3. Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde jüri başkanlığı görevini üstlenen Zuhal Olcay, BirGün’e konuştu. Olcay, “Kadın kendi gücünün farkına vardığında ve bu edilgenliğe başkaldırdığında erkeklerin sinirini bozuyor” dedi.

Sanatçı Zuhal Olcay: Gücümüz erkekleri sinir ediyor
Zuhal Olcay, Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde jüri başkanlığını üstlendi. (Fotoğraf: BirGün)

Işıl ÇALIŞKAN

Dile kolay 40 yıldır sanatla iç içe geçen bir yaşam. Tiyatrodan sinemaya, müzikten dizilere kadar sanatın birçok disiplinine dokunmuş ve onlarca özgün eser bırakmış bir isim: Zuhal Olcay. Öyle ki kendisi bile geçmişine baktığında bu kadar şeyi ne ara yaptığına şaşırdığını ifade ediyor. Fakat hep daha ne yapabilirim derdinde olduğunu, ‘koş yoksa düşersin’ felsefesini benimsediğini söylüyor. Direktörlüğünü yazarımız Vecdi Sayar’ın üstlendeği 3. Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nin ulusal jüri başkanlığını üstlenen Olcay, festival kapsamında Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde bir de konser verdi. Sanatçı, sesi ve sahne performansıya dinleyiciyi adeta büyüledi. Usta sanatçıyla BirGün okurları için bir söyleşi yaptık. Sanat serüveninden festivale, konser yasaklarından kadın mücadelesine kadar birçok konuya değindik. 

İki tutkunuz film ve müzik bir festivalde buluştu. Siz de ulusal filmlerde jüri başlanlığını üstlendiniz. Bu iki disiplinin buluşmasını nasıl tarif edersiniz?

Bu iki disiplin aslında birbirini besleyen şeyler. Müzik sektöründe şarkılar klipler eşliğinde yayınlanıyor. Keza filmlerden de müziği çıkarırsanız büyük eksiklik olur. İkisi de birbirini tamamlayan faktörler. Ben çok şanslıyım ki ikisinin de içindeydim. Biz tiyatro eğitimi alırken aynı zamanda müzikal olarak da eğitiliyoruz. Ama tabii kendime has bir yeteneğim de olduğu için ben onun üzerine ekleyerek müziği de kattım kariyerime. Bu konuda çok şanslıyım. Böyle uzun bir kariyer dönemi geçirdim. Hâlâ da sürdürmeye çalışıyorum. Yaşadığım sürece de sürdüreceğim. Bunu istiyorum.

Festivalin İzmirde yapılıyor olması neden önemli? Sizin kariyerinizde İzmirin nasıl bir yeri var?

Vecdi Bey beni aradığında ikiletmeden “Tabii ki gelirim” dedim. Çünkü İzmir benim için çok özel bir şehir. İzmirli değilim ama beni herkes İzmirli olarak bilir. Ben evlendiğimde İstanbul Devlet Tiyatrosu’ndan İzmir Devlet Tiyatrosu’na geldim. Hatta kızım burada dünyaya geldi. O dönemde ilk televizyon filmi teklifini aldım. TRT için çekilecek olan Sönmüş Ocak filmi. Canımdan çok sevdiğim rahmetli Okan Uysaler’in yaptığı bir filmdi. Çok iyi bir yönetmendi ama erken yitirdik maalesef. O filmle birlikte ben bir şekilde kamerayla tanıştım. Ondan beri de kameradan hiç korkmadım. O zamanlar tek bir kanal var zaten. Filmin çıktığı anda ertesi gün ünlüsün, herkes seni tanıyor. Dolayısıyla bu nedenle insanlar beni hep İzmirli zanneder bundan da çok memnunum.

Bu İzmir için geç bile kalınmış bir festival. O nedenle Tunç Soyer’e bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Bu festival sanatçılarla sinemayı, müziği insanlarla buluşturuyor. İzmir’e çok yakıştı. Umarım ileriki yıllarda dünyadan da Cannes gibi insanların buraya gelmek için can atacağı bir festival olur.

LMLERİ İZLEMEK LE BİRER ÖDÜL

Jüri başkanı olarak sanatta yarışma fikrine nasıl bakıyorsunuz?

