Aydınlanma tarihi ile ilgili kitaplarıyla tanınan Sadık Usta ile aydınlanmanın bugün nasıl yorumlanması gerektiğini konuştuk

Sadık Usta: Bugünün aydınlanması salt dinciliğe değil kapitalizme karşı olmayı gerektirir

CAN UĞUR

Aydınlanma kavramı dünyanın en çok tartıştığı, çeşitli anlamların yüklendiği kavramların başında geliyor. Kimine göre ‘tepeden inmecilik’ olarak görülen aydınlanma devrimleri sayesinde toplumlar ‘akıllarını kullanmaya cesaret etti.’ Bunun ötesinde dinsel despotluğun yıkılmasını yine aydınlanma birikiminin ortaya çıkardığı tabloya borçluyuz. Fransız Devrimi’yle birlikte siyasal ve sosyal hayatımızda giren Aydınlanma kavramı, yaşadığımız coğrafyada çok daha anlamlı bir noktada duruyor. Siyasal İslamcı zihniyetin coğrafyayı ateşe atan plan ve programlarına karşı Aydınlanma kavramının pratiğine ihtiyacımız olduğu birçok kesimce dile getiriliyor. Bu pratiğin nasıl bir ‘ütopyaya’ dönüşeceği ise yanıtı aranan soruların başında geliyor. Söz konusu tabloyu Türkiye’de aydınlanma tarihi üzerine en kapsamlı çalışmalara imza atmış Sadık Usta’ya sorduk.

» Aydınlanma kavramı uzun zamandır tartıştığımız konuların başında geliyor. Sizin aydınlanma tanımınız nedir?

Sadık Usta- Aydınlanma akımı, 18. yüzyılda devrimci burjuvazinin dinci ideolojiye, feodal düzene; despotik monarşiye ve kiliseye karşı verilen mücadele içinde ortaya Açıktı. Bu mücadeleyi erken bir zamanda bir köy papazı olan Jean Meslier başlatır. Sonra Fransız Ansiklopedicileri ve Alman idealist felsefenin kanımca en özgün filozofu olan Kant gelir. Kant, 1784 yılında “Aydınlanma Nedir?” diye sormuş ve “Aydınlanma insanın kendi suçu olan güdümlü (ergin olamama) durumundan kurtulmasıdır. Aydınlanma insanoğlunun hiçbir etki altında kalmadan kendi özgür iradesini kullanmaya cesaret etmesidir (sapere aude!)” diye yanıt vermişti.

Kısacası Aydınlanma, insanoğlunun güdümlülükten kurtularak özgürleşmesidir. Kuşkusuz bu tanım, burjuva Aydınlanmasının bir gereğiydi. O gün dinci gericiliğe, gelenek ve alışkanlıklara karşı çıkmak lazımdı. Feodal sistemin sömürüsüne karşı durmak, köylülerin “özgür” bireyler haline gelmesi için mücadele etmek devrimcilikti. Fakat kanımca 1789 Büyük Fransız Devrimi’nden sonra durum değişti, çünkü burjuvazi Aydınlanmanın daha ileriye götürülmesine sadece karşı çıkmadı, aynı zamanda kendi özgün diktatörlüğünü de kurarak yeni bir baskı ve sömürü rejimi de inşa etti. Dolayısıyla Aydınlanmanın tarifi de farklılaşmış oldu.

Eğer Aydınlanmanın temel ilkesi, güdümlü konumdan, ilerlemenin ve kendi iradesini özgürce kullanabilmenin önündeki engellerden, batıl inançtan, geri ve bilim dışı alışkanlıklardan kurtulmaksa, o zaman bunun yeniden, içinde bulunduğumuz somut tarihsel koşullarda tanımlanması gerekir. Çünkü bugünün batıl inançları, hurafeleri, özgür iradeye sahip olamamanın engelleri (Francis Bacon buna “tabular” der) başkalaşmıştır. Bunlar günümüzün kapitalist dünyasında her gün karşılaştığımız; eşit olmayan ilişkiler, hâkim sınıf ideolojisini empoze eden araçlar, rıza göstermeyi dayatan ideolojiler, kültürel aldatmacalar, yaşam tarzından kaynaklanan yanılsama ve alışkanlıklar, üretim ve bölüşüm ilişkileridir. Dolayısıyla bugünün Aydınlanması, salt dinci gericiliği değil, hatta özellikle bu türden çağ dışı ilişkilerin yeniden hortlamasını sağlayan emperyalist-kapitalist sistemin bütün ideolojik aygıtlarına karşı etkin ve bilinçli mücadeleyi gerektirir.

» Aydınlanmanın gündelik hayattaki anlamı nedir?

