"Ben bir Kürtçe aşk şarkısı söylüyorsam, bana terörist muamelesi yapmamayı da benim o cümlemle biliyor olması lazım dinleyicinin. 'Bu kadın her dilde şarkı söyler, barış için, barıştırmak için, iyileştirmek için söyler' demeli"

Sanatçı özgürce cümle kurmalı ki toplum ileriye taşınsın


BURAK ABATAY

Müzisyen ve oyuncu kimliğiyle tanıdığımız Şevval Sam, 20 Ağustos’ta Harbiye Açıkhava Sahnesi’nde sahne alacak. Sam ile konser öncesinde bir araya geldik. Hem sanattan hem de sanatçının hâlinden konuştuk. Laf lafı açtı ve Sam, sanatçının günümüzde içinde bulunduğu durumdan bahsetti: “Samimiyetle bir söz ettiğin an başına bir şey geliyor. Kendi hakkını arayamıyorsun. İşin ekmeğin engelliyor”

► Hemen Harbiye ile başlayalım. Bizi neler bekliyor Harbiye’de?
20 Ağustos’ta daha önceki konserlere göre daha neşeli bir repertuar hazırladık. Ağır bir kışın ardından üzerimizdeki ölü toprağını önce bahar sevinciyle attık. Şimdi de yazın ortasındayız ve onun tadını çıkartacak bir repertuar olsun istedik. Hala açık havalarda şarkı söyleyebildiğimiz bu dönemde, bütün kışın ağırlığını üzerimizden atacak bir repertuar hazırladık. Ustalara yine selam yollayacağız. Aşık Veysel’i, Neşet Ertaş’ı anacağız. Kazım’a, Ahmet Kaya’ya selam yollayacağız, Sabahattin Ali’yi anacağız. Memleketin bütün bölgelerini gezeceğiz. Trakya’dan Ege’ye, Karadeniz’den Doğu Anadolu’ya… Sahnede konuklarımız olacak, bol bol oynayacağız. Beraber şarkılar türküler söyleyip dans edeceğiz o akşam.

► Harbiye’nin hep güzel bir havası vardır. Katılır mısınız?
Harbiye’nin gerçekten büyülü bir havası var. Mekânın özelliğinden mi, İstanbul’un kalbinde oluşundan mı, her sene o konserleri hasretle bekleyişimizden mi bilmiyorum ama hem sanatçılar için hem dinleyiciler için her sene doğum günü gibi beklenen bir gün. Sevdikleri sanatçılarla, çok güzel bir ortamda bu konserleri yaşamak herkese iyi geliyor

► Anadolu’nun her yöresinden türküleri seslendiriyorsunuz. ‘Halkın kızı’ gibi bir tanımı size çok yakıştırabilirim. Bu tanımı nasıl bulursunuz?
Herhalde sırıtmıyor ki insanlar rahat kabulleniyorlar ve benimsiyorlar benden. Halkın içinde yaşıyorum ben. Koca bir mahallede gibi hissediyorum kendimi. Sokakta tanımadığım bir sürü insanla selamlaşıp, onlarla sanki yıllardır tanışıyormuş gibi muhabbet ediyorum bazen. Uzak bir gezegende gibi yaşamıyorum. Belki de bu yüzden evlerinin kızı kategorisindeyimdir. Peki sence neden?

► Ben başarı gibi görüyorum. Öte yandan Leman Sam’ın kızı olmanıza rağmen kendi kulvarınızda yürüdünüz. Bunun avantajları/dezavantajları oldu mu?
Bağımsız yetiştirildik. Annem hiçbir zaman bizi domine etmedi, seçimlerimize müdahale etmedi. Düşe kalka öğrenirken aslında bize öğrettiği en önemli şey kendi parmak izimizi keşfetmemiz gerektiğiydi. Çünkü parmak izi biriciktir. Dünyanın neresine giderseniz gidin bir eşini bulamazsınız. Bu da demek oluyor ki size has, hiç kimseyle eşi benzeri olmayan bir özelliğiniz var. Taklit etmeye başladığınız zaman başka biri oluyorsunuz. Ama kendi içinize dönüp, kendi kimliğinizi arıyorsanız -ki bu cesaret gerektiren bir şey- o vakit doğru yoldasınız demektir. Düşmekten, kendiyle yüzleşmek ve hata yapmaktan korkmamak ve hatalarından ders çıkarmayı öğrenebilmek, gerçekten o dürüst ve samimi aşkı, arayabilmeyi gerektiriyor parmak izini keşfetmek. Eğer bulabiliyorsanız, o zaman kardeşinizden, anne ve babanızdan çok farklı olarak yaptığınız işe kendi imzanızı atabiliyorsunuz. Annemin bana öğrettiği en önemli şey bu oldu.

