Eğitim sisteminin geldiği son hali BirGün’e değerlendiren Prof. Dr. Şirin, “Üniversite sınavı hafızayı ölçüyor” dedi. Ebeveynlerin yalnızca kendi çocuklarını değil tüm çocukları dert etmesi gerektiğini söyleyen Şirin, salgının yarattığı travmaya dikkat çekti.

Salgın travma yarattı

Ayşe Alan

Eğitim, çocuklar ve öğrencilere ilişkin çok sayıda bilimsel çalışma yapan ve çeşitli projelerin yürütücülüğü gerçekleştiren New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selçuk Şirin ile ülkedeki eğitimin durumunu konuştuk.

Yaklaşık yüzde 85’lik kesimin gelir eşitsizliği nedeniyle eğitimde sıkıntılarla karşılaştığını söyleyen Şirin, ebeveynlerin yalnızca kendi çocuklarını değil tüm çocukları dert etmeleri gerektiğine vurgu yapıyor. Toplumun tüm kesimine ulaşmak için bir YouTube kanalı da açan Şirin, ayrıca pandeminin gençler üzerinde bir travma yarattığına dikkat çekiyor.


‘TÜRKİYE’DEKİ GENÇLERE GÜVENİYORUM’

► Salgın sonrası hayatımıza ‘yeni normal’ diye bir kavram girdi. Bir yandan da bir belirsizlikler dünyasında yaşıyoruz. Sizce eğitimin geleceği nasıl olacak?
Salgın sonrası neyin ne olacağını kestirmek zor. Bu pandemi bir travmadır. Bizleri değiştirecek ama 30 yaş altı bu travmadan en çok etkilenen kuşak. Çünkü onların geleceği ekonomik denklemlerle alt üst olmuş durumda. 30 yaş altındaki çocukların temel sorunu Türkiye’de, İsrail’de, Yunanistan’da, Amerika’da, Almanya’da aynı; gelir adaletsizliği ve küresel ısınma. 30 yaşın altındaki ve üstündekiler arasındaki makas ülkeler arasındaki makastan daha fazla. Ülkedeki gençler ile yaşlılar iki ayrı ülkede yaşıyor. Gernçlerin sorunları görme güvü bana umut veriyor. Orta Anadolu tamamen çöl olduğu zaman Türkiye’de bugün tartıştığımız konuların kaçı tartışılacak? Yani oturup Ayasofya ne olacak diye tartışacak mıyız? Bence tartışmayacağız başka gündemler olacak. Gençler bunun farkında. O yüzden de yeni kitabımın adını da ‘Yetişin Gençler’ koydum.

► ‘Yetişin Çocuklar’ kitabınız büyük bir ilgi gördü, yakın zamanda 42’nci baskısını yaptı. Kitapta babaların çocuk yetiştirmedeki önemine yer vermişsiniz. Ev içindeki bu cinsiyetçi iş bölümü, çocuğun aslında psikolojisine, birey olmasına nasıl yansıdığını anlatıyorsunuz…
Bu tür şeyler genelde anneler için yazılır ve Türkiye için gerçekten büyük sorun. Cinsiyetler arası eşitliği çocuğun yaşaması, evde görmesi lazım. Türkiye’de kadınların iyi olduğu alanlar değersizleştiriliyor. Ben de yaptığım işlerde onları yüceltmeye çalışıyorum.

► Kitabınızın 42’nci baskısının yapılması, ülkedeki ebeveynlerin çocuk yetiştirme ile ilgili daha çok okuması çok sevindirici. Siz bu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demek ki bu alanda kaliteli içeriklere ihtiyaç ve talep var. Bana umut veriyor çünkü kitapta yazdıklarım hakikaten ebeveynin bir şeyler yapmasını isteyen içerikler. Çocukla kaliteli zaman geçirmek çok önemli. Çocukla ebeveynin zaman paylaşımını ve paylaşım kalitesini artırmak istiyoruz. Kitapta da aynı şey var. Açıkçası ben bu kitabın bu kadar ilgi göreceğini bilsem 20 yıl önce yazardım.

Yeni kitabım da eylül ayında çıkıyor; ‘Yetişin Gençler’. Bu kitapta ergenlikten yetişkinliğe geçen dönemi anlatıyorum.

Bu kitabın çok okunmasının bence en önemli nedeni kitaptaki çağrıdan korkmayan, mesleğine tutkuyla bağlı eğitimci arkadaşlar, öğretmenler ve yöneticiler. Onlar dediler ki; “Hocanın burada yaptığı şey hakikaten kıymetli. Ben bunu velilerimle paylaşayım.” Kitabın ulaştığı yerler normalde benim kitaplarımın ulaşacağı yerler değil, bu beni çok mutlu ediyor.

