‘Sanatın Erkeksiz Tarihi’ kitabının yazarı Aslı Kotaman, kadın sanatçıların dışarıda bırakılmasının patriarkal (ataerkil) bir tarih anlayışının ürünü olduğunu söylüyor.

Sanat tarihinin hayalet kadınları
Fotoğraf: BirGün

Eda Köprü YILMAYAN

Sinema üzerine dersler veren, çalışmalarında sinemayı; felsefeyle, edebiyatla, resimle birleştiren Akademisyen Aslı Kotaman, ‘Sanatın Erkeksiz Tarihi’ kitabını yazdı. Kotaman kitabının ön sözünde “Sanat tarihi yazılırken kadınlar bir yanlışlık sonucu, basitçe unutuldukları için ya da yeterince iyi kadın sanatçı olmadığı için dışarıda bırakılmadı. Sanat tarihi başından beri kadınları dışarı bıraktı” diyor. Biz de Aslı Kotaman’la Erenköy’de Gergedan Kitabevi’nde vereceği söyleşi öncesinde buluştuk, Sanatın Erkeksiz Tarihi’ni konuştuk. 

Neden ‘Sanatın Erkeksiz Tarihi’ adını seçtiniz?
Kitabın adının daha kapsayıcı olmasını istedim. Bu çalışmaları yapan tek kişi ben değilim. Son birkaç yıldır bu alanda çalışma yapılıyor. Büyük sanat külliyatını anlatan Gombrich ‘Sanatın Öyküsü’ kitabının ilk baskısında hiçbir kadın sanatçıya yer vermiyor. Ta ki altıncı basımda bir kadını ekleyene dek.

Hangi sanatçıyı ekliyor?
Frida Kahlo’yu altıncı basıma ekliyor. Dolayısıyla bu bir tür cevap. Gombrich yaşıyor olsaydı, “Bu kadın sanatçıların isimlerini de ekleyebilirdiniz” demek için kitabı yazdım. Benim için de öğretici bir süreç oldu. İki yıldır bu konu üzerine çalışıyorum, bir 50 tane daha kadın sanatçının hikâyesini yazabilirim. Kadın sanatçıların dışarıda bırakılması patriarkal (ataerkil) bir tarih anlayışının ürünü. Çoğunlukla beyaz erkekler tarafından yazılmış bir tarih bu. 

KOCA ÇÖLDE SUYA ULAŞABİLEN KADINLAR

Sanat tarihine baktığınızda kadın sanatçılara ilişkin neler saptadınız? Yeteri kadar iyi kadın sanatçı mı yoktu da bu çalışmalarda yer almadılar?  
Linda Nochlin’in ‘Neden hiç büyük kadın sanatçı yok?’ başlıklı bir makalesi var. Nochlin’e bir gün bir sanat galerisinin sahibi,“Ben kadınların retrospektif eserlerini müzelere dahil etmek istiyorum ama kadın sanatçı yok, nereden bulayım?” diyor. Nochlin de çalışmasına bu fikrin ne kadar yanlış olduğu düşüncesi üzerinden başlıyor.“Neden büyük kadın sanatçı yok? Çünkü kadınların büyük olmasına izin verilmedi” diyor. Bugüne kadarki sanat tarihi anlatısında kadınlar dışarıda bırakılmış. Geriye dönük bunun izini sürmek hiç kolay değil, kayıtları kilise tutmuş. En önemli faktörlerden biri de kadınların çırak olmasına ya da modelle çalışmasına izin verilmemiş. Dolayısıyla kadınların bu işe girmesinin olanağı yokmuş. Bu işi yapanlar, bizim bugün isimlerini bildiklerimiz bu yokluğun içinden yırtıp geçen, koca çölde suya ulaşabilen kadınlar. Bu kadınların eserleri saklanmamış, kataloglanmamış. Bunlar bir tür hayalet insanlar, bugüne eserleri kalamamış, kayıt altına alınmamış. Oysa döneminde çok önemli kadın sanatçılar da varmış. Örneğin Angelica Kauffman. Royal Academy’de yer alan iki kadın sanatçıdan biri. Kraliyet ressamı oluyor. Onun ardından kadınlar bu mesleği yapmaya başlıyor. Bir ilham hikâyesi aslında ama yine bilmiyoruz. Kadın sanatçıları tanımıyoruz. 