► Hiç mi mukayese olmadı peki Leman Sam ile?
İlk başlarda oldu. 15 yaşımda liselerarası müzik yarışmasına katıldım ve kız solist dalında birinci oldum. “Biz biliyorduk birinci olacağını çünkü Leman Sam’ın kızısın “ dediler. Belki de haklıydılar; daha iyi söyleyenler vardı belki de. Ama o kadar garip bir ağırlık çöktü ki içime 33 yaşına kadar şarkı söyleyemedim. Şarkı söylemek yavaş yavaş sahnede açılmaya başladı bende. İlk albümü yaparken sesim çıkmadı resmen. Normalde söyleyebildiğim hiç bir şarkıyı söyleyemedim. Az daha albümden vaz geçiyordum. Tabii bunların yaşanması gerekiyormuş. Belki de iyi ki durmuşum onca yıl. Belki de gerçekten çok bağımsız bir yerden başlamam gerekiyordu. Ama dediğim gibi Leman Sam’ın kızı olmak o gün bir dezavantajdı; bugün ise bir avantaj. Yani yine annemin bana bana öğrettikleri sayesinde.

sanatci-ozgurce-cumle-kurmali-ki-toplum-ileriye-tasinsin-613731-1.

► Hiç tesadüfi olmadığını zaten yıllar içinde gösterdiniz diye düşünüyorum.
Çünkü hayatta bazı şeylerin önüne geçemiyorsun. Ben bunları hiç hayal etmemiştim. Ben Hasan Saltık ile tanıştığımda 2001’di. İlk albümümü ise 2007 senesinde yaptık. Ama 6 yıl boyunca gittim geldim. Orada birçok şey öğrendim. İnsanlarla temas ettim, farklı müzikler de dinledim. Acele de etmedim. Bir şekilde ne yapmak istediğime de karar verdim. Ve şunu düşündüm, “Ben bir yolculuğa çıkacağım, bunu en yakın hissettiğim yerden başlatacağım” dedim. “Sek” albümünde alaturka söyledi. Bu albüm beni Müzeyyen Müzikali’ne de taşıyan albüm oldu. Ama öncesinde yani 2002’de Gülbeyaz dizisinde Karadeniz türküleri söylüyordum Kazım ile birlikte ve aslında benden Karadeniz albümü bekleniyordu. Ama ben, “Hadi burada bir kanal yakaladık burayı sağalım” deyip sırtımı hazır bulduğum bir şeye yaslamak istemedim. Karadenizli değilim ki, bir sürü Karadenizli şarkıcı var ben nasıl oradan başlayabilirim ki dedim ve bu yüzden alaturkadan başladım. Sonrasında tabii Karadeniz albümü beklentisi arttı, Karadeniz türküleri söylemekten de çok mutluydum o yüzden Karadeniz albümü yaptım. Sonra merakım artmaya, ardından da başka müziklerle hayatı keşfedeceğim süreç başladı.

► Nasıl bir merak?
Geçmişte koleje gitmeyi reddedip meslek lisesine gittiğim bir dönem bütün arkadaşlarım daha orta halli ailelerin çocuklarıydı. Gültepe, Fikirtepe, Çeliktepe, Kağıthane, Ayazağı gibi yerlerden arkadaşlarım vardı ve biz arabesk dinliyorduk. Bir parçamda arabesk de var. Bir dönem arabeske olan bakış beni rahatsız etmeye başlamıştı. O sınıf ayrımına tepki olarak arabeski araştırmaya başladım. Bununla ilgili sosyologlar ile konuştum, belgesel izledim, kitaplar okudum, bendeki karşılığını aradım ve yorumladım. Ve arabeskin Türkiye’deki tarihi ile ilgili de sosyolojik bir metin ekledim albüme. Yani bir üniversite öğrencisi Arabesk üzerine bi araştırma yapacak olsa, ‘Has Arabesk’ albümümü kaynak olarak kullanabilir. Öte yandan Arabesk yorumunu merak ettim. Çünkü her müziğin farklı bir tavrı var. Bedenindeki titreşimi daha farklı. Hep merak etmeye devam ettim. İşte o keşif yolculuğunda alaturkadan, arabeskten, tangodan geçtim, bu toprakların farklı renklerine boyandım, Çerkezce, Zazaca, Azerice, Lazca, Ermenice… bir sürü farklı dilde ve farklı bölgelerden şarkılar türküler söyledim. Sonra anladım ki müzikte gezgin ruhluyum.

