Rusya’nın savaşa girişi ve AKP siyasetinin çöküşü

İLHAN UZGEL- Prof. Dr. Ankara Üniversitesi

Rusya, Suriye’deki kriz başladığından beri bu çatışmanın bir parçasıydı. Fakat Esad’ın gücünün tükenmeye başlaması ve rejimin kaybetmesi ihtimali, Rusya’nın hem Akdeniz’deki Tartus üssünü kaybetmesine, hem de yaptığı yatırımın sonuçsuz kalmasına neden olacak ve ağır bir jeopolitik kayıp olacaktı.


Rusya’nın Suriye’deki savaşa doğrudan dahil olması Ortadoğu jeopolitiğinde yeni bir döneme ve aşamaya geçildiğine işaret ediyor. Sonuçları hakkında kesin yargılarda bulunmak bu aşamada mümkün görünmese de, Rusya’nın Esad rejimine yardımla yetinmeyip, doğrudan kuvvet kullanmaya başlaması hem bu ülke hem de başta Türkiye olmak üzere birçok aktörün politikasını şimdiden etkilemeye başladı. Ama öncelikle bu noktaya hangi sürecin sonunda gelindiğine bakmak gerekiyor

Arap Baharı’nın bitişi ve suriye’de kaos
ABD artık yönetim kabiliyetlerini kaybetmeye başlayan ve ciddi meşruiyet krizi yaşayan rejimlerin halk ayaklanmalarıyla tasfiye edilmesini, bu süreçte kendisine yakın ya da mesafeli olan iktidarların yerine ılımlı (İslamcı) yönetimlerin kurularak Ortadoğu düzeninin kontrollü dönüşümünü tercih etmişti. Ama gerek Türkiye’de AKP iktidarının bu süreci kendi lehine çevirme çabası, gerekse Mursi’nin bir yıllık icraatı, bu çabayı anlamsız kılınca, ABD Suriye’de rejimin yıkılmasına verdiği desteği çekti. Oysa, ayaklanmaların başladığı dönemde AKP ile bu konuda sağlam bir işbirliği vardı ve ABD Erdoğan-Davutoğlu ikilisini yarı yolda bırakınca, AKP kendi başına ve bazen Katar ile birlikte Esad’ı devirme hevesine kapıldı. Rusya ve İran’ın Suriye’yi desteklemesi, bu süreçte IŞİD’in giderek güçlenmesiyle tablo ağırlaşmaya başladı. ABD açısından bu durum sıkıntı yaratmıyordu çünkü Washington elini sürmeden IŞİD ve El Kaide’nin İran ve Hizbullah ile yani radikal Sünni İslamcılarla Şii’lerin savaşmalarını muhtemelen keyifle izliyordu. Suriye’nin bir aktör olarak Ortadoğu denkleminden çıktığı bu kontrollü çatışma sürecinde İslam dininin bir inanç, Arap dünyasının ise bir özne olarak dünya siyasetinde iyice zemin kaybetmesinin bir zararı yoktu.

ABD’nin genellikle elini çok fazla kirletmeden yürüttüğü, Rusya ve İran’ın ise var güçleriyle kaynaklarını harcadıkları, silah, ekonomik yardım, asker göndererek giderek zayıflayan Esad yönetimini ayakta tutmaya çalıştıkları bir durum ortaya çıkmıştı. Özellikle IŞİD’ın varlığı ABD’ye, son 50 yıldır elde edemediği geniş bir hareket alanı sağlıyor ve meşruiyet sorununu ortadan kaldırıyordu. ABD isterse IŞİD’i vurabiliyor, isterse ılımlı denen muhaliflere yardım edip, Kobani’de sıkışan PYD’ye Türkiye’ye göstere göstere silah yardımı yapabiliyor, Erdoğan’ı köşeye sıkıştırarak İncirlik’i kullanıma açtırabiliyordu. On yıl önce Ortadoğu’da işgalci olarak nefret edilen ABD, Erdoğan tarafından Esad’ı bombalamak için davet ediliyor, Suriyeli Kürtlerin yardımına koşarak onları IŞİD barbarlığından kurtarıyordu.

