Eğer bu kitap Yalçın Küçük'ün eline geçerse yandık demektir. Kesin Türkiye Cumhuriyeti'nin aslında bir "Yahudi Cumhuriyeti" olduğuna dair başımıza yepyeni "tezler" musallat edecektir

Abdülhamid'in ve Atatürk'ün dişçisi Sami Günzberg'in esrarengiz kimliği ve yaşam öyküsü nihayet aydınlandı. Rıfat N. Bali'nin yazdığı, kısa bir süre önce okurla buluşan "Sarayın ve Cumhuriyet'in Dişçibaşısı Sami Günzberg", Osmanlı devletinin son, Cumhuriyetinse ilk yıllarının karanlıkta kalmış birçok olayını aydınlatıyor.

"Hahambaşı Hayim Naum, Amerika'ya hareketinden evvel, Beyoğlu'nda, Tünel'in yukarısında Beneberit isimli Mason karargahında, tam bir Yahudi genelkurmayı olan bu yerde, Alber Karasu, Nesim Mazliya, dişçi Sami Günzberg, fotoğrafçı Vaynberg gibi Türkiye'deki gizli Yahudilik hükümetini temsil ve teşkil eden insanlara karşı şöyle demişti:

Gayelerimizin üçü de istihsal olunmuştur. Sıra dördüncüsüne gelmiştir. Bunun için de en mükemmel bir fırsat doğmuştur. İşte Anadolu'da milli bir Türk mukavemeti peydahlanmış ve ilk neticeyi almış bulunuyor. Bu hareketin başındaki zat bizim bütün şahsi fikir ve temayüllerini tanıdığımız bir kimsedir. Son derece ileri görüşlü, ananeye zıt kafalı bir zattır.

Garp medeniyetine ruhen bağlıdır. Fevkalade tesir ve telkin kabiliye-tindedir. Türk milleti gibi uysal bir kütleye her türlü yenilikleri kabul ettirecek bir şef olmak kabiliyeti yalnız bu zattadır. İşte bizim de planımız, şimdi bu müstesna zata İslam birlik ve şuurunu çözdürmek olmalıdır. Bu Türkiye'de din hakimiyet ve timsalini yıktırmak için en bulunmaz tarihi fırsat dakikasıdır. Azasını teker teker saydığımız ve bilahare rejimin fotoğrafçılığını, öbürü de rejim şefinin dişçiliğini yapan iki malum şahısla beraber Yahudi meclisi, bu fikirlere tamamen iştirak etmiş, aralarında gerekli bütün planlar tesbit olunmuş ve bunun üzerinedir ki, Hayim Naum isimli zata Amerika seferi düşmüştür."

Sami Günzberg bir çeşit "Saray Yahudisi"dir. Onun bir diğer özelliği ise "her devrin adamı" olabilme becerisidir. Hem Osmanlı Haneda-nı'nın son temsilcilerinin hem de Cumhuriyet devrinin ilk temsilcilerinin sırdaşı olmuştur. Günzberg, Hanedan'ın dişçiliğinin yanı sıra müvekkilidir de. Sınır dışı edilen Hanedan'ın bir kısmı, taşınır taşınmaz mülklerinin idaresine Günzberg'i tayin etmişlerdi.

Aşkenaz Yahudisi olan Günzberg'in güç odaklarıyla olan ilişki ne kadar esrarengizse, hayat hikâyesi de o kadar esrarengizdir. Hangi tarihte doğduğu, dişçilik eğitimini nerede yaptığı kesin olarak bilinmez. Mezar taşında doğumu 1876, ölümüyse 1966 olarak belirtilmiştir. Bir anlatıya göre aslen Moldovalı'dır. Dişçilik eğitimini Viya-na'da yapmış, Avusturya ordusunda hekim subay olarak çalışmıştır. Bir başka anlatıya göre ise annesi ve babası Rus uyruklu olup İstanbul'da doğmuştur. Ama onun aslen Macar kökenli olduğunu, tıp eğitimini Belçika'da ve Fransa'da yaptığını, sonrta İstanbul'a geldiğini söyleyenler de vardır.

Ancak onun 1897'den itibaren onun Osmanlı Bahriyesi'nde subay olduğunu, bunun yanısıra Saray'da dişçi olarak görevlendirildiğini biliyoruz. Fakat Saray'ın güvenini nasıl kazandığı konusu da bir muammadır. Bir söylentiye göre annesi, Abdülhamid döneminde hareme bohçacılık yapan bir Polonya Yahudisi'dir. Bohçacı madam Günzberg, hanım sultanları etkisi altına almayı başarmıştır. Bu sayede aslen berber olan oğluna para verip bir dişçi diploması satın almıştır.

