Patrick Doorly, bir taraftan felsefi bir taraftan da tarihsel bağlamdan yola çıkarak sanatın ele alınma biçimini, Platon’dan Marcel Duchamp’a kadar uzanan bir keşif yolculuğu boyunca ele alıyor. Bunu yaparken de sadece görsel sanatlar değil, aynı zamanda felsefe ve edebiyatı da kapsayan bir çalışma ortaya koyuyor

Sanatta mükemmellik ve nitelik üzerine

İLKE KAMAR

Sanat nedir sorusu çok eski dönemlerden beri filozofların temel meselelerinden biriydi. Genel bir söylemle Platon sanatı tanımlarken evrendeki varlıkların yansıması olarak görüyordu. Aristo ise sanatı taklit olarak açıklamıştı. Daha yakın döneme gelirsek: Georg Lukacs, Estetik kitabının birinci cildinde şöyle bir tanımlama yapar: “Bu geniş evrende yüzyıllardır varlığını sürdüren sanat kavramının kendini ortaya koyduğu nesne, sanat yapıtıdır ve sadece beş duyuyla algılanabilecek bir nesne olmaktan çok içinde toplumu, insanlığı, tarihi, ahlak ve etiği barındıran kısaca insanlığın tüm değerlerini taşıyan özel bir nesnedir.” Her dönemde bu soruya yanıt bulmak için başta filozoflar ve sanat tarihçileri çalışsalar da cevaplar üzerinde hiçbir zaman uzlaşı sağlanmadı. Bu soru hep tartışmalı bir noktada yer aldı. Sanata ilişkin yaratma süreci, yaratıcı kişinin kontrol edemediği birçok faaliyet de bu kapsama dahil oldu.

Sanat eserinin sahip olduğu unsurların özellikleri döneme, kuramsal yaklaşımlara göre değişse de temel soruya dair cevap bulma konusundaki çabalar bitmedi. Bu çabaya katkıda sunanlardan biri de Patrick Doorly. Sanatta Hakikat Niteliğin Dönüşü kitabında Doorly, bir taraftan felsefi bir taraftan da tarihsel bağlamdan yola çıkarak sanatın ele alınma biçimini, Platon’dan Marcel Duchamp’a kadar uzanan bir keşif yolculuğu boyunca ele alıyor. Ve bunu yaparken sadece görsel sanatlar değil, aynı zamanda felsefe ve edebiyatı da kapsayan bir çalışma ortaya koyuyor. Yazara göre sanat terimi, bir obje kategorisini veya belli aktiviteleri ifade edecek şekilde yanlış kullanıldığından sanatın anlamı bir gizeme dönüştü. İşte o gizemi ortadan kaldırmaya, sanatla ilgili ‘hakikati’ berraklaştırmaya çalışıyor Doorly. Çünkü ona göre bu sorun yani sanatın ne anlama geldiği konusundaki bilinmezlik günümüzde de devam ediyor. Bu yüzden Doorly sanat kelimesinin geçmişten bugüne değişen anlamının izinden giderken en başta ‘sanatı herhangi bir el işçiliğinden veya objeden ayıran şey ne?” sorusuna cevap arıyor. Aslında cevap aramasından çok hipotezini test ediyor. Peki Doorly’nin hipotezi ne: Ona göre sanat, yüksek nitelikli bir çabanın ürünüdür ve bir değer yaratır. Bu değer ise güzellikten, mükemmellikten ve nitelikten başka bir şey değildir. Doorly tüm bu kavramları birçok konu başlığı açarak tartışıyor. Hipotezini sınamak için sanat, edebiyat ve felsefenin tarih boyunca oluşmuş dehlizlerine kendinden emin bir şekilde giriyor. Sanat, nitelik hakkındaki sanat tarihçilerinin görüşleri, Pirsig’in estetik eleştirisi, Gombrich’in Platon eleştirisi başlıkları üzerinden iğneyle kuyu kazar gibi hipotezini test etmeye uğraşıyor. Çalışmanın kapsamı bu kadar geçmişe gidince birçok isim de yapıtlarıyla ya da düşünceleriyle yazar tarafından değerlendiriliyor. Shakespeare, Leonardo da Vinci, Michelangelo, Rembrandt, Goya, Shakespeare, Robert M. Pirsig ve Marcel Duchamp ilk başta gelenler…