Bir de kitabınızda dikkatimi çeken ve aslında daha önce farkına varmadığım bir şeyi öğrendim. Kadın sanatçılar isimleriyle erkek sanatçılar ise soy isimleriyle anılıyor. Neden? 
Bunu bir tür çocuksulaştırma, üstü örtülü bir ayrımcılık olarak görüyorum. Picasso’nun ilham perileriyle ilgili bir ders veriyordum. Sürrealizm ve sinema üzerine Dora Maar’ı anlatıyordum. Ondan Dora diye bahsediyorduk. Bremen’de bir gün bir sanat tarihi müzesine girmeden önce bir kafede oturdum ve kafenin her yerinde Picasso’nun eski ilham perilerinden biri olan Sylvette’in resimleri olduğunu fark ettim. Müzeden içeri girdiğimde de onun eserlerini gördüm. Fakat kadın sanatçıları sadece adlarıyla söylediğimizi fark ettim. Neden Picasso ya da diğer erkek sanatçıları adlarını hatırlamamacasına soy isimleriyle biliyoruz da kadınları adlarıyla söylüyoruz? Bir saygı, bir büyükleştirme hikâyesi aslında. Uzun yıllardır yapılan çalışmalarda da görüyoruz ki biz erkek sanatçılardan hep dahi olarak söz ediyoruz. Halbuki hiçbir kadın, sanat tarihi boyunca dahi olarak adlandırılmıyor. Çok yaklaşırsa “parlak” olabiliyor. Dahi olan kadın yok! Makalelerde ya da kitaplarda böyle bir tanımlama yok! Oysa kadınlar kanonları parçalıyorlar. 

DEVASA TUVALLERDEKİ IŞIK VE RENKLER

Dünyanın farklı yerlerinden 50 kadın sanatçının hikâyesini, mücadelesini anlatıyorsunuz. Bu isimler arasında sizi en çok etkileyen hangi sanatçı oldu?
Mary Cassatt’ın eserlerini uzun süredir derslerimde anlatıyordum. Louise Bourgeois’nın böceklerinden çok etkilenmiştim, bir diğer sanatçı da Lee Krasner. Lee Krasner’in ilginç de bir hikâyesi var.  Krasner, Ressam Jackson Pollock’ın eşi. Pollock bir araba kazasında ölüyor. Lee Krasner aslında resme eşinden çok önce başlamış, çok büyük tuvaller üzerinde küçük fırçalarla çalışmış ama Pollock soyut resimleriyle çok popüler oluyor. Evlerinde de tek bir atölye var. Atölyede Pollock, Krasner ise üst kattaki odasında çalışıyor. Kocası ölünce Krasner onun atölyesinde çalışmaya başlıyor. Devasa boyutlardaki tuvallerde çalıştığı için bu fiziksel performans da gerektiriyor. Atölyede çalışmaya başlamasıyla tablolarındaki ışık değişiyor. Resimlerinin boyutu ve renklendirmesi farklılaşıyor.  

Sanırım en çok bilinen kadın sanatçı Frida Kahlo. Neden?
Frida’nın hikâyesinde karşıtlıklar var. Frida hem Amerikalı hem Meksikalı. Amerikalı olmasının bir etkisi var. Eşiyle arasında çekişme, bir melodram da var. Bir yandan da hastalığıyla mücadele ediyor. Bazı sanat tarihçileri Frida Kahlo’nun fazla büyütüldüğünü düşünüyor. Ben Frida’nın resimlerini seviyorum.