Bolsonaro “Brezilya’nın Trumpı” olduğunu söylemekle gurur duyuyor. Fakat bu doğru bir karşılaştırma değil. “Brezilya’nın Dutertesi” olduğunu söylemek daha doğru

Sağ söylemin uluslararası ittifakı büyüyor

Vijay Prashad - Tarihçi

Brezilya’nın eski Başkanı Lula da Silva, Sao Paulo’nun güneybatısındaki küçük bir kasaba olan Curitiba’daki hücresinde. Orada olmamalıydı. Hapiste olmasının nedeni olan yolsuzluk iddiaları bir hükümlünün ifadesine dayanıyor. Lula’nın ismi oy pusulasında olmalıydı. Fakat oligarşi, halkın bu en sevdiği kişinin başkanlık için yarışmasına izin vermedi. Lula’yı ziyaret eden Evanjelist Luteriyen din görevlisi Anete Roese, yaptığı açıklamada, Lula’nın Brezilya’daki şiddetin artmasından endişe duyduğunu söyledi. İnsanlar İşçi Partisi adayı Fernando Haddad’a desteklerini açıkladıklarında öldürülüyorlar. Roese, Brezilya’da bugün yapılan seçimin “bu güne kadar görülmemiş bir şiddet dalgası”nın işareti olacağını söyledi. Haksızca hapsedilen Lula, hücresinde oturup Roese’yle birlikte endişelendi. Olanlardan zarar görecek olan yoksullardı. Zarar gören hep yoksullar oldu.

Bolsonaro’nun hilesi
Oligarşinin adayı olan aşırı sağcı Jair Bolsonaro, anketlerde önde. Brezilya’nın 1964-85 arasındaki askeri diktatörlüğüne özlem duyuyor, ülkede sorun olarak gördüğü herkese karşı anayasaya aykırı güç kullanmak istiyor. Hedefleri yoksullar ve sosyal azınlıklar; Afro Brezilyalılar, geyler, solcular. Oligarşi, Bolsonaro cephesine para yağdırdı. Demokrasi işlerlik kazanmalıydı ve bu işi gören paraydı. Bazı şirketler, paralarını WhatsApp grupları açıp Bolsonaro’nun karşısındaki aday Haddad’la ilgili sahte mesajları dolaşıma sokmak için harcadı. Bu yasa dışıydı. #Caixa2doBolsonaro hashtag internette yayıldı. Hilenin kokusu derhal bir soruşturmanın açılmasına neden olmalıydı. Ama bu olmadı. Hapiste olan Lula. Bolsonaro, zehirli dişlerini gülümsemesinin ardında saklıyor.

Bannon’un uluslararası faşist birliği
Steve Bannon Beyaz Saray’ı terk ederken, prangalarından kurtulduğunu söyledi. Artık kurallara uymak zorunda değildi. Beyaz üstünlükçüsü, faşist uluslararası birliğini kurmak için siperlerde olmak istiyordu. Bannon grubuna, “Hareket” ismini veriyor. Bolsonaro’nun oğullarından biri Bannon’un babasının kampanyasına danışmanlık yaptığını söyledi. Özetle Bannon, Bolsonaro’yu ‘Hareket’in içine çekmişti. Bolsonaro bu iddiayı hızla reddetti. Ne Bannon’la ne de onun faşist birliğiyle doğrudan ilişkili olmak bir avantaj değildi.

Bolsonaro’nun söylediği hiçbir şey cilalı değil. Afrika kıtasındaki, Haiti’deki ve dünyanın Arapça konuşulan bölümündeki insanlara “insanlığın yüz karaları” dedi. Bolsonaro’nun ahlaki coğrafyası Donald Trump’ınkini yansıtıyor. O da bu yerlerin birçoğuna “iğrenç ülkeler” demişti. Afro Brezilyalılar için tembel ve obez diyen Bolsonaro “Artık üreme için bile iyi olduklarını zannetmiyorum” ifadelerini kullandı. Burası Bannon’un dünyası. Nefret ve kinin açıkça seslendirildiği yer.

Tetikçi
Bolsonaro “Brezilya’nın Trumpı” olduğunu söylemekle gurur duyuyor. Fakat bu doğru bir karşılaştırma değil. “Brezilya’nın Dutertesi” olduğunu söylemek daha doğru. Rodrigo Duterte, Filipinler’in başkanı. Göreve seçildiğinde elinde silah vardı. Duterte, Davao kentinin belediye başkanıyken, ölüm mangalarına suçlu sayılan herkesin öldürülmesi için yetki vermişti.

2015’te, suçluları işaret ederek “Hepsini öldürün” demişti. “Uyuşturucu satıcısı öldürene madalya takacağım” dedi.

Duterte, elinde silahla fotoğraflanmayı sever, tercihen makineli tüfekle. İç savaşı derinleştirmek için 42 bin silah dağıttı.

Şiddet sosyal sorunların panzehiri. Duterte’nin çözümü silah. Bu aynı zamanda Bolsonaro ailesini bir arada tutan harç.

