Sabahattin Çetin: 68’li heyecanım hiç eksilmiyor

Sina Akyol

“Hayatımın üç temel evresi demiryolculuk, siyaset ve sinemadır. Her evresinde emeğimin karşılığını gördüm, andığım ortamlara beni mutlu eden izler bıraktım.” Bu cümleler Sabahattin Çetin’in Hatırlamak isimli kitabının önsözünden... Bana göre ‘müthiş kıymetli bir hayat özeti’ bu. 1944 doğumlu Çetin, hayatına Ankara Tiyatro Derneği başkanlığından Film Yapımcıları Derneği başkanlığına, Ulusal Sinema Plâtformu kuruculuğundan, film prodüktörlüğü ve film ithalatçılığına birçok değer sığdırmış. Yaşadıklarını ise Hatırlamak isimli anı kitabıyla yazıya dökmüş. Çetin ile sinema ve siyaset anılarını aktardığı kitabını konuştuk.

Kitabın arka kapak yazısında da belirtildiği gibi; sevinme, gülümseme ve keder duygusunun birlikte yaşandığı bir anı kitabı bu. Başkaları nasıl okur bilmem; bir solukta, roman tadında okudum ben. Ama güzelleme yapmayı bırakıp sorulara geçelim.

İnsan niçin yazar ‘hatırat’ını?
Senin de bildiğin gibi henüz yirmili yaşlarımda tiyatro kritikleri yazmaya başlamıştım. O sıralarda az da olsa şiirle de ilgilendim. Yani yazma eylemine yabancı değilim.

Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP)’de çalıştığım dönemde imzasız olarak bir yığın politik metin yazmışlığım da var. Yaşadığımız hayat ne kadar renkli ve civcivli olursa olsun, “yazma eylemi”ni sevmiyorsak hatırat yazmak sıkıcı olabilir. Ben yazmayı seviyorum, ama yine de bu kitabı yazmayı on yılda becerebildiğimi belirteyim. Niçin’ine gelince; yaşamımın aktığı zaman içinde anladığım, hatta kavradığım dünyayı resmetmek için yazdım. Benim çizdiğim dünya budur.

Anı yazarına ne kadar güvenilmeli? Üstelik yazar, sinema ve siyaset dünyası gibi iki ‘tekinsiz’ dünyadan söz ediyorsa anılarında… Her şeyi yazdınız mı? Eksik bıraktığınız ya da yazmaktan kaçındığınız şeyler oldu mu?
Anılarını yazanlara özellikle tarihî konularda güvenemem. Sonradan ortaya çıkabilecek yeni bilgiler yazarı yalancı çıkarabilir. Ayrıca bellek, kişisel diyebileceğim konularda çoğu kez yanıltabilir yazan kişiyi. Bu nedenle bu tür kitaplarda, okur açısından, ‘güven’ yerine ‘içtenlik’ daha önemli olmalı. Ben buna gayret ettim. Gerek eksik bıraktığım, gerekse kendime ‘sansür’ uyguladığım birçok konu olduğuna eminim. Haksızlığa uğradığım konularda ise şikâyetçi bir üslûba yaslanmaktan titizlikle kaçındım. Örneğin sinema çevresi kardeşlerimle ‘kriz’ler yaşadığımı bilir. Onlardan yirmi küsur yıl ayrı yaşamama sebep olan bu ‘kriz’leri abi olarak yönetememe suçunu kendimde bulduğum için bu konuda ayrıntılara girmedim. Belirttiğim bu durum özellikle sinema camiasından gelen/gelecek sorulara bir cevaptır da.

Sizi belirleyen, seni var eden, onca yıldır savunduğunuz dünya görüşünden, “evet hoşnutum” diyor musunuz?
Bu soru benim epey tanınmış biri gibi algılanmama sebep olabilir. Oysa yaşadığı dünyayı anlamış ve kavramış sıradan bir insanım. 12 yaşındaki Alman vatandaşı oğlum ve eşim Berlin’de yaşamayı seçtikleri için, ben de yarı zamanlı olarak iki ayrı kentte yaşıyorum. Bu bir sentez mi bilmiyorum, ama herkes memnun.

Bir 68’li olarak heyecanımdan hiçbir şey eksilmiş değil. Dünya çapındaki yenilgimizin bağrında yatan büyük dersler var. İnsanlık ‘eşitlikçi bir toplum’da yaşamak isteğinden vazgeçmedikçe sınıf mücadelesi sürecek.