YER: Beyoğlu
ZAMAN: Bilinmiyor/Bir rivayete göre İkiBinOnİki. 
 
İktidar eliyle değiştirilen sosyokültürel dokunun son kaybı geçtiğimiz hafta kapısına kilit vurulan Muammer Karaca Tiyatrosu.
 
Kapitalin vahşice yuttuğu Beyoğlu’nun dönüşüm süreci, geçmiş yazılarımda belirttiğim gibi iki bin yedi yılına dayanır. Devlet Tiyatroları Taksim Sahnesi’nin kapanışına.
 
Eski günlere, sahne sanatlarını geliştirmek adına salon, sahne kapatmaktansa yeni kültür alanları açmayı hedefleyen politikaların güdülebildiği o uzak(!) geçmişe gideceğim. Bin dokuz yüz elli beş yılının mart ayına. Beyoğlu’nda çıkmaz sokağa konumlu tiyatro salonunun açılış gecesi. Kıymetli usta Muammer Karaca’nın konuşması.
 
“Yeni tiyatronuza hoş geldiniz, aziz seyircilerim! Tiyatronuz diyorum. Çünkü bu koltuklarına keyfinizce kurulup içinde iki üç saatinizi geçireceğiniz mütevazı çatı, değerini dünyanın hiçbir nimeti ile değişmeyeceğim büyük alâkanızla kuruldu... Eser sizindir sevgili seyircilerim. Bizler onun naçiz birer amelesiyiz.”
 
Bu sahne elli yedi yıl (ağır bürokrasinin çarkında on yıllık bir perde kapama vahametini atlattı) boyunca, çokluk muhalif repertuarları dolu salona oynadı. Sahne, çıkmaz sokakta konumluydu ama finalde izleyici kendi dehlizindeki çıkışlara açılırdı.  Son yıllarda DOSTLAR Tiyatrosu’nun ev sahipliğinde MARX’ın Dönüşü, Ben Bertolt Brecht gibi sert, muhalif prodüksiyonları kitlelerle buluşturdu. Lojistik avantajı, tiyatro sanatı adına değerli bir uğrak olurken, repertuarlar toplumsal bilince sızdı.
 
Yukarıda ardı ardına kurulan cümleler Totaliter İnşa için ciddi birer engel elbette(!) Gereği yapıldı ve kilit atıldı. Karardan sonra salonun akıbeti ile ilgili tüm sorular her zaman olduğu gibi yanıtsız bırakılıyor ya da laubalilikle geçiştiriliyor.
 
Taksim Platformu’nu oluşturan halk ise kayıp envantere bir kayıt daha ekleyerek hangi mahkemeye hangi yetkiliye başvuracağını düşünerek, istiklal Caddesinde çığlık çığlığa koşuşturmakta… Ama kapı duvar.
Kış bastırırken sahnelerden, sokaklara sürülüyoruz.
 
Unutulmamalı tiyatro, “iki kalas bir heves”tir. Zamanın ruhu tüm çirkefinde işlerken günü geldiğinde oyunlarımızı sokaklara taşırız/taşımıştık. Tiyatro tarihi incelendiğinde ya da ülke geleneğimiz düşünüldüğünde DevrimciİşçiHalkTiyatrosu(DİHT) gibi sayısız örnek bulunacaktır.
 
SANAT/Tiyatro, baskı/İktidar, yargı ekseninde akıldışı gelişmeler, kenti saran fırtınadan daha şiddetli daha sert. Tanımlarından biri “İnsanı insana insanla anlatma sanatı-B.B.” olan Tiyatro, otoriteler için (tarih boyunca) başlı başına korkulan bir alan olmuştur. Otokratik zihniyet kontrol, itaat, şiddet üzerine şekillenirken, kontrol edilemeyen şu tiyatrocular bir hale yola sokulmalı.
 
Tiyatrocu Nazlı Masatçı Vicdani Ret için yapılan basın açıklamasında sokak oyunu oynadığı için, 'Halkı askerlikten soğutmak'tan yargılanabiliyor. Masatçı, Gogol'un 'Palto' oyununu oynamıştı. "Sanatta hiç bir suç yoktur. Bu davada yargılanan ben değilim, sanattır. Oyuncuların sokak oyunu oynamasının meşruluğuna inanıyorum.” 

Mehmet Atak’ın sahneye koyduğu “Masal Pınarı-Devlet İnsanın Sadece Canını Alarak Öldürmez” isimli okuma tiyatrosu üzerine (Şubat 2011) ben de yazmıştım. Hukuk skandalında yol alınmıştı, Pınar Selek davadan beraat etmişti. Mehmet ATAK ise “Herkes Bebek Doğar” davasından yargılanmaya devam ediyordu. Okazyonlar peşi sıra, tarihleri kaçırdım. Pınar’ın davası hukuk garabetine dönüştü. Yargılaması sürecek. Mehmet Atak ve arkadaşları bugün Eskişehir’de sekizinci celseye çıkıyor.         

Usta Muammer Karaca kendini tiyatro işçisi olarak tanımlıyordu. Konservatuar yıllarında bu kıymetli tanımın etrafında dolanmış, uzunca düşünmüştüm.

Şimdi yirmi birici yüzyılın ilk çeyreğinde insanlık (ekolojik dengeyi de yok ettik!)belki de son oyunu oynuyor. Sonrası tufan!

Elli yedi yıl öncesini uzak geçmiş olarak tanımlamışım. Trajik olan tam da burada. Jet hızıyla türeyen kararlar, asırlık kayıplara yol açabilecek sorumsuzluklar karşısında zaman mefhumumuzu ve hafızamızı yitirdik. Hatırladığım oyun’lar. Biz insanlığın yazdığı, oynadığı, yönettiği oyunlar.