Türkiye’nin Katar ve Suudilerle anlaşıp Fetih Ordusunu kurması ve bunun İdlib gibi stratejik yerlerde ilerlemeler kaydetmesi, IŞİD’in ABD bombardımanı devam ederken Palmira’yı alıp, Haseke’yi zorlaması, güneyde Deraa’yı kaybetmesi sahadaki durumu Esad rejimi için daha da zorlaştırdı. Zaten geçtiğimiz Temmuz’da Esad asker bulmakta sıkıntı çektiklerini ve ordunun yorgun olduğunu söyleyerek kendisini destekleyenlere dünya medyası üzerinden bir bakıma santaj yapmıştı.

Rusya savaşın içinde: Uzlaşı mı, jeopolitik hamle mi?
Rusya, Suriye’deki kriz başladığından beri bu çatışmanın bir parçasıydı. Fakat Esad’ın gücünün tükenmeye başlaması ve rejimin kaybetmesi ihtimali, Rusya’nın hem Akdeniz’deki Tartus üssünü kaybetmesine, hem de yaptığı yatırımın sonuçsuz kalmasına neden olacak ve ağır bir jeopolitik kayıp olacaktı.

Bu noktada iki ihtimal öne çıkıyor. Birincisi, Rusya’nın ABD’nin bilgisi olmadan bölgeye savaş uçakları, füze sistemleri göndermesi, ABD’nin gerek küresel olarak zayıflayan hegemonyasının gerekse Ortadoğu’da geri çekilme stratejisinin yarattığı boşluktan yararlanarak bu bölgede etkisini artırdığı iddiası.

İkinci bir ihtimal ise, Rusya’nın ABD ile uzlaşı içinde, belli bir hareket alanı bırakılmasının sonucu olarak ve belli koşullarla savaşa dahil olması. Daha uzun vadeli baktığımızda Suriye ve Irak’ın hukuki sınırları kağıt üstünde devam etse bile, ülkenin kaçınılmaz bir bölünmeye doğru gittiği, her iki ülkede de en önemli gelişmelerden birinin göçlerin artmasıyla giderek etnik ve dinsel olarak homojenleşmenin başlaması. Suriye’nin eskisi gibi olamayacağının ve fiili bölünmenin kaçınılmaz olduğunu gören Rusya’nın en azından kendisine ayrılan bir alanı kontrol etme konusunda ABD ile üstü örtülü uzlaşmış olması bir ihtimal olarak duruyor. Dikkat edilirse, Suriye’de ABD hava operasyonları ülkenin kuzeyine yoğunlaşırken, Rusya şimdilik batı hattında operasyon düzenliyor. Zaten ABD ile Rusya savunma bakanlıkları ve istihbarat servisleri arasında koordinasyon mekanizması kurulmuş durumda. Bu pazarlığın en önemli ayağı ise Rusya’nın kara gücü sokmaması ki, Afganistan deneyiminden sonra Rusya’nın bunu tercih etmesi düşük olasılık.

Böyle bir üstü örtülü pazarlık varsa, Rusya bunun ötesine geçmeye de çalışabilir ve İran ile birlikte yeni bir hamleyle rejimin kontrol ettiği alanları genişletmeye ve tarafları Esad’ın elini güçlü hissedeceği bir çözüme zorlayabilir. Fakat ortada hala koca bir IŞİD sorunu var ve IŞİD dışındaki muhalif gruplar sahada yenilse de, şu anda ciddi bir kara gücü kullanmadan IŞİD’in tasfiyesi mümkün görünmüyor.

Rusya’nın Suriye’deki çatışmaya doğrudan dahil olması stratejik bir kazanç olarak değerlendirilse de, aslında bazı olumsuz sonuçlar da getirebilir. Öncelikle, radikal İslamcıları bombalamanın getirdiği, özellikle kuzey Kafkasyalı militanların intikamcı eylemleriyle karşılaşma riski var. İkincisi, yalnızca hava bombardımanıyla sınırlı da kalsa, çatışmanın derinleşme ve tırmanma ihtimali söz konusu. Bu da Suriye’de çözüm değil çözümsüzlüğün devamı demek. Sonuçta ABD, Fransa, Suudi Arabistan ve kısmen Türkiye’den sonra Rusya da Suriye’yi bombalamaya katılmış oldu. Bu, savaşın genişlemesi ve ülkenin daha da harap olması, hatta savaşın uzaması anlamanı da geliyor.

