Kevgirin deliklerinden dünyaya bakmak. Bütün fazlalıkların kevgirden süzülmüş olması ve kevgirin deliklerinden kevgirin de korumasıyla dünyaya bakmak. Öykünün sonundaki harika desende kevgirden bakan Tante Rosa’yı da görüyoruz. Ve elbette gülümsüyoruz.

Rosa ilkbaharda uçuşan kavak pamuğudur

ŞAFAK BABA PALA

Her yazıya başlarken içimde bir tedirginlik olur. Bu tedirginliğimin nedenini tam olarak bilemem ama içim pır pır eder işte. Bir yazıyı yazmak için masaya oturmayı da elimden geldiğince ertelerim. Hep böyle olur ama her ne olursa olsun yazmaya devam ederim. Bu yazı için de aynı durum yaşandı ve zor da olsa, e biraz geç de olsa oturdum masaya. Peki ya ben yazı yazmayı neden bu kadar çok erteliyorum? Bu sorunun cevabı uzun ve belki de başka bir yazının konusu. Yine de şunu belirtmek gerekir ki bu gerçekliğin altında uzun yıllardır alt benimizde taşıdığımız, neredeyse genetik kodlarımızdan bize geçen bazı durumlar, bazı kadınca durumlar olabilir. Evet, kadınca durumlar var ama ne olursa olsun ne kadar ertelenirse ertelensin, o masaya oturmak için sürdürülen bir inat da var. İyi ki de var.

Bu yazının konusuna gelince, bu yazının konusu aslında Sevgi Soysal’ın kimilerine göre minicik bir roman, kimilerine göre de on dört öyküden oluşmuş bir öykü kitabı olan Tante Rosa. Kendini bir prenses gibi duyumsayan Tante Rosa. Küçükken hangimiz kendimizi bir prenses gibi duyumsamadık ki? Babasının prensesi, mahallelinin ya da dedesinin prensesi… Bir prenses gibi süzülürken birden bir taşa takılıp düşmedik mi çoğumuz? Bilirsiniz Tante Rosa kitabın ilk öyküsünde, Kraliçe Victoria’nın at üstünde çekilmiş fotoğrafını görür, at cambazı olmak ister ve bu hayalinin peşinden gider. Fakat bu at cambazı olma macerası pek güzel sonuçlanmaz. Yaşadığı bütün olumsuzluklardan sonra yine Kraliçe Victoria’nın at üstünde çekilmiş fotoğrafına bakar ve at cambazı olamayacağını anlar Tante Rosa. Fakat yine de istediği gibi yaşamaya dair inadından, hayallerinin peşinden koşmaktan vazgeçmez.

Hayatın Emekçisi Sevgi Soysal Sempozyumu açılışında sahnelenen, Berfin Zenderlioğlu’nun yönettiği “Nasıl Yaşanır Hayat?” müzikli dinletisinde sevgili Meltem Yılmazkaya, bir prenses olan Tante Rosa’yı canlandırmıştı. “Ben içimi öldüremem, çünkü içim bir prenses”(2) sözleri ve Tante Rosa’nın sesi (ve doğrusu Meltem Yılmazkaya’nın sesi elbette) hâlâ kulaklarımda. E tabi biz kadınlar bir prenses olmak ne demek iyi biliyorduk. Bir nevi içimizdeki çocuğu öldürmemek gibiydi içimizdeki prensesi öldürmemek de. Tante Rosa da prenses olmakta ısrar etmişti. Sevgili Meltem Yılmazkaya da o göze batmayan ama derinden ısrarı bize duyumsatmıştı. Oyuncunun ve metnin gücü bu olsa gerek. Bu arada tüm ekibin başarısını da burada anmak isterim. Muhteşem oyunculukları için Ceren Enginsoy, Sevinç Erbulak ve Şebnem Köstem’e de bu yazıyla kendi adıma teşekkür ederim. Aynı şekilde başarılı müzikler için Burçak Çöllü’ye, ışık tasarım için Alev Topal’a ve yaptığı her işe ışığını katan sevgili Berfin Zenderlioğlu’na bin sevgi gitsin bu yazıdan.