DEĞER KAVRAMI ÜZERİNE

Kitapla ilgili bu genel değerlendirmeyi biraz daha detaylandıracak olursak: Doorly, ‘sanatın ve hakikatin’ kültürel bir mirasın ürünü olduğu fikrinde ısrarla durarak, ‘değer’ kavramı üzerine kendiliğinden evrilen birçok sürece de okuyucuyu dahil ediyor. Bu değer kavramı sadece anlayışta bir ilerlemeyi temsil eder gibi görünse de tarihsel bir zemini de var. Sanatı her şeyi kucaklayan kullanımıyla ele alıyor. Ona göre sanatın ne anlama geldiği konusunda geçmişte de bugün de şaşkınlık içindeyiz. “Antik Yunan’da Platon, ayakkabıcılıktan, gemi kaptanlığından ve tıptan sanat olarak bahsediyordu. Resim ve şiire ise kötü gözle bakıyordu. Çünkü bu sanatlar ilimden yoksundu. Sanatla bilim arasındaki mesafe, klasik felsefeden kalan ve ilerleyen dönemde de Batı’nın entelektüel geleneğini açmaza sokan bir mirastı”. Doorly, sanatı deneyimlere ve tarihe dayalı kanıtlarla ele alarak, sanatın alımlanış biçimine ve bu konudaki tartışmalı konumuna doğrudan işaret ediyor. Sanata dair modern varsayımlarımızı anlamak için Kant’ın Yargı Yetisinin Eleştirisi’nin sanat bölümüne de detaylıca yer veriyor. Bununla birlikte Doorly, üç yüz yıl boyunca sanatı tanımlamak için sergilenen çabaları araştırıp eski ustaların beceri ve fikirlerini ön plana alarak yeni bir alana taşıyor.

Kitapta dikkat çeken diğer bir bölüm de alışılmış estetik kalıplara karşı gelen ve sanatın ne olduğunu sorgulayan Marcel Duchamp’ın sanatı üzerine. Doorly, Duchamp’ın ‘Merdivenden İnen Çıplak’ tablosunu örnek veriyor. Tablonun devinim halindeki bir insan figürünü statik biçimlere ve beklentilere karşı durmanın bir ürünü olarak yapılsa da tam tersi bir esere dönüştürüldüğünü anlatıyor. Duchamp’ın yıkmak istediği şey aslında iktidarın kendini yeniden üreten formlarına ve siyasal iktidarın kendini gösterme biçimine tepkiydi. Ancak Doorly, Duchamp’ın görsel kayıtsızlığı temsilen soyut kavramı öne çıkaran sanat anlayışını kafa karıştırıcı buluyor. Ve böylece 21. yüzyıla etki eden Duchamp ile hazır nesnenin sanat alanına girişini sorguluyor. Çeşme (pisuar) ve diğer ironik, parodik Ducamp objelerinin her tür pop ve kavramsal eser için yol gösterici olan sürecini çağdaş sanat üzerindeki etkisini detaylandırıyor.

‘NİTELİĞİN İŞİN ÖZÜ OLDUĞU FİKRİ’

Doorly aynı zamanda neredeyse kitabının bütününe kaynaklık eden -çünkü hipotezinin ilham kaynağı olan- Robert M. Pirsig’in, Lila ve Zen ve Motosiklet Bakımı kitaplarını çalışmasının merkezine alıyor. Çünkü yazara göre Pirsig, Eski Yunan’ın İyi’sini, Antik Hindistan’ın Zen’iyle ve Çin’in Doa’sıyla eşitleyerek, tüm organizmalara, yaşamın getirdikleri ve tehlikeler karşısında rehberlik eden, bizi anlam ve hazla ödüllendiren ve ardında biyolojik biçimleri, sosyal kurumları ve entelektüel kazanımlarımızı bırakan dinamik değerleri tanımlamıştır. Bu çok değerlidir Doorly’e göre. Çünkü bilimsel kültür, niteliği ölçülebilir, rakamlarla ifade edilen bir varlık olmadığı için onu öznel tercihlerin karanlık dünyasına göndermişti. Dahası Doorly, Pirsig’in, özneyle nesneyi birleştiren unsuru tanımlayarak, kavrayışımızı geliştirme yolunda belirleyici bir adım atma imkânı sunduğunu söylüyor.

Doorly böylece, niteliğin işin özü olduğu fikrinden hareketle, yaratıcı bireyin dinamik niteliğiyle, bir kültürün statik biçimleri arasında etkileşime dair Pirsing’in oluşturduğu modelin sanatsal çabaları anlamada en iyi model olduğu sonucuna varıyor. Ve bu modeli kitap boyunca birçok eser üzerinden anlamlandırmaya çalışıyor.

Son söz olarak, Doorly’nin amacı sanat ve bilimi (yani gerçeği) bir tarafa koyan hâkim ikili düzeni ‘paramparça’ etmekti ve sanatın ne olduğu sorusuna bir cevap bulmaktı.

Bu kapsamlı çalışma bir tarafta dursa da kitabın yayımlandığı günden bugüne soruların asla bitmediğini ve bitmeyeceğini söyleyebiliriz.