Çağdışı düşüncelerle çağdaş dünyaya giriş olmaz. Kovulursunuz. Utanan bu ülkenin onurlu insanları olur

Sanatçıyı mı sordunuz?

SADIK GÜRBÜZ - Sanatçı

Bugünlerde tiyatro sokağa düştü. Seviye en aşağıda ama heyecan, korku, dehşet, vahşet en üst düzeyde senfonik patlama yapıyor. 32 kısım tekmili birden diyeceğim ama 33 kısımlık bir oyun şimdilik. Demokrasi kaplamalı 33’lükler dizilmiş; sarıklı, cübbeli, çember sakallı, şalvarlı, şeriat kulvarlı bir sokak gösterisi. Önce 33’lüklerle başlanıyor, elde bilekte taşınıyor sonra 99’a gidiliyor, boynunuzdan asılıyorsunuz demiyorum; şimdilik, boynunuza asılıyor. Ona da alışmamız bekleniyor ‘milli irade’ adına. Baksanıza meydanlarda ‘İdam isterük’ naralı tepinmelere. Sayılarına onların gözüyle bakarsanız öf ulan ööööf! Beş milyon. Yabancı mihraklar ki; fitne fesatlar, tutmuş’ bir milyona yakın’ diyorlar. Bir de hesap tutturmuşlar. Alanın metrekaresini almışlar. En üst yoğunluk üzerinden (metrekareye 4 kişi) bir milyon seksen kişi diye ısrarla diretiyorlar. Bak sen bak bak! Hafıza-i beşer nisyan ile malülmüş. Gezi Direnişi'nde ülkenin her yerinden meydanlara dökülenleri de dış mihraklar “milyonlar”, iç mihraklar (kaynaklar diyecektim) “birkaç ÇAPULCU” demişti de ülkenin birkaç çapulcu sanatçısından bir grup “Çapulcu” şarkısı yapmıştı. Hani sıkıysa sivil gel falan diyordu içinde. TOMA’lara karşı “Sık bakalım” falan diye dalga geçiyordu işkencelerle.

Hani şu iki buçuk milyonluk Çağlayan Cumhuriyet Mitingi gibi birçok yerde herbiri milyonları aşan “Laiklik” gösterilerini de korkulu kabusları gibi unutmaya ve unutturmaya çalışıyorlar. Vay anasını Ergenekon, Balyoz. O davalarla demokrat subayları, darbe girişimi ile işbirlikçi cemaatçi suç ortaklarını temizlediler. Ne müthiş senaryolardı ama. Haklarını vermeliyiz. Senaryo çok başarılı da oyunculuktan çakozladılar. Ezberler zayıf, çelişki çok, yönetim silik. Galiba senarist de çok bilgisiz ve de bilinçsiz. Kardeş! İnsan “GÜNEŞİN DOĞMAMASI ÜZERİNE” senaryo yazar mı? Yalancının mumu diye bir şey de mi duymadılar. Yok, yok . Kötü bir oyundu vesselam. Uzak olsun.

İnsan ister istemez düşünüyor; şimdiki senaryo nasıl bitecek diye. Zira oyun sürüyor. Bu değişiklikler normal koşullar(ya da yasalar) altında yapılabilir miydi? Yıllarca araştırılıp hazırlanmış bir kadro küt diye değiştirilebilir miydi?

Şeytan işte, gene sapkınlık yaptırıp düşündürüyor. 27 Mayıs’ta Menderes “Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz” demişti. O heveste olanlar olabilir hâlâ “İstesem odunu bile seçtirebilirim” diyordu. Seçtirdi mi bilinmez ama ne istese hepsi el kaldırıyordu onay için. Kendini mahkeme yerine koydu “Tahkikat Komisyonları ile de tarafsız olduğu tartışılır ihtilal mahkemeleri onu hayatından etti. Ne garip, karşı olduğu demokrat kesim karşı çıktı idamına ama engel olamadı. Yıllar sonra “Menderes suçsuzdu” denmiyor, “asılmamalıydı” deniyor.

Yani: Hukuktan şaşan bir yönetim 27Mayıs’a gerekçe olmuştu.
12 Mart sosyal gelişimden rahatsız olan generaller darbesi. 27 Mayıs Anayasası'yla gelen özgürlüklerden rahatsız olmuş haspalar. İşçi sınıfı örgütlenmeleri korkutmuş efendilerini. Sosyal gelişme ekonomik gelişmenin önündeymiş. Efendiler sonlarını görmüş olmalılar ki patronlarının isteğiyle yapıldı darbe. Ve patronların, tüm basın yayınla toplumu kandırması hiç de zor değildi. Komünizm önlenmişti çünkü?!...

27 Mayıs Anayasası'na karşı yapılan 12 Eylül’ü herkes biliyor. Daha yeni sayılır?!. Çok yeni kimse değiştirmek istemiyor?!. Neyse o da terörü tık diye kestiği için gerekçelerine sol hariç karşı çıkan olmadı. Çünkü bütün darbelerin ilk kurbanı olacaklarını sol kesim acı deneylerle çok iyi bilir.

