Zaman ve sudan oluşan denizyeraltından kopup gelen sert sarsıntılarla kabarmıştı. Derin mavi sahnedeydi.

Zaman ve sudan oluşan denizyeraltından kopup gelen sert sarsıntılarla kabarmıştı. Derin mavi sahnedeydi. Grinin türlü tonunda çoğalan helezonik bulutlar, lacivert gökyüzünü kurşuni bir alaşıma bürümüştü. Günbatımı birkaç kilometre öteki sert poyraz ve keşişlemeyi, apansız girdapları taşıyarak geceyi tekinsiz bir bekleyiş, sürüklenişle biçimlemişti.

Doğanın belleğinden an an çözülen kokular, rüzgârlar savrularak ıslak bedenime, yelkenlinin gövdesine çarparak koyu karanlığı kuşatmıştı. Hangi yöne gidersem gideyim beliren ‘HİÇ’likti… Güçlükle seçilebilen ayın ışığında, belleğin canlı labirentlerinde saklı geçmişte ve gelecekte büyüyen hiçlik tam orada dağların peşi sıra suların ortasında… En dik kayalıkların en ulaşılmaz zirvelerine tırmanmayı seven periler, ‘Nymphe’ler fısıldıyor; makineye hapsolmuş zaman, zamana hapsolmuş insan. Uyan. Çalar saatle bekliyorsan uyanmayı, sende çalınan saatlere uyanırsın her zaman…

Rota büyük amfi tiyatroya çevrili yelkenler “Fora” derken yüklü kuzey fırtınaları Ege’yi kıskacına alarak ‘Siren’lerin sesini gürleştirmişti. Görünmez yüzün gölgede yitip gitmesi, yasak arzuya kapılmış ruhunun derinliği sanki o çığlık ve ezgide simetrik bir dönüşümdeydi. Kayıtsız ve tarafsız haykırış, yakarış, yalvarış… Kendi varlıklarında salt bir çağrı dinlemenin, dikkatin, ara vermeye davetin boşluğunda. Uçurumun eşiğinde sendeleyerek bütün acıları çekmek ve en sonunda başka bir dilde onu yeniden kurmak için canlıyken ölümü boydan boya geçmiş gibi şarkının ötesinde bulmak gibi kendimizi…

Dürbünle seçebildiğim taş basamaklar. Ağaçlarla örtülen ıssızlığın ortasında vaktiyle insanlık tragedyasını kazıyan şairler… Türlü karakterle, maskeyle, kostümle kurgulanan duyulanı ve duyulmayanı söze bürüyen antik çağdan günümüze gelen oyunlar. Olmakta olanı anlatmaya, teni, kemiği, bedeni yitirten olguları ayrıştırmaya gücüm yetmiyor. Yok sayılan taş sokakları, kesilmek istenen ağaçları, toplumsal gestusları, yasak üstüne yasak konan kurguları aktarmak modern zamanların distopik iklimini yansıtma çabası yıldırımların gürültüsüyle denize karıştı… Bu aralıkta bellek, şafağa uzanan dansları, biteviye tutturulan o ritmi saf, apaçık, coşkulu hali devreye sokarak hayata dair bir izi kazıyor. Yüzüme çarpan soğuk suyla belleğin alacakaranlığı çivit rengi derin yitirişlere, hiçliğe, dalgalı sulara boşaldı. Kekik kokulu dağların ardından boğazları aşan düşler, büyük kette bir pusuda kıstırılmış.

Kuzey fırtınası büyük yelkeni yırtmış, diğerlerinin de pimlerini, bağlantılarını zayıflatmıştı. Bir süreliğine yarım adaya sığınarak uzun bir aradan sonra karaya ayak basacaktım. Amber, incir, zeytin, melisa, limon, palmiye ağaçlarının örttüğü, limanı da içine alan sörf sahillerine ulaşmıştım… Okaliptüs ağaçlarının arasına gizlenen karavanlarda konuktum. Sörfçülerin kurdukları bu gizli ara-alanda sayısız çiçek, türlü bitki örtüsü denizin on metre içerisinde büyük sahneyi temsil edercesine ahenkli, dingin… Birkaç gün sonra korku ülkesinde prova edilecek oyunu izlemeyi deneyecek, rotayı büyük adaya, amfi tiyatroya çevirecektim...

*sürecek