Jair Bolsonaro’nun oğlu—Eduardo—7 Ekim’deki genel seçimleri büyük farkla tekrar kazandı. Geçen yıl çekilen bir videoda, Eduardo, 50 kalibrelik bir keskin nişancı silahı tutarak ABD’deki kitlesel okul saldırılarıyla ilgili “Silahsız alanları ve silahsızlanmayı savunan insanlar bu katliamların sorumlusudur” dedi. Duterte de yüksek kalibreli keskin nişancı silahlarını sever; favorisi M-4 Armalite. Bunlar silahla iyi politika yapıldığına inanan silahlı adamlar.

Para ve canavarlar
Ağustosta Steve Bannon, New York dergisine Trump’ın ve diğer neo-faşistlerin (ya da canavarların) yükselişinin doğrudan 2008 kriziyle ilişkili olabileceğini söyledi. “Acınacak durumda olanlar (Trump’ın başkanlık seçimindeki rakibi Hillary Clinton, seçim kampanyası sırasında Trump seçmeni için böyle demişti) neden sinirli biliyor musunuz? Onlar mantıklı insanlar. Biz zenginler için riski ortadan kaldırdık” dedi. Wall Street bu analizi beğenmedi. Kendi hilekârları ve “popülist” demeyi tercih ettiği kişilerin yükselişi arasınaki mesafeyi korumak istiyorlar. Bannon hem haklı hem değil.

Haklı, çünkü neoliberal “ılımlılar”ın 1980’lerden beri yürüttükleri politika, işçi sınıfı üretkenlik ve teknolojinin kazanımlarından kendi paylarını alamazken, zenginlerin vergi ödemekten ve yatırımdan kaçınmasına izin verdi.

Dünyadaki yüksek eşitsizlik oranları neoliberal “ılımlıların” mirasını bitirdi. Neo-faşistler, sistemin sahtekârlığı ve oligarşinin sıradan insanlardan nasıl çaldığı hakkında açık şekilde konuştu. Fakat parmaklarını oligarşiye ya da yüksek finansa doğrultmadılar. Bunun yerine, her zamanki gibi, silahlarını göçmenlere ve mültecilere çevirdiler. Canavarların kemirici retoriği altında, oligarşi ve bankerler yağmalarına devam ettiler. Bu neo-faşistlerin hiçbiri, holdinglerin sermayesini yükselterek bankacılığı düzenleyen Basel-III standartlarını uygulamak istemiyor. Ne de riskleri düşürmeye çalışıyorlar. Yaptıkları kârı alıp, zararı vergi ödeyen yurttaşın sırtına yüklemek. Bu temel reformların hiçbiri neo-faşistlerin dilinde değil. Silahlarını yağlamakla meşguller.

Açlık ve cehalet
Açlık, Brezilyalı yoksulların belası. 1960’larda, Afro Brezilyalı yazar Carolina Maria de Jesus, günlüğüne “Gıdanın organizmamız üzerinde ne şaşırtıcı bir etkisi var. Yemeden önce; gökyüzünü, ağaçları, kuşları - her birini sarı görüyordum. Fakat yedikten sonra gözlerim her şeyi normal görmeye başladı” diye yazmıştı. Lula hükümeti “Fome Zero” (Sıfır Açlık) programıyla açlık sorununa odaklanmıştı. BM’ye göre Lula hükümeti açlığı neredeyse yok etti. Haddad, Lula’nın eğitim bakanıydı. Kamu fonlarını ücretsiz eğitim için üniversite sistemini genişletmekte kullandılar. Gıda ve okur yazarlık, İşçi Partisi’nin ajandasının odağındaydı. Yoksulluk yüzde 55 düşürülürken, aşırı yoksulluk yüzde 65 düşürüldü. Silaha gerek olmadı. Lula’nın gündeminde demokrasiyi genişletmek vardı. Bolsonaro’nun gündemi ise neo-faşizmi derinleştirmek.

Tarafsızlık yok
Bernie Sanders’tan Angela Davis’e, Noam Chomsky’den Pablo Iglesias’a 500 kişi, Brezilya’daki faşizme karşı uluslararası bir belgeye imza attı. Belge, Brezilya halkını Bolsonaro’yu reddetmeye çağırıyor. Brezilyalılar, “özgürlük ve çoğulculuk”la “gerici otoritercilik” arasında tercih yapmak zorunda. “Demokrasi ve faşizm arasındaki seçimde, tarafsızlık mümkün değil” diyor imzacılar. Bu belgenin küçük bir etkisi olabilir. Fakat yalan haber ve nefretle yarışamaz. Nefret sevgiden daha güçlü bir duygu. Demokrasiye kolayca zarar veren de bu. Eğer Bolsanaro kazanırsa, diye soruyor Portekizli teorisyen Boaventura de Sousa Santos, Brezilya hâlâ bir demokrasi olacak mı?

Çeviri: Ömür Şahin Keyif