Hayal kırıklıklarının travmatik bir nitelik kazanmasını önlemek biraz elimizde. Kırılan, dökülen hayali kurtarmanın yollarını arayıp bulanlar, alternatif hedefler koyanlar ve bu dönemi bir dayanıklılık sınavı olarak kabul edenler, geleceğe sağlamlaşmış ruhsal yapılarla geçebilirler. Nitekim dayanışma ağları içinde yer alanlar, kimsesi olanlar, üretme olanaklarını sürdürebilenler travmatik etkilere dayanabiliyorlar.

Salgın ve hayatımız

Unutulmayacak olan. Yaşamda başka insanların bize ne dediklerini, ne yaptıklarını bile unutuyoruz ama bize hissettirdiklerini asla unutmuyoruz. Salgın döneminin yaşattığı duyguları da hiç unutmayacağız.

Belleğimizdeki duygu izlerinin yaşantılarımızı kıskaca almasını, içinden çıkılmaz döngülere düşmeyi önleyebiliriz. Hangi duygular? Olmadık şeyler olmasına duyduğumuz öfke, yapmadıklarımız için pişmanlık, olmasını beklediğimiz ama gerçekleşmemişler için hayal kırıklığı, giden ve gelmeyecek olanın ardından duyduğumuz üzüntü…

Yaşadığımız duyguların önce farkına vararak, adını koyarak, başkalarıyla paylaşarak ve başkalarınınkini anlamaya çalışarak duyguların yoğunluğunu kontrol edebiliriz.

Korku ve şaşkınlık. Bilinmezlik, bilinebilir olarak tasarlamış olduğumuz hayatımızın kestirilebilir olmaktan çıkmasıyla tekinsiz bir dünya hissi yaratır. Tehlike hissini önce uykularımızda, kalp atışlarımızda hissederiz. Sonra duygular sökün eder. En hızlı korku gelir. Canımız ve sağlığımız, kendimiz ve sevdiklerimiz, geleceğimizle ilgili bir korku; ülkenin, işlerimizin, güçlerimizin, hayatımızın, çocuklarımızın geleceğinin nasıl şekilleneceğini bilememenin verdiği korku. Daha doğrusu her zaman bilinmez olanın bilinmezliğini idrak etmemizle, bilme yollarının da silinmesiyle beraber gelen bir korku. Korkunun yanı sıra şaşkınlık, tutuklaştıran, aklımıza o an nasıl esiyorsa ona göre hiç yapmayacaklarımızı yaptırtan. Marketlere hücum ederken olduğu gibi...
Stres ne varsa onu katmerlendirir. Her türlü yaşam değişikliği, özellikle stresör (strese neden olan faktörlere verilen ad) nitelikte olanlar daha önceden var olan özellikleri belirginleştirir. Yüzümüze bir spot ışığı tutulduğunda çizgiler ve kırışıklıklar nasıl daha belirginleşiyorsa, hayatlarda daha önceden başlamış çelişkiler, geçimsizlik, ev içindeki şiddet ya da ev içindeki eşitliğin sağlanamadığı durumlar iyice gün yüzüne çıkar. Bu durumu düzeltmek için karantina dönemi bir fırsat, barışmak ya da uzlaşmak için zorunlu bir durum oldu diye düşünsek de pandemi boyunca yaşananlar, sıkışmışlık onarım çabalarını zorlaştırdı gibi gözüküyor.

Kaygılı anne-babalar Bu durumu hiç dert etmeyenler kadar, komplo teorileriyle kafası meşgul olup yapılanların abartılı olduğunu söyleyen anne-babalar da çocuklarını zor duruma düşürebilir. Bu gerekçelerle hiçbir sınıra ve sağlık tavsiyesine uymama yönünde sokakta ve evde davranan ailelerin çocuklarında aşırı kaygı ortaya çıkabilir. “Gereken hiçbir şeyi onlar yapmıyor, o zaman benim bir şeyler yapmam gerekiyor” diyen çocuk evin kaygı merkezi haline dönebilir. Anne-babanın kaygısız ve umursamazlığının doğurduğu “kaygı boşluğu”nu çocuk dolduruyor. Salgın ya da hastalık gibi tehlikelere (başka durumlarda kaza gibi olasılıklara) karşı temkinli olmayı aşırı kaygı ile eşdeğer sanmamak lazım.