Bütün bunları anımsayınca şeytan gene sor diyor: BU DARBECİLERİN KULLANDIKLARI GEREKÇE MASKESİ NEYDİ? Evet maske ama kullanılabilir bir gerekçe aynı zamanda. Kendilerini bununla savunacaklar.

İşte zurnanın “zırt” deliği. Arkadaş! Kardeş! Vatandaş! Yurttaş! İnsan! Ey insan! Darbeye karşıyız demekle olmuyor. Darbelerin gerekçelerini ortadan kaldırın ki maske kullanılamasın.

“Kavga ortamı yarattınız”mı diyorlar? Düşmanlık tohumları ekmeyin. İnsanları ötekileştirmeyin. Yaşamlarına, inançlarına, düşüncelerine karışmayın. Eşitlikçi ve çoğunlukçu davranın.

“Adil değilsiniz” mi deniyor? Adaleti bağımsız bırakın. Hukuka uygunluğu öne çıkarın. Yargıya güveni oluşturun.
“Din ticareti yapıyorsunuz. Dini siyasi konu yaparak sömürüyorsunuz” mu deniyor? Laikliği doğru öğrenin, doğru tanımlayın, kitlelere yalan söylemeyin. Laikliğin en geniş anlamda din özgürlüğü olduğunu korkmadan anlatın. Tarikat ya da cemaatlere oy için çıkarlar ve de ayrıcalıklar tanıyıp, inançlar arasına ayrımcılık ya da üstünlük sokmayın.

“Kuruluş ilkelerinden koptunuz” mu deniyor? Göreve gelirken ne için yemin ettiyseniz yemininize ve görevinize uygun davranın. Kendinize anayasa dışı görevler oluşturmayın. Atatürk’e ve devrimlerine düşmanlıktan vazgeçin. Daha çağdaş uygulamalar getirin ancak; bağımsızlık ve barış konularından asla taviz vermeyin. Çağdışı düşüncelerle çağdaş dünyaya giriş olmaz. Kovulursunuz. Utanan bu ülkenin onurlu insanları olur.

Bu ülkenin sanatçıları mı?
Onlar bu düşünceleri yüreklerinin en derininde ve en derin endişe ile çoğaltıp çözüm önerileri araştırıyorlar. Emin olun. Onlar dünyanın her yanına dağılır, memleket ezgileriyle çağdaş müzikten konserlerini verirler, ülkesinde iptaller yaşasa da (Fazıl Say), Heykeltraşı çıkar, halkların kardeşliğini simgeleyen heykelini yapar “ucube” derler. Sanırım anlayamamaktan. Okuduğu okulda sanat tarihi dersi olmayabilir ama ilgi de duymamış demek ki. Keşke danışsaydı. Danışan dağı aşmış. Kargaya danışmamışsa.

Bu ülkenin sanatçıları mı?
Ayrımcılığın ordinaryüsü bir yönetimin dindar kindar bölümündekiler (önüne atılan bir tutam kemikle beslenen yalakaları ayrı tutarsak) üstün ayrıcalıklı sınıftalar. Ancak literatüre göre sanatçı sayılmıyorlar. Onlara iktidar yardakçıları deniyormuş iyi mi?!. Pir Sulltan’ın köpeğini biliyorsunuz. Hızır Paşa’nın çanağını yalamamış. Sanatçı Pir Sultan gibi olur. Dik durur, kendini satmaz. Onur simgesidir. Sürülür, dövülür, yoksullukta işkencede, ölümlerdedir. Pir Sultan’dan, Bedreddin’den, Nâzım’dan beslenen bir kültürden gelirler. Bu gelenekte “Bir ölüp bin doğmak” vardır. Yalakalar ise kim bilir kaç kuruş için nereleri yalamışlardır. Eskiler bunlar için “b.k yiyesiceler" derlerdi…

Bu satırların yazarı da ülkesi insanına üzülmekten yorulacak da utanıyor yorulmaya?!. Yeşilırmak gibiymiş, kuruyana kadar akacakmış. Bir türkü tutturmuş inceden: “Dağ başını duman almış/ Gümüş dere hiç akmıyor/ Yolu tutmuş eşkıyalar/ Bırakmıyor” (İlhami Bekir Tez). Sonra anımsar eski sultanları, geçer dalgasını: “Elinde sahte asası/ Gözüne toprak dolası/ Sultanım sözün kısası/ korkmazam senden korkmazam" (S.G)

Bu ülkenin sanatçısı da bir insandır. Sevinir, üzülür, yaşam kavgası içindedir, herkes gibi. O nedenle “Kurtuluş yok tek başına/ Ya hep beraber/ Ya hiç birimiz. O zaman çözüm; Bir olalım diri olalım. Yani: ÖRGÜTLÜLÜK!.. ÖRGÜTLÜLÜK!.. ÖRGÜTLÜLÜK!..