Sahneye buyuranlar, sahneyi devirenler…

A. CELİL KAYA

Ahmet Kaya’nın ölümünün üzerinden 16 yıl geçti. Çok az insanın ölümü bir toplumda onunki gibi bir travma, hüzün ve utanca neden olmuştur. Üzerinden 16 yıl geçmiş olmasına rağmen hem acısı hem de hesabının görülmemiş olmasının öfkesi epey taze. Televizyon dizilerinde, ses yarışmalarında şarkıları bolca çalıyor, ona dair her şey yoğun ilgi görüyor, şarkılarını kötü coverlayanlar bile hayranlıkla karşılanıyor ama Ahmet Kaya’ya dair yapılması gereken esas hesaplaşmadan henüz eser yok, kimse oraya dokunmak istemiyor. Çünkü Ahmet Kaya’yla hesaplaşmak aynı zamanda Kürt meselesine, ırkçılığa, ayrımcılığa, savaşa dair ciddi bir hesaplaşmanın kapısını aralayacak anahtar olacaktır; dokunulmak istenmeyen yer aslında orası, hele de böyle bir dönemde.

Ahmet Kaya’nın ‘gurbette’ ölmesine neden olan sürecin başladığı anı herkes iyi biliyor, 1999 Şubat’ındaki Magazin Gazetecileri Derneği Ödül Töreni. O törende ‘yılın müzik yıldızı’ ödülünü alan Ahmet Kaya, yeni albümünde Kürtçe bir şarkı söyleyip bu şarkıya da klip çekeceğini söylediğinde o salonda yaşanan kolektif milliyetçi histeri çoğumuzun hafızalarında çok canlı. O geceye dair en çok hatırlanan ve sırtında yükü taşıyan kişi kuşkusuz Serdar Ortaç. Ahmet Kaya sahneden indikten sonra oraya çıkıp dönemin popüler bir şarkısını “Atatürk yolunda tüm Türkiye, ellerin değil.” şeklinde söylemeye başlayınca milliyetçi öfke, bir cezbe ayinine dönüşmüştü. Serdar Ortaç’ın o geceki hali asla unutulmadı, tepkilere neden oldu/olmaya devam ediyor. Ortaç da daha sonra o anlara dair pişmanlığını dile getirdi. Ama spontane şekilde değiştirdiği şarkının yeni sözleri derin bir milliyetçi kanaatin ifadesiydi. “Bu vatan bizim, ellerin değil”deki “biz”, nesep ve sebep yönünden Türklüğe dahil olanlar; “eller” ise kendi dilinde konuşmayı, şarkı söylemeyi isteyen Kürtlerdi. “Biz” ve “eller”e dair daha esaslı bir çerçeve gecenin ilerleyen saatlerinde çizilecekti.

Youtube’da ayrıntılarıyla bulunabilecek o geceye dair görüntülerde benim en çok dikkatimi çeken iki an var. Birincisinde Ahmet Kaya şarkısını bitirip yerine geçerken önce bir erkek “Bölücülük yapıyorsun”, hemen ardından bir kadın ise “Kürt diye bir şey yok” diye öfkeyle bağırıyor. Aslında kadının tepkisi 90’ların sonunda artık tedavülden kalkmakta olan bir önerme; kudretli devlet söylemi değil de Kürtlerin varlıklarını kabul ettirmesiyle Türk milliyetçiliğinin yaşadığı hayal kırıklığına verilen bir çeşit post-travmatik duygusal tepki olarak görülebilir.

Dikkatimi çeken ikinci ve bence o geceye, o zamana ve bu zamana, hükmeden ve bastırılan kimliklere dair çok şey söyleyen ve bu yazının esas derdini de teşkil eden görüntü şu: Serdar Ortaç öncülüğünde başlayan “bölücülüğe karşı şarkılarla tepki gösterme” merasimi 10. Yıl Marşı'yla devam ettikten ve Ahmet Kaya ailesiyle birlikte salondan çıktıktan sonra sahneye Reha Muhtar çıkıyor. Gazetedeki köşesinde bile fularlı fotoğraf kullanan ve Batılılığını, çağdaşlığını gerekli gereksiz her yerde ısrarla dışa vuran Reha Muhtar, şık bir smokinle katılmış geceye, kibarca mikrofonu alıyor ve salondaki herkesi sahneye davet ediyor ama özellikle ismini anarak çağırdığı biri var. Konuşmasının o kısmı tam olarak şöyle: “Lütfen Sayın Mahsun Kırmızıgül, buyurmaz mısınız efendim? Siz başlayın isterseniz, Bir Başkadır Benim Memleketim’i söyleyeceksiniz.” Reha Muhtar muhtemelen “Kürt diye bir şey yok” şeklindeki düz milliyetçiliğe düşmeden, daha çağdaş, adına bir zamanlar pozitif milliyetçilik de denen bir milliyetçi tepki vermek istediği için Mahsun Kırmızıgül’ü o nazik reveransla çağırıyordu sahneye. Daha sonra sahneye çıkılıyor ve orijinali “Rebbe Elimelech” isimli bir Yahudi halk şarkısı olan şarkı coşkuyla söyleniyor. Gururla gülümseyenler, kendinden geçenler, mağrur bakanlar, ne olup bittiğini anlamaya çalışanlar…