Bir hayal kırıklıkları dönemi. Bu, hayal kırıklıklarıyla başa çıkmayı öğrenmek için de bir gelişim fırsatı. 10 yıl sonra, 20 yıl sonra, 30 yıl sonra bu dönemi bu kadar kötü hatırlamayacakları kesin. Hangi koşulla? Büyük, giderilemez, onarılamaz kayıplar yaşamamış olurlarsa. Büyük kayıplar, bir sevdiğimizi, değer verdiğimiz birisini, kişi olarak tanımamış olsak bile, kaybetmiş olmak bu döneme travmatik bir nitelik kazandırır. Kayıpların önemli bir kısmını hayatlarımızdan eksilen insanlar oluşturuyorsa da, gerçekleşmeyen mezuniyetler, yarım kalmış dostluklar ve aşklar, tamamlanamamış turnuvalar ve kaçırılmış doğum günleri gibi yaşanmamışlıkların yarattığı hüznü unutmayın.

Hayal kırıklıklarının travmatik bir nitelik kazanmasını önlemek biraz elimizde. Kırılan, dökülen hayali kurtarmanın yollarını bulanlar, alternatif hedefler koyanlar ve bu dönemi bir dayanıklılık sınavı olarak kabul edenler, geleceğe sağlamlaşmış ruhsal yapılarla geçebilirler. Travmatik olaylarla karşılaşanların küçük bir bölümü travma sonrası stres bozukluğu ya da başka ruhsal bozukluklar geliştiriyor. Zorlanan, kırılma noktasına yaklaşan önemli bir çoğunluk toparlanabiliyor. Nitekim dayanışma ağları içinde yer alanlar, kimsesi olanlar, üretme olanaklarını sürdürebilenler travmatik etkilere dayanabiliyorlar.

Salgın ve gençler. Gençler, önemli ölçüde doğaları gereği ayrıca, beyin gelişimlerinin henüz tamamlanmamış olması nedeniyle riskleri azımsayabilir. Hayata bakışları tehlikenin o andaki etkilerini ön plana alır. Uzun vadede, bırakın yılları, günler sonra olacak olanları akla getirmeyebilirler. Sağlıkla ilgili risklere bakışlarını bu belirler. Yaşlıların daha çok etkilendiğinin söylendiği, ölüm vakalarının yaş ortalaması 74,5 olarak açıklandığında genç, kendi yaşından çok uzak gördüğü bu ortalama değerin temsil ettiği ölümün hiçbir zaman kendisine uzanamayacağını düşünür. Ortalamanın dışındaki kısmı düşünmesi için ortalama ile beraber gelen standart sapmayı sormasını beklemeyelim; genç ölümlerin var olduğunu gösteren verileri arayıp bulmasını da. Bilime düşen bu riski ve tehlikeyi korkutmak değil aydınlatmak amacıyla ortaya koymasıdır.

Hayatın merkezi evden okula kayar. Evin ve ailenin gelişim üzerindeki güncel etkisi yaş büyüdükçe hele lise yıllarına vardığımızda epeyce azalır. Baştaki etkinin gücü hiç kaybolmadığı için devam eden etkiyi ailenin o andaki tutum ve davranışlarının çok daha “hafif” kalan etkisiyle karıştırırız. Gencin bağımsızlık arayışı içerisinde ana karakterler, arkadaşları, okuldaki öğretmenleri olur. Düşmanları olur, dostları olur. İlham kaynakları olur, nefret edilecek olanlar olur. Etki merkezi büyük ölçüde okula kayar. Özellikle 13-14 yaşından sonra stresle başa çıkma dayanışmacı, birbirini kollamacı arkadaş ilişkilerinden beslenmeye başlar.

Evden okul olur mu? Çok benzersiz bir durum ve benzersiz bir alt-üst oluşla karşılaştığımız bu dönemde bildiğimiz anlamda okulun yokluğu önce sarsıcı oldu. Okulların yetersiz kaldığı noktalara “ABD’deki gibi evden eğitimle düzeltelim” düşüncesiyle yaklaşan anne-babalar dahil birçok kişi, okulun eve taşınmasına hazırlıksız olduğu için ciddi şekilde zorlandı. Çerçeve çizicilik görevinin resmen okulda, fiilen ailede olduğu durum kafa karıştırdı. Okulların kendi çerçeve çizici (ya da siz “oyun kurucu” deyin) rollerini tekrar ele almaları ölçüsünde bir denge oluştu. Bu dengenin özellikle dijital hayatın nimetlerini doğru kullanmayla paralel olduğu kanısındayım.

Ancak travmatik stresin var olan çelişki ve çatlakları belirginleştirmesi uzaktan eğitim üzerinden okullar ve eğitim ile ilişkimiz için de geçerli oldu. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ama yenisinin ne ve eskiden ne kadar farklı olacağını tam bilemediğimiz bir noktaya, okullar ve eğitim yapımız açısından da geldik. Bu durumun yarattığı değişim, sadeleşme ve dönüşme fırsatının iyi kullanılıp kullanılmayacağı eğitimin paydaşlarının tutumlarına bağlı olacak.