Kürt sorununa etkileri
Genel bir eğilim olarak 1990’dan itibaren Ortadoğu’daki her çatışmadan Kürtler siyasetin kazançlı çıkıyorlar. Bu anlamda Arap Baharının, hatta IŞİD’in Kürt siyaseti için kısa vadeli sorunlar ve kayıplar getirmekle birlikte yeni bir imkan sağladığı da ortada. Suriye’deki çatışma Rojava’nın bölge siyasetinde bir aktör olarak yer almasının önünü açtı, özellikle Kobani direnişi ortak bir Kürt dayanışmasına katkı sağladı. Burada sorun Rojava’nın bir yanda tam olarak Kürdistan Bölgesel Yönetimi yani ABD’ye tam olarak biat etmemesi, öte yandan Türkiye açısından PKK ile arasına mesafe koymamasından kaynaklanıyor. Yine de PYD başarılı bir diplomasi yürütüp bir yandan Rusya, öte yandan da kendisiyle taktik işbirliği içinde olduğunu açıklayan ABD ile Türkiye’nin baskısına rağmen ilişkilerini sürdürebiliyor. ABD’nin, Türkiye’nin PYD’ye karşı askeri operasyon yapmasına izin vermemesi bu açıdan en büyük kazancı.

Rusya’nin doğrudan devreye girmesi ve PYD ile temasını artırması, Türkiye karşısındaki cepheyi genişletmesi açısından Rojava’nın konumunu güçlendiren bir etki yarattı.

rusya-nin-savasa-girisi-ve-akp-siyasetinin-cokusu-77083-1.

Suriye macerasında son nokta
AKP’nin Suriye macerası gün geçtikçe batıyor. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, Suriye nedeniyle şimdiye kadar Katar hariç neredeyse bütün komşu ve ilgili aktörlerle ayrı düştü. En acılarından biri herhalde kendisiyle görüştükten kısa bir süre sonra Rusya’nın doğrudan Türkiye’nin desteklediği grupları bombalaması oldu.
Erdoğan ve Davutoğlu’nun Suriye başarısızlığının iki temel sebebi var.
Birincisi, gerçekçi olmayan ve takıntılı bir şekilde, yarattığı bütün olumsuz sonuçlara ve gerçekleşme olasılığının çok düşük olmasına rağmen Esad’ı devirme politikası. İkincisi, PYD’yi doğrudan desteklediği İslamcı gruplar ve IŞİD aracılığıyla tasfiye etmeye çalışması, geçmişte sınırı açmakla ve insani bağların yeniden kurulmasıyla övündüğü halde, Suriye Kürtlerini dışlayıcı ve tehdit olarak tanımlayan bir siyaset izlemesi. Bölge içi ve dışı aktörlerin pay kapmaya çalıştıkları bir ortamda PYD’nin müttefik bulması hiç zor olmadı.
Rusya’nın askeri varlığını tahkim etmesi, İran’ın desteğini artırması Esad’ın terkedilmeyeceğini ve Esad’sız bir çözümün olmayacağını iyice gösterdi ve AKP siyasetinin çöküşünü tescilledi.
Esad iktidarını tekrar kursa da, Suriye bölünse de kaybeden AKP siyaseti olacak. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi ne Suriyeli sığınmacılara destek, ne güvenli bölge, ne PYD’nin terörist ilan edilmesi, ne de Esad’ın gitmesi gibi konularda istediğini elde edebildi. ABD, Esad güçleri yerine IŞİD’i, Rusya IŞİD yerine Fetih Ordusunu vurmayı tercih etti. Bir adım ötesini göremeyen AKP siyaseti hem Türkiye’ye hem de bölge halklarına büyük zarar verdi.