Kanımca baskı ve sömürü sisteminden kaynaklanan güç ilişkilerinin doğru kavranması ve buna karşı mücadelede yeni yöntem ve araçlarının keşfedilmesidir. Bilim çağında yaşıyoruz ya, resmen bilgiyle boğuluyoruz. Geçmiş dönemin ayinlerindeki gibi, insanları yönlendiren; hangi haberin izlenmesi, hangi okulda okunması ve hangi dalda eğitim görülmesi, hangi giyecek ve yiyeceğin arzulanması, hangi dizinin izlenmesi, hangi mobilyaların edinilmesi ve hangi kitabının okunması gibi, bilgilerle resmen yönlendiriliyoruz. Bugünün Aydınlanması, emperyalist metropollerin dünyanın geri kalanına karşı yürüttüğü ideolojik savaşı da dikkate almalıdır. Ezilen ülkelere ihraç edilen kültürel alışkanlıklara karşı mücadele edilmelidir. Eskiden araba, çamaşır makinesi, buzdolabı gibi hacmi büyük, fiyatları yüksek ihtiyaç ürünleri üreten kapitalist sektörler vardı. Bunlar sermayelerini (silah sanayini katmazsak) esas olarak buradan yaratıyorlardı; bugünse bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve elektronik aletler üreterek ve bunları sosyal medya denen sektörün aracı haline getirerek milyarlar kazanmaktadır. Facebook, Google, Microsoft gibi günümüzün internet ortamının başat sektörleri, dünyanın en zengin şirketleri arasında yer almaktadır. Neden? Önümüze sürülen programların, dizilerin, oyunların ve sosyal medya denen zama zingonun başından kalkmadığımız, zamanımızı oralarda geçirdiğimiz için. Onlar bizi televizyon, cep telefonu ve tabletlere bağlayarak milyonlarca özel bilgimizi ele geçirmekle kalmıyor, aynı zamanda hem bu bilgileri satarak hem de bizim üzerimizden aldıkları reklamlarla dünyanın sayılı şirketleri haline gelebiliyor. Doğrusu, bu trendin nereye kadar gideceğini bilmek bile istemiyorum. Güya sosyal medya bizi sosyalleştirecekti, ama tersi durum gerçekleşti. Twitter takipçiniz ne kadar çoksa o kadar yalnızsınız; Facebook arkadaşınız ne kadar çoksa o kadar yalnızsınız. Azaltın arkadaş sayınızı, azaltın ekranların başında geçirdiğiniz zamanı ne kadar çok sosyalleştiğinizi göreceksiniz... Kısacası Aydınlanmanın bize 18. yüzyıldan kalan mirası, içinde bulunduğumuz somut dönemin köleleştirici, güdümleyici, iradeyi yok edici üretim ve bölüşüm ilişkilerine, bize dayatılan tüketim alışkanlıklarına, yaşam tarzına karşı da mücadele etmeyi önerir.

sadik-usta-bugunun-aydinlanmasi-salt-dincilige-degil-kapitalizme-karsi-olmayi-gerektirir-296999-1.sadik-usta-bugunun-aydinlanmasi-salt-dincilige-degil-kapitalizme-karsi-olmayi-gerektirir-297000-1.

» Siyasal İslam, gericilik ya da adına ne dersek diyelim… Bu düzlemde Aydınlanma nerede duruyor?

1920’lerin başında kurduğumuz Cumhuriyet, özgürleşme alanında bir dizi devrimler gerçekleştirdi, fakat zaman içinde devrimlerin öznesi olan kurumlar, bir noktadan sonra (bunların nedenleri ayrı bir tartışma konusudur) gericileşmenin siyasal mevzileri haline geldiler.

Aydınlanmanın ilkesi veya buyrukları kanımca evrenseldir; güdümlü olmaktan kurtulmak (akla düşman iktidarların güdümünden kurtulmak) , özgür iradeye sahip olmak (hurafe ve batıl inanca, yabancılaştırıcı alışkanlıklara ve geleneklere karşı çıkmak) ve buna cesaret etme (eyleme geçme ve dünyayı değiştirme) ilkesi bir noktadan sonra iptal edilecek ilkeler değildir. Aydınlanma, her an her koşulda, yeni bir anlayış ve bilinçle, günün baskıcı iktidarlarına, eşitsizlik ve zulüm üreten bütün toplumsal ilişkilere yeni bir anlayışla mücadele etmeyi, özgürleşmeyi önerir. Bu bakımdan günümüzdeki emperyalist-kapitalist sisteme karşı yürütülen özgürlük ve eşitlik mücadelesi, artık eskiden kaldığını, üstünü betonlayarak gömdüğünü düşündüğümüz dinci ideolojiye karşı verilecek mücadeleyi de içermelidir. Bu, dinden kaynaklanan sorunları tarihsel açıdan ele alan, günümüzün kölelik ve bağımlılık ilişkilerini açığa çıkaran ve halkı aydınlatan bir perspektifle yürütülmelidir. Din olgusunu kendi tarihselliği içinde ele almayan “aydınlanma faaliyeti” davaya zarar verir. Amacımız Tanrı'nın varlığını yokluğunu tartışmak değil; halkı özgürleştirmektir.