Sevgi Soysal’ın ironik dilini bu kitabın her sayfasında duyumsuyoruz. Yine onun mizahi yönüne birçok yazar değinmiştir ve Aziz Nesin’in mizahı yönüyle karşılaştıranlar da olmuştur. Erendiz Atasü Sevgi Soysal’ın mizahının Aziz Nesin’in şakacı mizahından farklı olarak; batıcı, ısırıcı, acı bir mizah olduğuna değinmiştir ve edebiyatımızda pek örneğine rastlanmadığını dile getirmiştir.(3) Ben de bu görüşe katılıyorum. Sevgi Soysal’ın anlatım biçimi kendine özgüdür. Zaman zaman çok sert de olabilir. Kalemi cesurdur.

Tante Rosa’da bu sert mizahı daha az gördüğümüzü düşünüyorum ama renkli hayal dünyasından izlere, muzip anlatımına bu öykülerin birçoğunda rastlıyoruz. Tam da burada Tante Rosa’nın Hayvanları öyküsünün sonunu sizinle paylaşmak isterim.(4)

“Evlerinin yıkıldığını, Bombardımanlardan Zarar Görenler Derneği’nin, Gönüllü Pembe Melekler Halkla Elele kampanyası sayesinde yaptırdığı lojmanlardan birinde kaldıklarını hatırladı ve evini sırtında taşıyan hayvanı sevmedi. Evin kişiden ayrı, yıkılabilir bir nen olduğunu, olması gerektiğini o gün anladı.

Bu yukarıdaki olaylar Tante Rosa’dan kevgirden süzülen su gibi akıp gitti ve Tante Rosa kevgirin deliklerinden dünyaya bakmaya başladı.”

Kevgirin deliklerinden dünyaya bakmak. Bütün fazlalıkların kevgirden süzülmüş olması ve kevgirin deliklerinden kevgirin de korumasıyla dünyaya bakmak. Öykünün sonundaki harika desende (5) kevgirden bakan Tante Rosa’yı da görüyoruz. Ve elbette gülümsüyoruz, bu sözler içimize ne kadar dokunsa da. Kitaptaki desenlerden söz etmişken nedense Tante Rosa ile Küçük Prens arasında bir yakınlık duyumsadım ben. Belki bu çağrışımda iki kitaba da eşlik eden desenlerin, çizimlerin payı da vardır. İçindeki prensesi hiç öldürmeyen Tante Rosa, Küçük Prens’le karşılaşsa diye de düşündüm, düşledim. Böylece nasıl da ilginç bir metin çıkardı ortaya.

İşte tam da burada, düşünmeye ve düşlemeye değinmişken, İpek Şahinler’in Tante Rosa ve Düş(üş) Kavramı(6) adlı yazısında düş kelimesini irdelediği bölümü sizinle paylaşmak isterim. “Düş kelimesi Türkçe Etimoloji Sözlüğü’ne göre dilimize aslen Uygurcadaki ‘rüya, hayal’ anlamına gelen ‘tüş’ kelimesinden girmiş. Bu kökten türeyen ve günümüzde kullanılan ikinci kelime ise ‘yukarıdan aşağıya inmek’ ya da ‘mağlup olmak’ manasına gelen ‘düşmek’… Bu noktada biraz daha kalırsak daha da ilginç bir durum ortaya çıkıyor: ‘düşünmek’ kelimesi. Görünen o ki ‘rüya, hayal’ anlamına gelen ‘düş’ kelimesiyle, ‘inişi, başarısızlığı, çuvallamayı’ çağrıştıran ‘düşmek’ kelimesi günlük hayatta en çok kullandığımız kelimelerden biri olan ‘düşünmek’ kelimesinin anlam yapısını oluşturuyor. Eğer bu analojinin mantıklı olduğunu varsayarsak, düşünmek eyleminin, içinde hayal etmeyi de çuvallamayı da barındıran bir eylem olduğu sonucuna da varıyoruz. Bu anlamda ‘düşünmek’ eylemi bizi hem gerçeklikten uzaklaştıran hem de ona yakınlaştıran bir eylem haline geliyor. Ben Tante Rosa’nın merkezinde bu kavramın, ‘düş(üş)’ kavramının olduğunu düşünüyorum.”