► Kitabınızın son bölümünün başlığı ‘Bu Çocuklar da Bizim’ ve bu bölümde ebeveyne sadece “Kendi çocuğunuzdan değil toplumdaki diğer çocuklardan da sorumlusunuz” diyorsunuz. Neden?
“Kurtuluş yok tek başına” sözü vardır. Bilimsel olarak çocuk gelişimi ile ilgili bütün okuduklarım da aynı şeyi söylüyor. Bir Afrika atasözü, “Çocuk yetiştirmek için bütün bir köye ihtiyacınız var” der. Yani şimdi senin çocuğun kurtuldu, yan komşunun çocuğu kurtulmadı diyelim, bugün yarın bu çocuklar aynı okula gidecekler, aynı sokakta oynayacaklar. Suriyeli çocuklar üzerinden yıllardır söylüyorum; Kendi çocuğumuz kadar onları da dert etmeliyiz. Dert etmezsek çocuklarımız için kurduğumuz hayalleri de gerçekleştiremeyiz. Yoksul çocuklar için de geçerli. Aşırı yoksulluk içerisinde 7 milyona yakın çocuk var. Kendi çocuklarımızı kurtaracağız ve onlar kendisini kurtaracak mantığı uzun vadede geçerli değil.

EŞİT FIRSATA SAHİP OLMAK ZORUNDALAR

► Eğitim bireylere sadece kendinden, kendi çocuğundan sorumlu olmama halini nasıl verebilir ya da eğitim bu sorunu çözebilir mi?
Eğitim, sosyal devlet içerisinde sosyal mobilite aracıdır. Ailelerin gelir ve sosyal statüsünden bağımsız olarak devlet iyi bir eğitim olanağı sunar. Çocuklar eşit fırsata sahiptir, öyle olmak zorundadır. Bunun önünü keser, varlıklı ailelerin çocuklarına, daha çok fırsat verip varlıksız ailelerin çocuklarının önünü keserseniz biraz önce sözünü ettiğim sıkıntılar ortaya çıkar. Türkiye’de şu anda yüzde 10-15’lik kesimin çocukları Norveç-İsveç seviyesinde eğitim alıyor. Yüzde beşlik kesim, dünyanın her tarafında yarışabilir, çok iyi eğitim alıyorlar. Yüzde 80-85 kesim ise Türkiye yakışmayacak ülkelerin koşullarında.

► Yani büyük bir eşitsizlik var. Peki, siz hangi ebeveyne hitap ediyorsunuz?
Türkiye’de iki grup var. Yüzde 20 çok iyi eğitimli, evinde kitaplığı var. Bir de yüzde 80 var. Bunlar ömründe kitapçıya gitmemiş, evinde kitaplık yok. İstatistikler de bunu gösteriyor. Ben yıllar önce kendime şöyle bir misyon biçtim; Yüzde 80'e ulaşmak. O yüzden ‘1 Milyon Kitap’ projesini hayata geçirdim. O projenin tek amacı var; yüzde yirmiden aldığımız kaynakla yüzde 80’e kitap ulaştırıyoruz. Şimdiye kadar da 400 binin üzerinde kitap bu şekilde ulaştı.


YALNIZCA HAFIZA ÖLÇÜLÜYOR

► Kitabınızda “Çocuklarınıza yanıt veren değil, soru sorduran kitaplar okuyun” diyorsunuz, ülkemizdeki eğitimi bu bağlamda düşünürsek yanıt veren değil, soru sorduran bir eğitim sistemi var mı?
Yok tabii. Bunu PISA verilerinden biliyoruz. PISA, 3 yılda bir yapılıyor ve belli senaryolarda özel konular seçiyor. Onlardan bir tanesi eleştirel düşünceydi. Yani soru sorma becerisi. Ya da bu beceriye ileri derecede sahip olanların oranı yüzde 3 bile değil ülkemizde. Gelişmiş bütün ülkelerde ya da bizden çok daha iyi. Gelişmekte olan ülkelerde çok yüksek. Çünkü eleştirel düşünce olmazsa inovasyon, yenilik olmuyor, toplumsal sorunlara yaratıcı çözüm bulunmuyor. Çocuklarımızı da o şekilde eğitmiyoruz. Üniversite sınavı çocuklarda neyi ölçüyor? Biz hafızayı ölçüyoruz.