Bu mücadeleyi yürütebilmek için önce bizim aydınlanmamız gerekir. Gramsci’den öğrenmeyi öneriyorum. Gericiliğin etkilediği kitlelerle ilişki kurmak ve onları tartışma ortamına çekmek, bir bakıma söz konusu kitleler içinde ideolojik-kültürel hegemonya alanları yaratmak gerekir.

» Sizin çalışma alanlarınızdan bir tanesi de ütopyalar. Kapitalist bir dünyada ‘ütopya’nın anlamı nedir?

Ütopya birçok insan tarafından yanlış anlaşılıyor. Ütopya tarihsel değil, evrenseldir. Ütopya ve ütopik bilincin antropolojik bir kökeni vardır. İnsanoğlu ütopya tasarlayarak, ütopik bilince sahip olarak hayvanlar aleminden kurtulmuştur: tasarılar kurmak, geleceğini planlamak, yaşam enerjisi toplamak ve irade ortaya koymak. Ütopyası olmayan insan, gerçek anlamda hayvanlaşır. Her devrimci projenin ütopik bir yanı olur, çünkü onunla geleceği yaratır ve halka da bunu vaat eder. Vaat edilmiş olanın ne kadarının gerçekleşeceğini ise tarihsel konumdaki güç, insan malzemesi ve ufkun derinliği belirler.

Emperyalist-kapitalist sistemde ütopyanın vazgeçilmez unsurları yeni bir yaşam tarzı, yeni insan ilişkisi, yeni ahlaki değerler olmalıdır. Üretim ve tüketim böyle devam edemez, bu model sadece doğanın kaynaklarını değil, insan ilişkilerini de tüketmektedir. Yapaylaşan insan ilişkileri çürümenin ve tükenmenin ifadesidir.

Büyük kentler kapitalizmin ilerleme modelinin simgesiydi. Büyük kentlerde ütopya yeşermez. İnsanoğlunun yeniden kavrayabileceği küçük birimlere çekilmesi gerekir. İnsanlık önünde sonunda küçük kentleri yeniden keşfedecektir. Tüketim toplumumun alışkanlıklarından kurtulmadan yeni ütopyalar kurulamaz. Dolayısıyla üretim ve tüketim de ona göre yeniden şekillenmelidir.

Kast ettiğim kesinlikle doğaya geri dönüş değildir... Modern fakat küçük...

Ütopyalar alternatifler içermeli ve halkı katılıma ikna etmelidir. Çok üreten ama az tüketen; sosyal fakat özerk bireyler; barışçıl ama tepki koymaktan da çekinmeyen; vicdanlı ama saflık derecesinden değil; insan ilişkilerinde üretken ve verici ama bilinç sahibi; eleştiren, sorgulayan ama kadir kıymet bilen, kibirlenmeyen, mütevazı yaşamı benimsemiş insanlar...

» Aydınlanma, laiklik gibi kavramlar uzunca yıllar liberaller ya da daha sol görünümlü olanları sol liberaller tarafından tepeden inmecilikle eleştirildi. Katılıyor musunuz bu eleştirilere?

Tarihte hem Aydınlanma hem de laiklik bir ihtiyaçtan doğdu. Modern toplum olabilmek için aydınlanmak ve laikleşmek gerekiyordu. Ülke nüfusunun yüzde 90’ı köylü olan; tepesinde despot bir kral; toprak baronlarının köylüleri iliğine kadar sömürdüğü, zulmün hakim olduğu, halkın hurafe ve batıl inanca boğulduğu ülkelerde buna ihtiyaç vardı.

Halkın aydınlanması gerekiyordu çünkü batıl inançtan ve baskıdan kendiliğinden kurtulamazdı. Laiklik din ve vicdan özgürlüğüydü, çünkü din kökenli sömürü ilişkilerinin ve mezhep çatışmalarının önüne geçilmesi gerekiyordu. Aydınlanmak ve laikleşmek bir devrim sorunuydu çünkü feodal despotluğu, dinci gericiliği ve toprak ağalığı sistemini yıkmadan ilerlemek mümkün değildi. Halkın kendiliğinden aydınlanacağını, özgürleşeceğini ve laik bir yaşam tarz benimseyeceğini düşünmenin kendisi bir batıl inançtır. Liberallerin her fırsatta eleştirdikleri “tepeden inmecilik”, aslında baldırı çıplakların özgürleşme ve isyan etme hakkıdır. Onlar, söz konusu modern hurafeleri yaygınlaştırarak AKP iktidarını ideolojik açıdan meşrulaştırmakla kalmadılar, aynı zamanda olası devrimci refleksleri de alabildiğince köreltmişlerdir.