Manzara tam bir Paolo Veronese tablosu gibi

Peki, Reha Muhtar neden ilk olarak Kırmızıgül’ü çağırıp şarkıyı başlatmasını ondan istedi? Cevabı çok zor ya da orijinal değil, tabii ki Kürt olduğu için. Her ulusal topluluk, bir zımni mutabakat üzerine inşa edilir ve varlığını sürdürür. Mutabakatın temel şartlarını kabul edenler cemaate dahil edilir ve imtiyazlarından faydalanmasına izin verilir. Hâkim kimlik grubuna mensup olanlar için bu dahil olma ve imtiyazlardan yararlanma süreci neredeyse doğal bir kendiliğindenlikle olur. Hâkim olmayan grup üyeleri içinse durum o kadar kolay değildir. Onlardan mutabakatın şartlarını kabul ettiklerini sürekli olarak ikrar etmeleri istenir; özellikle ulusal kimlik krizi durumlarında bu beklenti artar, çünkü farklı kimliğe sahip olanlar potansiyel hainlerdir. O potansiyel hainlerden gelecek bir bağlılık göstergesi ulusal gururun okşanmasına vesile olacaktır. Mesela silahlı çatışmaların yoğunlaştığı durumlarda bir Kürt öğrencinin ne kadar da coşkuyla İstiklal Marşı okuduğu, bayrağı nasıl heyecanla salladığı, aşiretlerin devletlerine ne kadar bağlı olduğu vs. sitayişle anlatılır.

Reha Muhtar’ın sahneye Mahsun Kırmızıgül’ü çağırmasının ve şarkıya onun başlamasını istemesinin nedeni tam da bu ikrar talebiydi. Mahsun Kırmızıgül o salonda, Kürt olduğu herkes tarafından bilinen bir şarkıcıydı ve onun biat bildirmesi, Ahmet Kaya’nın mutabakatta açtığı gediği biraz olsun düzeltecek, “hain Kürt”e karşı “sadık Kürt”ün vatanı ve milletine olan bağlılığını gösterecekti; tabii ki ‘vatanın gerçek sahipleri’nin potansiyel hainlere boyun eğdirmesini de… Nazikçe çağırmanın altında şedid bir tehdit vardı aslında. O davete icabet etmemesi onun da Ahmet Kaya gibi bir “hain” olduğuna delalet olacaktı (Görüntüleri yeniden izleyenler Reha Muhtar’ın yüzündeki tehditkâr sırıtmayı; Kırmızıgül’ünse çaresizlik, korku ve tedirginliğini göreceklerdir zaten). O gece Mahsun Kırmızıgül o sahneye çıktı ve bağlılığını bildirdi. Kırmızıgül gibi başkaları da bağlılıklarını düzenli aralıklarla bildirmek zorundalar, yoksa lütfedilip kabul edildikleri parlak dünyadan dışarı atılmaları an meselesidir. Mesela İbrahim Tatlıses gibi ne kadar vatansever olduğunu, Türkiye’yi yönetenleri ne kadar sevdiğini dile getiren çok az şarkıcı vardır. Çünkü sahip olduğu şeyleri mutabakata dahil olarak koruyacağını bilir ve zaten daha çağrılmadan o sahnede bitiverir.

Ahmet Kaya, bağlılık bildirmeyi reddetti. Şöhretinin doruklarında olduğu, ana akım medyanın kendisine tamamen açıldığı ve büyük ihtimalle çok para kazandığı bir dönemde içinden geleni bastırmadı, söylediği yüzlercesinin arasına bir tane de kendi anadilinden şarkı katacağını ilan etti. Reha Muhtar’ın Mahsun Kırmızıgül şahsında Kürt sanatçılara yönelttiği “Sahneye buyurmaz mısınız?” sorusuna bir ön cevap olarak “Hayır buyurmam” dedi. Ahmet Kaya ardında sadece harika şarkılar değil, potansiyel hain olarak gördüklerinden sırıtarak biat isteyenlere şahsiyetli bir yanıt vererek devrimci bir sanatçı mirası bıraktı.