa tartışma baştan bitiyor. Gereksiz bir sorudur bu ama yine de yanıtı “neden gerekli olmasın ki?” olmalıdır. Soruda haklılık payı da var bir yandan. Günümüz kamusal figürleri o kadar ortada, o kadar göz önündeler ki, ne söyledikleri, nasıl tutumlar takındıkları da sır değil haliyle. Merak edilecek bir tarafları yok çoğunun. Ama belki de sadece bu yüzden iyi bir röportaj gazetecisinin her halinden haberdar olunduğu sanılan figürlerin en az bilinen taraflarını ortaya çıkarma şansı var. Bu iyi bir gazeteciliği gerektirir. Elbette bu profil röportajcılığı için geçerli. Tabii soruyu soran genç meslektaşıma böyle anlatmadım. Ona okuduğu bir haberde, habere konu olan “olguya” ilişkin detaylara sahip olmak isteyip istemeyeceğini sordum. İstiyorsa eğer bunun en iyi yolu “iyi bir röportaj” okumaktır tabii ki.

Medyamızın, okuyucuda tat bırakan birçok özelliğini artık yitirdiğine inanan biriyim. Benim için Şahap ağabey röportajcılığı da artık bitti maalesef. Ama röportaj bitmedi kuşkusuz. Bunu söylememe yol açan iyi örneklere çok az da olsa rastlıyoruz çünkü. Cumhuriyet’te uzun bir süredir “tadından yenmez” röportajlar okuyoruz örneğin. İpek Özbey, - bana göre - Şahap ağabeyin bayrağını devralan biri olarak öne çıkmış durumda. İpek’in röportajlarında dikkatimi çeken ilk özellik, röportaj nihayetinde iki kişinin konuşmasıdır elbette ama, hem soran hem de dinleyen olmayı becermesidir. Bu her zaman tutturulabilen bir denge değil. Kendisine ayrılan sayfanın sadece kendisine ayrılmadığını bilen biri olarak muhataplarını, tabii ki ustaca yöneltilmiş sorular doğrultusunda, “açabilen” bir gazeteci İpek. Üzerinde olduğu alanın sınırlarını bilen, “konuğuna” daha fazla fırsat veren, gerekirse yapılır ama, röportajda konuyu unutturacak polemik tuzağına düşmeyen bir gazeteci. Belirteyim, iyi yapılırsa polemik de müthiş bir okuma isteği uyandırır kuşkusuz. Gazetecinin, karşısındakiyle polemiği sürdürecek kadar konuya vakıf olması koşuluyla tabii. İpek, istese yapabileceğinden eminim ama tarz olarak bu tür röportajlar yapmıyor; bir bilgi aktarıcısı olduğunun farkında. Bu yanıyla da harika bir “iş” yapıyor.

Kendi adıma söylüyorum, röportajlarından bilgi ediniyorum. Gündemdeki hiçbir konuya uzak değil. O konuya vakıf figür bulmada da üstüne yok İpek’in. Bazen tartışmalı figürleri, sadece tartışmalı oldukları için konuğu yapabiliyor. Binali Yıldırım bu röportajlardan biriydi örneğin.

KONTROLÜ ELE ALMAK

Şimdi bakın, bizim gibi ülkelerde İpek gibi genç gazeteciler “yüksek profilli” birileriyle röportaj yaptıklarında kontrolü ele almayı becermek zorundalar. Kadın gazetecilerin ise ayrıca bir zorluğu var, bir “erkek” konuk karşısında kontrolü daha da ele almaları gerekiyor. Maço kültürel temelli tutumları yansıtan çok erkek konuk gördük çünkü. İpek’in bunu başardığının tanığıyım. Kırmızı Kedi yayınlarından çıkan, onlarca röportajının bir seçmesi olan Manşet adlı kitabında bunun örneklerini göreceksiniz. Kadın ya da erkek, bir meslektaş yaşadığı ülkenin, çalıştığı kurumun kültürel ortamını göz ardı edemez. Etmemeli, bunun için de röportajı kontrolünde tutmak, röportaj için gerekli bilgileri hem de zaman kaybetmeden edinmek mesleki becerinin olmazsa olmazı. İpek’in bunu başardığını göreceksiniz. İpek, nihayetinde bir konuşma yapıyor. Ama bunu kendisini de dinleyenler safına dahil ederek yapıyor. Bir röportajcı bu titizliği göstermek zorundadır. İpek, karşısındakinden aldığı yanıtlara ilgi duyan bir gazeteci. Okuduğunuzda fark edeceksiniz.

Sonuçta röportaj söze dayalıdır elbette. Bir röportajcı yaptığı konuşmayı görselleştirmeyi de becermeli. Sorduğu sorulara aldığı yanıtlar okuyanın kafasında bir görsel oluşturmalı. Yine kendi adıma belirtiyorum, İpek’in röportajlarında ben bunu yapabiliyorum.

The Wall Street Journal’ın son derece başarılı röportajcılarından biridir Fred Zimmerman, bir röportaja nasıl hazırlanılacağı konusunda bazı önerileri var. En önemlisi şu: Görüşülecek kişi hakkında araştırma yapın, bu sadece doğru soruları sorabilmenizi, cevapları anlayabilmenizi değil, aynı zamanda görüşülen kişiye, konuyu anlamak için zaman ayırdığınızı, onun tarafından kolay kandırılamayacağınızı kavratmak anlamına gelir. İpek bunu başaran bir gazeteci.

Özbey’in Manşet adlı kitabında daha sonra gerisinin geleceğini duyurduğu röportajlarından seçmeler var. İmzalayıp yollama lütfunda bulunduğu kitaba “Bir dönemi kayda geçirmeye çalıştım” diye yazmış. Bu sadece bir ithaf cümlesi değil. Çok ağır bir sorumluluğun da ifadesi, elbette farkındadır bunun.

Söz gerçekten uçup, gidiyor. Kalıcı olan yazıdır. İpek, sadece konuk ettiklerini değil, kendisini de kalıcılaştırıyor böylelikle. Sosyologların, siyasal bilimcilerin, antropologların ileride bir toplum araştırması yaptıklarında başvuracağı kaynaklardandır gazeteci kitapları. Manşet de bu kitaplardan biri. Dileğim, mesleğe hevesli olanların da halen yapanların da önemli bir kaynak/yöntem olan Manşet’ten yararlanmaları.

Zorluk soru bulmakta değil, nasıl sorulacağını bilmek de. Manşet bu nedenle de ayrıca çok iş yarar bir kitap. Ellerine sağlık İpek Özbey.