Kredi verme rolünü alabilmek için Arupa Merkez Bankası’nın sözüm ona “tarafsızlık” ilkesi ile sorumluluğu omuzlarından atması tam bir fecaat. “Tarafsızlık” ilkeleri politik bir eylemden kaçındığı için, farklı direnişlerin başlangıcı için birtakım koşulları belirleyebilir

Salgın zamanlarında emek mücadelesinin siyaseti

SANDRO MEZZADRA
Çeviri: Barış Yüksel/Bologna

Süpermarkete girmeden uzun bir sıra, uzayan eczane alışverişleri… Bugünlerde yaygın hale gelmiş olan bu gibi tecrübeler, koronavirüs salgınının yaşadığımız toplumu ne kadar değiştirdiğini görmemizi sağlıyor. Daha doğrusu, şu ana kadar, küresel salgın ve İtalyan hükümetinin, ona karşı koymak için aldığı önlemler, aslında bir süredir devam eden trendleri sadece hiddetlendirdi. Korku siyasetlerinin hakim olduğu son yılların etkisi oldukça bariz. Bununla birlikte, son derece farklı çağrışımları olan görüntüler de ortaya çıktı: İnsanlar birbirlerine sokakta gülümsüyor, balkonlarda müzik yapılıyor, ve sadece doktor ve hemşirelerle sınırlı kalmayan; kendilerine çalışma şartları çerçevesinde çizilmiş olan can sağlığını korumak için greve giden fabrika işçilerini de kapsayan çok çeşitli dayanışma var.

Tartışma, çeşitli sosyal hareketler ve sol cephede yukarıda da bahsi geçen olağanüstü zamanlarda artan kontrol mekanizmalarına odaklanmış görünüyor. Hatta kendini virüs bilimi ve salgın hastalıklar konusunda uzman addeden tanınmış filozoflar tarafından ifade edilen görüşler, Covid-19’un vahameti konusunda bir takım şüphecilik içeriyor. Bu konuda herhangi bir şüphenin olmadığı kanaatindeyim.

EKONOMİK SONUÇLARIN BENZERİ GÖRÜLMEDİ

Koronavirüsün iktisadi sonuçlarının eşi benzeri görülmedi. Krizin kökeninde onlarca yıldır ilk defa, “gerçek ekonominin”, küresel finansal piyasaları emsalsiz kayıplara iten zararlar verecek seviyede vurması yatıyor. “Tıkanma”, küresel kapitalizmin yaşadığı durumu anlatmak için en yerinde metafor gibi duruyor. Var olan kriz bir ayna misali kapitalist sistemde, değer ve birikim evrelerinin sermayenin, metaların ve insanların umarsızca dolaşmasına bağlı olduğunu yansıtıyor. Lojistik ve kapitalist küreselleşmenin alt yapısal iskeletini oluşturan tedarik zincirleri hatırı sayılır ölçüde sekteye uğramış görünüyor.

Salgının küresel kapitalizmin gelişiminde geriye dönüşü olmayan bir noktaya temas ettiğini söylemek yanlış olmaz. Kapitalizm, koronavirüsten sonra da var olmaya devam edecektir. Lakin unutulmamalıdır ki kapitalizm, 2007-2008 finansal krizinden bu yana kendisinin radikal değişimler geçirmiş halini görmeye alıştığımız son versiyonundan ciddi şekilde farklı olacaktır. Global seviyeye atfen, İtalya’da olanları anlamak için tam olarak buradan başlamak gerektiği kanısındayım.

Basitleştirerek anlatmak gerekirse, krize cevap olarak bugünlerde sınırları keskin iki alternatif ortaya çıktı denebilir. Bir tarafta, özünde sosyal Darwinizmden etkilenmiş Johnson-Trump- Bolsonaro ekseninde örneğini gördüğümüz “Maltusçu” çözüm var. Diğer tarafta ise halk sağlığını vurgulayarak, ana çözüm olarak öne çıkaran ve kendi içinde çok farklı örnekler sunan Çin, Güney Kore ve İtalya var. Birinci model, binlerce insanın ölmesini bir doğal seçilim olarak görürken, ikincisinde, çok nedenlerden dolayı, mesele, değişen derecelerde otoriterlik ve sosyal kontrol ile “toplum savunulmalıdır” gibi görünmektedir.

Bu katiyen, İtalyan hükümeti tarafından uygulamaya konulmuş olan önlemleri desteklediğim anlamına gelmemelidir. Şimdilik, küresel olarak gerçekleşen bu tezatlık sadece kapitalizmin geleceği üzerinde değil bizim - sonuç olarak aynı şey olan- hayatlarımıza da son derece önemli etkileri olacak demekle kendimi kısıtlamayı tercih ediyorum. Devam etmekte olan çatışma, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri ve Brezilya gibi ülkelerde direnişlerin sert, sosyal ve politik olarak köklü olması nedeniyle “Maltusça” çözümleri destekleyen hükümetleri oldukça etkiliyor. Böylesi bir mücadele, kendisini üretimin buyruğuna adamış Confindustria(İşverenler Sendikası) tarafından kendilerine dayatılan şartları reddeden işçiler örneğinde gördüğümüz üzere diğer akstaki İtalya gibi ülkeleri de etkiliyor.

HALK SAĞLIĞI SİSTEMİ TARTIŞILAMAZ

Yakın gelecekte birtakım sonuçlar ortaya çıkabilir, ve bu sonuçlar, onları ortaya çıkaracak koşulların oluşması anlamında incelenmeye değer. Özünde sağlığı bir sosyal hak olarak barındıran halk sağlığı sisteminin varlığı tartışmaya açık olmamalıdır. Bu sağlık çalışanlarından gelen baskı ile birlikte, en azından bir süreliğine, (sağlıkta) ek kesintilerin teklifinin zor olacağı ve hatta bir takım ilave yatırımların olacağı anlamına geliyor.

Altını çizmek gerekirse: yukarıda bahsi geçen senaryolar sadece hükümetin aldığı kararların evrilmesinden öte, içinde kendine has mücadeleleri ve dinamikleri barındırıyor. Son çare olarak, kredi verme rolünü alabilmek için, Avrupa Merkez Bankası’nın sözüm ona “tarafsızlık” ilkesi ile sorumluluğu omuzlarından atması tam bir fecaat. Lakin, tam olarak da bu “tarafsızlık” ilkeleri politik bir eylemden kaçındığı için, Avrupa genelinde farklı direnişlerin uyanışı ve başlangıcı için birtakım koşulları belirleyebilir.

Sonuç olarak, burada sunulan perspektif farklı hareketler, sosyal mücadeleler ve solun kendisinin ürettiği alanlara parmak basarak devam eden salgını anlamamızı sağlıyor. Yazının tamamında göz önünde bulundurduğum üzere, kontrol meselesini, devletin artan gücünü yahut korku siyasetinin yükselişini küçümsemiyorum. Bu mevzular kesinlikle devam etmekte olan senaryonun parçasıdır. Lakin, bunlara nasıl karşı konulmalıdır? Salgın zamanlarındaki genel mücadele politikalarının şekillendirilmesi amacıyla ele geçirilen fırsatların değerlendirilmesi gerekmekte.