AKP iktidarının sanatta yürüttüğü baskı iklimi psikolojik ve toplumsal tahribata yol açıyor. İktidarın psikolojik bir savaş yürüttüğünü ifade eden uzmanlar, “Otoriter yapılar bağımsız sanattan korkar. Örgütlü mücadele şart” diyor

Sanat yasakları, psikolojik harp gibi…
Bu resim Mehmet Turgut tarafından yapak zeka ile üretildi.

Işıl ÇALIŞKAN

AKP iktidarının hedefinde yine sanatçılar var. “Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek.” (Fahrettin Altun, 2018), Aile, eğitim ve kültür konularında arzu ettiğimiz inkişafı sağlayamadığımızı da kabul etmemiz gerekiyor.” (Recep Tayyip Erdoğan, 2021) Bu sözler, AKP’nin kültür ve sanat alanında yürüttüğü savaşın kanıtı niteliğinde. Salonsuz, mekânsız ve desteksiz bırakılan sanatçılar, kitapları poşete konan yazarlar, filmleri sansürlenen sinemacılar, eserleri yıkılan heykeltıraşlar, konserleri yasaklanan müzisyenler… AKP’nin iktidarda kaldığı 21 yıllık süre boyunca sayısız kez şahitlik ettik bu örneklere. 

2022’de özellikle kadın sanatçıların sahne aldığı konserlerin iptaliyle gündeme gelen etkinlik yasakları, 2023’te artarak devam etti. Öyle ki sene başından beri tam 20 etkinlik yasaklandı. Son olarak alternatif müzik yapan Gökçe’nin konserlerinin art arda yasaklanması tepkilere neden oldu. Tüm bunlar sürerken iktidarın baskı ikliminin yarattığı psikolojik ve toplumsal tahribat su götürmez bir gerçek. 

Yasakçı politikaların toplumda nasıl karşılık bulduğu, psikolojik sorunlarla başa çıkma yöntemleri ve örgütlülük meselesinin neden çözülemediğini konunun uzmanlarına sorduk.

PSİKOLOJİK DANIŞMAN VE MÜZİSYEN BANU KANIBELLİ: DAYATILMIŞ DUYGULAR SİZİ YÖNETMESİN

İnsan ve toplum psikolojisi söz konusu olunca dinamiklerin pek de değişmediği ve dünya üzerinde giderek daha fazla tanık olduğumuz bir durum bu. Yasaklar, sansürler, baskılar, otoriter rejimlerin sahip olduğu dünya görüşünü toplumun bütününe dayatarak kendini var etmenin yollarıdır. Bu yolla topluma verilen mesaj ise, aksinin mümkün olamayacağıdır. Bu durum, en çok kendini sanat yoluyla açığa çıkarabilen özgür ifadenin önünü tıkar. Yasaklara, yaptırımlara korku da eşlik eder ve bunun şiddeti zamanla artabilir. Günümüz Türkiye’sinde sadece sanat değil, kendimizi ifade ettiğimiz her alanda giderek artan bir baskılama yaşıyoruz ne yazık ki. Baskılanan kitlelere geçen duyguya bakacak olursak da büyük bir dışlanmışlık, artan yalnızlık ve biriken bir öfke var.

Oksijen seviyesi azaltılmış bir odada kalan oksijenle yaşamaya çalışıyor gibiyiz. Burada pembe bir dünya çizemeyeceğim. Ama şundan eminim. Hiçbir yeni gün bir öncekinin aynısı değil. Her şey içten içe bir değişim, dönüşüm halinde. Bu doğanın kanunu. Psikolojik esnekliğin bu koşullarda yaşamsal önemi var, bunu toplumca öğreniyoruz da. Viktor Frankl’ın Nazi toplama kampında onu hayatta tutan şu sözleri iç sesimiz olsun: “Sahip olduklarımız elimizden ne kadar alınmış olursa olsun, ne düşüneceğimiz ve nasıl bir tutum benimseyip, nasıl davranacağımızı seçme konusundaki özgürlüğümüz sonsuzdur”. Ve de tabii ki, dayanışma. Psikolojik esneklik ve dayanışma, mümkün olduğunca... 

Üzerimize sinmiş, yıllar içinde ağırlaşmış ve öğrenilmiş bir çaresizliğimiz mi var? Artık umudumuz mu yok? Ya da korkuyor muyuz? Belki hepsinden bir parça... Burada da farkındalık devreye girsin. Dayatılmış duygular sizi yönetmesin. Farkındalık, cesaret ve dayanışmayla hem birbirimize hem topluma, hatta dünyaya çok iyi geleceğiz. 

