Lodos Çarpması’nı okumaya başladığınızda, tarihin acımasız kanlı gerçekleri içinde yaşam mücadelesi veren, her anlamda savaşmak zorunda kalan sıradan insanların hayatta kalma mücadelelerini ve kalp çarpıntılarını duyacaksınız

Rüzgârın getirdiği öyküler

AYŞEGÜL KOCABIÇAK

Lodos Çarpması Tuğba Gürbüz’ün ilk öykü kitabı. Yazarını, Kurmaca Biyografiler isimli bloğunda yayımladığı çalışmalarından uzun süredir tanıyorduk. Söyleşiler, kitap yazıları ve hayata dair, okuduklarına dair bloğuna kaydettiği notlarını incelediğimde, yazma cesaretine girişmeden önce okumaya ciddi vakit ayırmış, salt okur olarak da oldukça birikimli birinin kaleminden çıkmış öyküler okuyacağımın farkındaydım.

Aslında diş hekimi olan yazar, kitaptan önce Mario Levi’nin Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’ne devam etmiş. Öyküleri çeşitli dergilerde, seçkilerde, bloglarda ve fanzinlerde yayımlanmış.

Lodos Çarpması’nda yer alan öyküler ilk kitap acemiliğinden ve hatalarından uzak, dili kullanımı abartısız, anlatım olarak sarkmayan, gereksiz uzamayan kısa öykülerden oluşuyor.

Tuğba Gürbüz kitabını Ankara katliamında yitirdiğimiz BARIŞ GÜVERCİNLERİNE ithaf etmiş.

Öykülere baktığımızda yaşadığı ortamla bağdaşamayan, çevresindekilerden farklı, yabancı, kendi içinde sürekli geçmişe giden, geçmişle hesaplaşan ve geri dönen, geri döndükçe acıtan olayları tekrar yaşayan, kendi iç hesaplaşmalarını çevresindekilere yansıtmadan yeni başlangıçlar yapma çabasındaki kahramanlarla karşılaşıyoruz.



Peşinden bir süre akşam yemeklerini birlikte yiyoruz, birkaç ay eskisi gibi tutkulu sevişiyoruz. Sonrası bildik hikaye… Ucu bırakılan lastik gibi kendi köşemize dönüyoruz.

Yazar öykülerinde benzer kahramanlar seçmediği gibi, benzer mekânları da tercih etmemiş.

Bir öyküyle Paris’te bir otel odasına, bir diğeriyle Mezopotamya’dan seslenen bir Ezîdi’nin topraklarına, bir başkasında Çanakkale’de Arıburnu’nda savaşan bir Fransız askerinin çadırına konuk olabiliyorsunuz. Öykü atmosferlerindeki çeşitlilik okuru bir sonrası için merak ettirmeyi ve kitabın ritminin yüksek kalmasını sağlıyor.

İlk öykülerde yeter demesi gerekirken diyemeyen, kendiyle hesaplaşan, sıkışmış bireyler sonraki öykülerde hayallerini gerçekleştirmek için çabalayan, içindeki umut ışığını kaybetmemek için iç sesiyle çevresindekilerle iddialara tutuşan kahramanlara dönüşüyor. İnsanlarla konuşmak yerine ağaçlarla konuşan, dağlara yüzünü dönen kahramanlar, başı sıkışınca filizlenen tohumlardan yeşerecek umutlara sığınıyorlar.

Sonlara doğru Çanakkale Savaşı sırasında bölgede yaşayan halkı ve savaşmak için gelen yabancı askerlerle onların ailelerini anlattığı öyküler ise hem masalsı dili, hem de savaşın getirdikleriyle insanların yaşadıkları travmaları dışarıdan ve olabildiğine objektif anlatım tarzıyla dikkat çekiyor.

Lodos Çarpması’nı okumaya başladığınızda önce burnunuza keskin bir iyot kokusu gelecek, öykülerdeki kahramanlarla beraber hayaller kurarken denizden gelen masallar dinlediğinizi hissedeceksiniz. Başka ülkelerde başka insanlarla aynı çaresizlikleri, aynı sıkışmışlıkları yaşadığınızı görüp umut etmenin gücünü keşfedeceksiniz. Tarihin acımasız kanlı gerçekleri içinde yaşam mücadelesi veren, her anlamda savaşmak zorunda kalan sıradan insanların hayatta kalma mücadelelerini ve kalp çarpıntılarını duyacaksınız.

Lodos Çarpması ilk kitap olarak yalın, ne demek istediğini bilen, iyi kurgulanmış öykülerden oluşmuş. Yolu açık olsun.