► Peki herkes tarafından sevilmek, benimsenmek; Anadolu’nun unutulmuş dillerinde türküler söyleyerek insanlara daha yaklaşmak... Mesela Karadenizlilerin sizi Karadenizli olarak görmesi ayrı bir sorumluluk oluşturuyor mu?
Onlardan biri olmak zorunda değilim. Ben bağımsız bir ruh olduğumu düşünüyorum ve aidiyet üzerinden temas kurmuyorum müzikle..Genetik olarak, ailede birçok farklı etnik kök var. Bana sordukları zaman nerelisin diye “Çorbalıyım” diyorum. Çünkü çorba gibi karışığım. Anadolu’lu olup safkan olduğumuzu zannetmek büyük bir aymazlık olur. Bu coğrafyayı, kültürel tarihini yok saymak olur. Sanırım benim “Çorbalı” olmam, bu kültürel zenginliği de tezahür ettirmeme sebep oldu. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Türküleri, lokal olmadan çok iyi anlayabiliyorum. Sadece bu coğrafya değil üstelik; tüm dünyadaki farklılıklar çok ilgimi çekiyor. Tek bir yere ait hissedecek olsam bu zenginliğin tadını çıkaramam gibi geliyor. O yüzden hem bağımsız bir yerde durup hem de hepsini kucaklayan bir bakış açısında tutuyorum kendimi. O yüzden hem bir yerliyim, hem de hiçbir yerliyim. Ama sevgi her forma girebilir. Çerkezlere olan sevgim o türküleri söylerken beni Çerkez yapıyor. Karadenizliler için keza. Dediğim gibi illaki bu topraklara ait olması gerekmiyor. Ben Latin seviyorum, caz seviyorum, Fado seviyorum... benim için kötü ve iyi örnek var aslında. İyi olan her şeyi dinlerim. İyi örneğini severim müziğin, kötü örneğini dinlemem. Ben bu müzikler ile bu farklılıklar ile hayatı keşfediyorum aslında. İnsanları anlamaya başlıyorum. Empati duygum gelişiyor. İnsan da öyle benim için. İyi insan ve kötü insan var. Türkü, Kürdü, Ermeni’si, Romanı yok benim için. İyi veya kötü var. Ayırmıyorum insanları. Zaten “Toprak Kokusu” albümünün mottosu da buydu; toprak gibi olmalı insan… Toprağa tohum attığın zaman sen kimsin diye sormaz. Sen emek verirsen, sularsan o da sana ekinini verir.


sanatci-ozgurce-cumle-kurmali-ki-toplum-ileriye-tasinsin-613732-1.
Sevilen sanatçı Şevval Sam, 20 Ağustos'ta Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda sevenleriyle buluşacak.
Sam konseri şu sözlerle anlattı: "Memleketin bütün bölgelerini gezeceğiz. Trakya’dan Ege’ye, Karadeniz’den
Doğu Anadolu’ya… Bol bol dans edeceğiz"


► Başka dillerde de şarkı söylemek ister misiniz?
Her şeyi söyleyebilirim. Başka dil başka tarz. Yani iyi söyleyeyim, kötü söyleyeyim mutlaka bir denemek isterim. Yeni bir şeyi keşfetmek heyecanlandırıyor beni. Beyine bir bilgi girdiği anda, beyin artık eski beyin değildir. Vizyonu da açılır insanın. O vizyonu hep genişletme eğilimindeyim.

► Kendi üretiminizi yapıyor musunuz?
Son dönemdeki harala-gürele içinde o tarafımın biraz uyuduğunu fark ettim. Bir dönem belki geri çekilip kendi içime dönmek iyi bir fikir olabilir ama bu koşturmacada odaklanamıyorum. Yoğun bir dizi temposundayım bir yandan, yoksa bir dolu söz, beste bir yerlerde elden geçmeyi bekleyen, ama hepsini bir albüm olabilecek şekilde düzenlemek gerekecek.

► Sanatımızdaki üretim süreçlerine baktığımızda en umut vaat eden noktalarımızdan biri sanırım. Bugünlerde sanatçı olmak ve üretimin içerisinde olmak nasıl, zor mu?
İfade açısından kolay değil, Türkiye’de sanatçı olmak. Sanatçı doğuluyor zaten. Hayatı öyle algılıyorsun. Herkesin gördüğü beyaz ışığı renklere ayırandır sanatçı. Dolayısıyla her olgunun içindeki acıyı sevinci aşkı görür ve ifade etmek ister. Sadece sanatta olmak zorunda değil, her türlü ifade zor bu memlekette. İfade edecek özgür alan bulmakta zorlanıyoruz. Aslına bakarsan, baskı altındaki toplumlar daha yaratıcı olabiliyor. Çünkü insan, kendini ifade etme ihtiyacı duyan bir varlıktır. İran sinemasının, biraz da bu yüzden kendine has bir dili vardır. Keşke daha özgür olabilse Türkiye, daha çocukluktan başlayan bir otosansür var. Düşün ki, TRT Çocuk’ta bir çocuk, “Ağaçlar kesilmesin” derken susturuluyor. Öyle diil mi? Öte yandan biz biraz alıngan da bir toplumuz. Bir şeyi mizahi bir dille ifade etmeye kalktığında birileri ayaklanıyor. Hâlbuki biz mizaha daha yakın olması gereken bir ülkeyiz, kendine has gizli bir mizah dilimiz var. İnanılmaz şeyler paylaşıldı Gezi zamanı. Şu anda da sosyal medyada inanılmaz bir mizah patlaması var. Malzeme açısından bayağı zengin bir ülkeyiz. Mizah her zaman kurtarıcıdır, muhaliftir, zekâ ile doğru orantılıdır. Mizahi bir şey çıkınca memleketin zekâ seviyesiyle ilgili umutlanıyorum