Sanattaki değerlendirmelerin hepsi subjektiftir. Her jürinin her insan gibi bir ruhu vardır. Siz buradaki filmleri başka bir jüriye sunsanız eminim ki farklı sonuç çıkabilir. Dolayısıyla burada bulunmak, yarışmak bile çok değerli. Ödül almış, almamış olmak çok da önemli değil. Bu filmleri izlemek bizler için de bir ödül. Ben bu sene 10 tane birbirinden değerli film izledim. O nedenle çok mutluyum. Ödüller subjektiftir ve güzeldir. Bazen insanların önünde çok daha güçlü olanaklar sağlar.

Aynı zamanda Avrupa Film Akademisi üyesisiniz. Türk sinemasında bugün geleceğe bırakılacak eserler üretiliyor mu?

Üretiliyor tabii, üretilmiş de zamanında. Bir “Susuz Yaz”ı düşünün. Çok değerli yönetmenlerimizin çok değerli filmleri var. Yılmaz Güney mesela. Türk sineması için bir armağan bir hediye bu isimler. Dolayısıyla bugünler içinde Türk sinemasında güzel filmler yapılıyor. Yapılan her film geçmişte etkisinde kaldığı bir yönetmenin üzerine o çağdaki yönetmenin eklediği şeylerle zaten özgün ve geleceğe yönelik bir film olarak ortaya çıkıyor.

HER COĞRAFYA KENDİ MESELESİNİ HAYKIRIYOR

Dünyaya göre neredeyiz peki sizce?

Dünyaya göre biraz daha yaratıcı filmlere ihtiyacımız var. Ama sinema sanatı para, kültür demek. Tüm byunları birbirinden bağımsız düşünemezsiniz. Her coğrafya kendi dertleriyle ilgili filmler ortaya çıkarıyor. Filmlerimize baktığımızda bizim meselelerimizi görüyorsunuz. İsveç, Norveç filmlerini çok severim. Avrupa filmlerini zaten genel itibarıyla çok severim. Oradaki meseleler ne kadar farklı mesela. Her coğrafya kendi meselelerini haykırmak istiyor. Yani hiçbir ülkenin sineması sosyolojik, politik ve  ekonomik durumundan bağımsız değil. Ama bizim ülkemizde de yeni kuşaklar geliyor. Bunu görüyorum. Bu festivalde çok fazla kadın yönetmen gördüm. Bu beni çok mutlu etti ve çok güzel filmler yapmışlar. Dolayısıyla umudu kırmamamak, enseyi karartmamak ama daha çok çalışmak gerekiyor.

Zuhal Olcay sineması dediğimizde güçlü, mücadeleci kadın profili beliriyor hafızalarda. Bugün çok sayıda kadın sanatçı hedef gösteriliyor. Geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kadının güçlü tarafını göz ardı ederek edilgen görmüş bir toplum olduğumuzu düşünüyorum. Kadın hep edilgen. Ve benim en çok gücüme giden böyle kadınların da varlığı. Ama tabii bunu eğitimden kültürden bağımsız değerlendiremeyiz. Ne gördüyse gelecek kuşaklara da onu aktarıyor. 

Ama kadın kendi gücünün farkına vardığında ve bu edilgenliğe baş kaldırdığında erkeklerin sinirini bozuyor. Elinin hamuruyla erkek işine karışma, eksik etek falan laflara baksanıza bu saçma sapan algı artık günümüzde yerini çok daha güçlü kadınların söylemleriyle yerini çok farklı bir yere bırakmaya başladı artık. Dolayısıyla bu erkeklerin sinirine dokunuyor. Onun için gereğinden fazla tepkisel ve acımasız olabiliyorlar. Ama bunun da üstesinden gelir kadınlar, merak etmesinler. Geç kalmış olsak da bunu da halledeceğiz.

Bugün Mecliste kadınlara yönelik düşmanca tavırlarıyla bilinen HÜDAPAR söz sahibi.

Maalesef. Hepimiz tedirginlikle nasıl bir sonuç doğuracağını bekliyoruz. Umarım tedirgin olduğumuz, endişe duyduğumuz şeyler gerçekleşmez. Buna izin vermezler. 

Kadın sanatçıların son dönemdeki üzerindeki baskıyı neye bağlıyorsunuz?

Sanatçılar göz önünde, meydanlarda ve ellerinde mikrofon olduğu için onların söylediklerini cımbızla çekip gündeme taşımak daha kolay. Diğer meslek grubundaki kadınlar için de geçerli aslında bu. Ben örgütlenmeye çok inanırım. Münferit söylemler bazen geri tepiliyor ve hoş olmayan sonuçlar doğurup gereksiz tepkilere neden oluyor. Kadınlar tek ses halinde meselelerine sahip çıkmalı.