Ben de İpek Şahinler’e katılıyorum. Tante Rosa tam olarak bir düş hikâyesi ve içinde düşü de düşünmeyi de düşüşü de fazlasıyla barındırıyor ve Tante Rosa’nın bir başarısızlıkmış gibi görünen hikâyesi, başka bir bakışla da bir başarı hikâyesi. Kendi düşlerinin peşinden gitmeye cesaret eden düşmekten korkmayan bir kadının hikâyesi Tante Rosa. Yazımın başında kendimden de örnek vererek yazdığım, içinde düşü ve düşünceyi barındıran yazma ve yazamama sorunsalı, altında bir parça da düşme korkusu barındırıyor diyebilir miyiz, ne dersiniz?

Sevgili Adnan Binyazar, “Kitabı okuyanlar, anlatının rahatlatıcı kurgusu, tiplemelerin doğallığı, günlük hayatın cilveleriyle beslenen ironiyi bir yana itiyor ve Tante Rosa Sevgi’nin öz teyzesi mi sorusuyla oyalanıyorlardı. Bu soru benim aklımdan da geçmiyor değildi,” (7) der ve Varlık dergisi için yaptığı bir röportajda bu soruyu da sorar kendisine. Sevgi Soysal’ın cevabı birçoğumuzun bildiği bir cevaptır. “Tante Rosa ne büyükannemin hikâyesi ne de teyzemin yaşantılarını anlatır. O, büyükannemde başlayıp bende biten bir çizgidir.” Aslında bu hepimiz için aynı hikâyedir. Bir kadınlık hikâyesi. O kadar bugüne ve hepimize uygun bir cevap ki. Bütün ayrıksılığına, bütün absürtlüğüne rağmen gizli saklıda kalmış, bugün bile anlatılması zor olan bir kadınlık hikâyesidir anlatılan.

Herkesin farklı biçimde anladığı bir Tante Rosa vardır, bir şekilde kendini yakın duyumsadığı Tante Rosa’dır bu. Bazıları için örneğin, Rosa ilkbaharda uçuşan kavak pamuğudur. Ben, bana yakın gelen Tante Rosa metniyle yazımı bitirmek istiyorum ve Tante Rosaların soluk kır çiçeklerine geri dönmemelerini diliyorum.

“Her kötü yeni olmalı ama kötüye alışılmamalı. Aynı sulu boya kır çiçekleri nasıl tekrar tekrar yapılır? Allah Allah nasıl yaşanır tekrardan.” (8)


(Başlık) Sevgi Soysal, Tante Rosa, 20. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, Ekim 2017, s.88

2- Sevgi Soysal, Tante Rosa, 20. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, Ekim 2017, s.22

3- Yeni E Dergisi, …Sevgi! dosyası, Mayıs-Haziran 2021, sayı 55-56

4- Sevgi Soysal, Tante Rosa, 20. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, Ekim 2017, s.30

5- Kitaptaki desenler Buntbuch-Verlag’ın 1981’de Aliye Yenen çevirisiyle yayımladığı Tante Rosa’nın Almanca baskısı için çizilmiştir. Desenler Selçuk Demirel’e aittir.

6- Hayatın Emekçisi Sevgi Soysal Sempozyumu, 1. baskı, Nilüfer Belediyesi Kütüphane, Bursa 2018, s.120

7- Seval Şahin, İpek Şahbenderoğlu, İsyankâr Neşe, 1. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 2015, s.328-329

8- Sevgi Soysal, Tante Rosa, 20. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, Ekim 2017, s.43-44