Sami Günzberg'in hayatını kökten değiştiren aslında bir "altın" diş olmuştur. Şehzade kadınlarından biri diş ağrısıyla imdat ister. Bu sırada İstanbul'da Osmanlı tebassından sadece iki dişçi vardır. İkisi de Yahudi olan bunlardan piyango Sami Günzberg'e vurur. Günzberg Saraylı hanımın acılarını dindirmekle kalmaz, çektiği dişin yerine altın bir diş takar. Bu altınla yapılan ilk protezdir ve büyük bir merak uyandırır. Bunu işiten Abdülhamid Günzberg'i Sarayın dişçibaşısı ilan eder.

Ondan sonra Sultan Vahidettin'in himayesine giren Günzberg, Atatürk biyografisi yazarı Lord Kinross'un yazdığına göre, daha da güçlenmiş ve hatta artık gizliden gizliye yönetime müdahaleler yapmaya başlamıştır. Güya Vahdettin aslında Kuvvayı Milliye yanlısıdır ve Vahi-dettin'e Mustafa Kemal'i Anadolu'ya, "vatanın kalbine" göndermeyi teklif eden de dişçibaşı Günzberg'tir.

Günzberg hakkında bir karanlık nokta da onun "medeni hali" hakkında yürütülen dedikodulardır. Bunlara göre o kız kardeşi Lili ile ensest bir ilişki içindeydi. Hiç evlenmeyen iki "kardeş" hayatlarının sonuna kadar da hiç ayrılmamıştı. Lili onun aynı zamanda sekreteriydi. Resmi davetlere hep birlikte giderlerdi. Cumhuriyet devrinde Lili Atatürk'ün çevresine dahil olmuş, Sabiha Gökçen ve Afet İnan'la arkadaşlığını ilerletmişti.

Aynı konuda ikinci dedikodu ise kardeş olmadıkları yönündeydi. Buna göre Günzberg, bekar olması halinde İstanbul hanımları arasında daha itibarlı olacağını düşünerek, Lili'yi sosyeteye kızkardeşi olarak takdim etmişti.

Günzberg'in muayenehanesi Beyoğlu'nda bugün İşbankası ve İş Kültür'ün olduğu binadaydı. Buraya ondan şifa uman birçok ünlü gelip gitmişti. Bunların her birinden imzalı fotoğrafını alan Günzberg, muayenehanesini aynı zamanda bir fotoğraf galerisine benzetmişti. Ab-dülhamid'den, Vahideddin'den başka, Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar, Adnan Menderes, Ali Fuat Cebesoy, Kılıç Ali, Ankara Valisi Nevzat Tan-doğan, Mareşal Fevzi Çakmak, Refet Bele Paşa, Ali Fethi Okyar, Kazım Özalp, Altemur Kılıç, Leyla Umar, Yusuf Ziya Ortaç, Cömert Baykent, Erdal İnönü, Özden Toker, Aydın Menderes gibi daha nice ünlü onun hastası olmuştu.

Günzberg'in eski ve yeni devletle bu kadar iç-li-dışlı olduğuna bakıp da sakın onun dokunulmaz biri olduğunu sanmayın. Osmanlının son günlerinde onun İngilizler namına casusuluk yaptığından şüpheleniliyordu. Cumhuriyet dönemindeyse Hanedan'ın vekili ve Siyonist olması nedeniyle töhmet altındaydı. Bu yüzden Günzberg neredeyse yaşamı boyunca hep polis nezareti altında yaşadı.

Bu kısa yazı çerçevesinde Günzberg'in İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi dehşetinden kaçan Yahudilere yaptığı yardımlara ve onun İsrail devletinin kuruluşuna verdiği desteğe ve ilk Cumhurbaşkanı Haim Weizmann'la olan dostluğuna ne yazık ki değinmek mümkün değil. Ama meraklılarının bu konuların da izini süreceğinden kuşkum yok. Rıfat Bali'ye bu değerli ve eşsiz çalışmasından ötürü milletçe teşekkür borçluyuz.

NOT: Geçen hafta Yüzbaşı Selahattin (İlhan Selçuk) ve Kırtıpil Hilmi (Yavuz) hakkında yazdığım yazının finalinde "niçin Fatsa'nın kitabı yok" diye ortaya bir soru atmıştım. Meğer varmış, benim gibi bilmeyenleri uyandırın: "Fatsa Gerçeği", "Fatsa Devrimci Yol Savunması" kitaplarının yazarı Pertev Aksakal'dan ve "Toplumsal Dalganın Kırılışı, Fatsa 1978/80" kitabının yazarı Mahmut Memduh Uyan'dan özür dilerim.