DÜŞÜNMEK DEĞİL SÖYLEMEK YASAK

Siz düşüncelerinizi ifade etmekten çekinmeyen bir sanatçısınız. Bunun nasıl bir karşılığı oluyor?

Düşünmek yasak değil biliyorsunuz. Düşündüğünü söylemek yasak. Ben zekânın, aklın her şeyin üstesinden geleceğini düşünüyorum.

VEDATIN BÜTÜN ŞARKILARINA AŞIĞIM

Festival kapsamında bir konser verdiniz ve Vedat Sakman ile de sahne aldınız. Dinleyici büyülendi. Sizin için nasıl bir tecrübeydi?

Vedat Sakman benim hayatımda çok değerli bir insan. Benim meslek hayatımda meleklerim var. Okan Uysalar, Ömer Kavur, Vedat Sakman ve Mehmet Teoman. Onlar benim kariyerimin temel taşları. Onlara çok şey borçluyum. Müzik serüvenim Mehmet Teoman ve Vedat Sakman’la başladı. Vedat çok iyi bir müzisyen, çok özel, güzel bir insan. Beni kırmadı sahneye çıktı. Ben Vedat’ın bütün şarkılarına aşığım.

Konser demişken, bugün çok sayıda müzisyenin sahnesi engelleniyor.

Dün orman yangınlarından korktukları için bir festivale izin verilmediğini okudum. Lütfen sanattan korkmasınlar. Şarkılardan, oyunlardan, tiyatrodan sinemadan korkmasınlar, orman yangınları da çıkmasın. En barışçıl ve en içten duygularım bunlar.

Ufukta yeni projeleriniz var mı?

Ağustos’un 21’inde Haluk Bilginer ile birlikte Ionesco’nun Kel Şarkıcı oyununu sahneye koyacağız. Onun dışında bir yeni şarkımız var, Günay Çoban sözlerini yazdı. Yeni Türkü ile bildiğimiz Selim Atakan besteledi, Cem Tuncer de düzenlemesini yaptı. Bu şarkı da eylül ortasında çıkacak. Konser projelerimiz de devam edecek. Ben şarkı söylemeyi çok seviyorum. Hem tiyatro hem sinema hem de şarkı yaptığım için çok mutluyum. Birinden diğerinin kucağına atlıyorum.

***

YAPTIKLARIMA İNANAMIYORUM

40 yıllık bir müzik serüveni… Onlarca albüm, tiyatro oyunu, dizi film projeleri. Geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz?

Bazen sinemacılar iş gereği otobiyografimi istiyorlar. Şöyle bir tarıyorum ve sonuca inanamıyorum bu kadar şeyi nasıl yapmışım diye. Fakat inanın onları hiç önemsemiyorum. Daha ne yaparım derdindeyim. Kötü anlamda değil ama böyle bir açgözlülüğüm var. Koş yoksa düşersin. Onun için çalışmak, çalışmak. Çehov’un Üç Kızkardeş oyunun sonunda dediği gibi, “Bütün bu umutsuzluklar nasıl yenilecek, bütün bu çıkmazlardan nasıl çıkılacak?” Olga der ki, “Çalışmalıyız, çalışmalıyız, çalışmalıyız.”

Son olarak BirGün okurlarına bir mesajınız var mı?

Umutlu olmak, çalışmak çok güzel. Ve şunu unutmayın, bütün zorluklar bir gün mutlaka yerini güzelliklere bırakacaktır.

*** 

EN İYİ ULUSAL FİLM KÖR NOKTADA

3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali ödülleri törenle sahiplerini buldu. Ödüller şöyle:

ULUSAL YARIŞMA

En İyi Film: Kör Noktada/Ayşe Polat

Jüri Özel Ödülü: Karanlık Gece / Özcan Alper

En İyi Oyuncu: Berkay Ateş – Karanlık Gece/ Nurcan Eren - Suna

En İyi Özgün Müzik: Karanlık Gece– K. Cansun Küçüktürk

En İyi Özgün Film Şarkısı: Kendi Yolumda (Bu da Geçer) – Athena

En İyi Ses Tasarımı: Ayna Ayna – Eli Haligua, Fatih Rağbet

Film-yön En İyi Yönetmen Ödülü: Kör Noktada

Siyad En İyi Film Ödülü: Kör Noktada

ULUSLARARASI YARIŞMA

En İyi Film: Joyland

Jüri Özel Ödülü: Divertimento

En İyi Özgün Müzik: Dans Başlasın/Let the Dance Begin-Nicolás Guerschberg