SOSYOLOG PROF. DR. ERKAN SAKA: ENGELLEMELER AÇIKÇA TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ 

Çok açıkça bir toplum mühendisliği olarak görülebilir bu yasaklamalar. Bazı durumlarda gerçekten teknik engeller de olabilir ama bu kadar çok yasaklama artık teknik engellerin ötesinde bir duruma işaret ediyor. Yasaklanan festivallerin neredeyse hepsi muhafazakâr dünya görüşünün rakip olarak gördüğü kültürel işaretlere sahip. Bazı trol şahsiyetlerin artık tek gündemi festivalleri ve sanatçıları yasaklatmak olmuş durumda ve ne yazık ki bunun da somut sonuçları oluyor. İktidarın sanata ve sanatçılara yönelik uyguladığı yasakçı politikalar toplumda elbette yasaklamalara maruz kalanlar kesimlerde artan bir öfke de yılgınlık da olabilir. Ama özellikle son seçimler sonrasında bir çözülme ve ümitsizlik halinin arttığı, yasakçıların da bu yüzden daha cüretkâr olduğu söylenebilir. Tabii en somut olarak sanatçıların bu süreçten ağır yara aldığına şüphe yok. Zaten pandemi de kötü etkilemişti, şimdi de bu yasak dalgası başladı. 

Bu bir yaşama alanı, ifade özgürlüğü ve sanatsal özgürlük meselesidir. Ancak benzer birçok sorunda olduğu gibi burada da somut adımlar atılamıyor. Bu arada toplumu da homojen bir bütün olarak görmemek gerek. Toplumun bazı kesimleri bu yasaklardan gayet memnun gözüküyor. Mesele herkesin özgürlüğünün demokratik bir sistemde korunuyor olması. 
Bazı meslek kolları ki gazetecilik de buna dahil edilebilir, örgütlenme pratiğinden yoksun. En azından günümüzde. Bu zihniyetin inşa edilmesi gerek. Bireysel olarak hakların korunmasının zor olduğu anlarda örgütlü mücadelenin daha fazla faydası oluyor. Buna ne kadar ihtiyaç olduğu bugün çok daha belirgin durumda…

DR. NİL MUTLUER: KENDİNDEN OLMAYANI YOK ETMEK İSTİYOR

Leipzig Üniversitesi, Dinler Araştırmaları Enstitüsü, Kıdemli Araştırmacı ve EUME (Europe in the Middle East) Bağımsız Araştırmacısı Dr. Nil Mutluer: 
Bağımsız düşünce, fikir, ifade ve yaratıcılık özgürlüğü toplumun ve bireylerinin özgürce var olabilmesi, bilimden sanata çeşitli alanlarda özgün çalışmalara imza atabilmeleri için önemli. Zira, bu tür üretimler, ancak tüketicileriyle buluşup özgür ortamlarda tüketilip, paylaşılabilir ve tartışılabilirlerse gelişirler. Daha da önemlisi tartışmanın parçası olan tüm tarafları da geliştirirler, zira, bireyler aktörler haline gelerek ortak alanı besler, birlikte eylemenin parçası haline gelirler.  Üstelik, özgür tartışma ve paylaşma ortamları insanın haysiyetini koruması, bireysel varoluşları, toplumsal huzur ve barış için de oldukça önemli alanlar. Bağımsız konserler de sanatın toplumla buluştuğu önemli alanlardan biri. Bu konserlerin ardı ardına merkeziyetçi bir şekilde iptal edilmesi iktidarın tam da toplumun bir arada paylaşma ve eyleme alanlarından çıkacak farklı düşüncelerine tahammülsüzlüğünden kaynaklanıyor. Otoriter yapılar bağımsız sanat, bilim, düşünce ve ifadeden korkarlar. Onlarla aynı bilgi düzleminde tartışmak veya alana katkı sunmak yerine, kendisi gibi olmayanı yok etmeyi tercih ederler. Öte yandan, yaratıcı, sanatsal, düşünsel ortamlar iktidarın belleğinde 2013 Gezi Direnişi’ni de hatırlatıyor. Özelikle, şu anda bilhassa, hele doğa ve iklim savunmalarında sanatında direnişin bir parçası olması, iktidarın benimseyebileceği bir durum değil. Konser yasaklarıyla topluma bu mesaj açıkça verilmiş oluyor.

Türkiye’de akademiden medyaya, sanata kadar özerk olması gereken bu alanların kurumlarına yapılan merkezi kayırmacı müdahalenin toplumsal boyutunu gösteriyor.