► Sahnede hiç endişeye kapılıyor musunuz? Şöyle bir söz söylersem başım belaya girer diye.
İki büyük linç geçirmiş biri olarak sözlerime dikkat ediyorum. Söylemekten imtina etmiyorum ama artık başka türlü söylüyorum. Bu da doğru bir karar oldu benim için. Biçimsellik de çok belirleyici. Nasıl söylediğin çok önemli. Mesela bir cümle söyleyeyim: “Bizim daha özgürce cümleler kurmamız gerekiyor ki, toplum da ileriye taşınsın.” Ama bunun negatifi de şu: “Özgür değiliz, hiçbir şey söyleyemiyoruz!” Bak aynı şey söyleniyor. Bizim, kitlelerin önündeki insanlar olarak cümlelerimizi pozitif hale dönüştürmek gibi bir sorumluluğumuz var. Ve cümlelerimiz ile duruşumuz arasında çelişkiden uzak durmak zorundayız. Özgürce ifade etmeye ve sorgulamaya da ihtiyacımız var.

► Halk müziği ya da sanat müziğine dair toplumdaki ilgi nasıl?
Geçen sene Müzeyyen müzikalinde söylediğim alaturka şarkılarının hepsine bütün seyirci katılıyordu. Eski şarkılar hüzünlü de olsa onlarla eğleniriz. Bu açıdan baktığımızda yeniliklere daha da kapalı ve muhafazakâr durma eğiliminde olan bir toplumuz. Hep bir şeylere tutunma ihtiyacımız var sanki.

sanatci-ozgurce-cumle-kurmali-ki-toplum-ileriye-tasinsin-613734-1.

► İBB seçimeri sonrasında sanatçıların İmamoğlu desteği üzerine konuşulası bir mesele olarak önümüze çıktı.
TRT Çocuk örneğindeki gibi bir çocuğun ağzına laflar tıkılıp susturuluyorsa, toplum daha çocuk yaşta bu sansüre maruz kalıyor. Bu korku çocuk yaşta empoze ediliyor. Çünkü samimiyetle bir söz ettiğin an başına bir şey geliyor. Kendi hakkını arayamıyorsun. İşin ekmeğin engelliyor. Şimdi bir isim versem... Bak isim vermekten nasıl korkuyoruz? Sen bu ismi yazarsan aynı suçlamayla bana da saldıracaklar. Bunu sesli olarak söylemekten imtina ediyorum çünkü hâlâ özgür değiliz. Ondan sonra biri diyor ki “Özgürce konuşun!” Mezbahada ölümü beklerken kurtarılıp çimenlere çıkartılan inek gibi dans edip seviniyoruz. Öyle olmadık mı?

► Bir anda oldu gerçekten...
Arzuladığımız şeydi bu. Bir önceki seçimde çok fazla insan umutsuzluktan dolayı oyunu kullanmadı. İmamoğlu bize özgürlük vaadinde bulundu. Hepimiz için prangalardan kurtulmak gibiydi. Az evvel konusunu ettiğim iki linç için bize sahip çıkan tek belediye Beylikdüzü Belediyesi idi. Ekrem Başkan gerçekten yürekli bir adam.

► Az evvel sorumluluktan bahsederken de, halkların sesi olmaktan bahsetmiştim. Halk için de sanatçı söz söylemeli diye düşünüyorum.
Ben birinci günden itibaren şarkılarımı barış için söylüyorum. Toprak örneği de bu yüzden. Toprak gibi olmalıyız. Çünkü ben sevgimi verdikçe buralar yeşerecek. Mesela, bu topraklarda yaşamış bir dil, bir ağaç gibidir. O dili kesmek, ağacı ve yaşamı kesmektir. Ben bir Kürtçe aşk şarkısı söylüyorsam, bana terörist muamelesi yapmamayı da benim o cümlemle biliyor olması lazım dinleyicinin. Bu kadın her dilde şarkı söyler, barış için, barıştırmak için, iyileştirmek için söyler demeli.