Halk hareketlerinin temel motifinin, egemen bir halk olarak yeniden vücut bulma arzusu olduğu görülürse, bu durumda, mevcut politik yapıların kendi eksikliklerini listelemesi gerekecektir ki, bu sağlıklı bir şeydir

Sarı Yelekliler: Eksiklikler fazlalıklar

Metin Özuğurlu

Sarı Yelekliler üzerine söylenmedik söz, yapılmadık tahlil kalmadı, gibi. Malumatın harman olduğu bir çağda, 1 ayı aşkındır gündemde olan bir olay hakkında, ön alıcı yazı kaleme almak hayal olmalı; bu durumda arkayı toparlayan bir deneme yazabilir miyim, ondan da emin değilim.

150 binden fazla Fransızın 2000 kadar ayrı gösteri noktası ya da barikatta 17 Kasım günü başlattıkları eylemler, bir hafta sonra, bu kez Paris sokaklarında, 250 bin kişinin polise rağmen, Başkanlık Sarayına (Elysee) yürümesi ile dünyanın da ilgisini çeker oldu. İzleyen haftalarda Sarı Yelekli eylemleri Fransa dışına taşarken, doğduğu topraklardaki eylem momentumunda da belirgin bir kırılma gözlendi.

Yukarıdaki Fransız nitelemesi, dikkatinizi çekmiştir. Sözü edilen, eylemcilerin uyrukları değildir; tersine, eylemlerin en dikkat çeken yanı, eylemcilerin ortalama bir Fransız özelliğine sahip oluşlarıdır. Özcesi, Sarı Yelekliler ortalamanın ortaklığıdır. “Yeni bir 68 mi?”, “Yeni bir Fransız devrimi mi?” gibi sorular, neden Paris’in gettolarından çıkıp yakmadık araba, yıkmadık tabela bırakmayan 2005 eylemcileri için değil de Sarı Yelekliler için soruldu? Sanırım makul yanıtlarından biri de bu karşıtlıkla ilgilidir; marjinin radikalliği vs. averajın kollektifliği.

Zavallı sosyoloji
Olaya güvenlik sorunu olarak yaklaşanların ana stratejileri de malumunuz; averajın kolektif olarak inşası, eylemlere marjinallik yaftası vurularak engellenir ve kriminalize edilir. Geliştirilebilir mahiyetteki bu açıklayıcı çerçevenin kifayetsiz kaldığı örnekler de yok değildir. Örneğin, Türkiye.. “17 Kasım’dan sonra sarı yelek alanlar teröristtir” saptamasını, gülüp geçmek yerine ihbar kabul eden ve soruşturan bir güvenlik idaremiz var. “Sarı yelekliler” olayına, tıpkı kuş gribi gibi, aynı semptomlara sahip bir salgın hastalık olarak bakılması, inanılır gibi değil. Bir de bunlar ““Kemalist Cumhuriyet mühendislik ve iktisat disiplini üzerine yükseldi; bizim sessiz devrimimize ise sosyoloji” diye hava atmıyorlar mı? Zavallı sosyoloji; dili yok ki konuşsun!

Bu güvenlik yaklaşımına göre, geçtiğimiz hafta içinde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenci topluluğunun isteği üzerine hazırladığım konuşma, “yelekler ve de renkler” ya da “sarı önlükler” (öyle ya, orta öğretimde kolsuz kız öğrenci önlüğünün adı da -okunuşu ile jil değil miydi?) başlığını taşısaydı, yasaklanmayabilirdi. Mahalde kuş olacaktı, grip olacaktı, ama kuş gribine rastlanmayacaktı. Marksist Fransa tarihi uzmanı David Broder’in “yüzer gezer gösterge” ya da Ergin Yıldızoğlu’nun terimleriyle “boş gösterge” diye adlandırdığı sarı yeleğe, “hayalet kostümü” muamelesi yapılmasındaki deruni manayı,bırakalım Başkanın sosyologları deşifre etsinler.

Eksiklikler, fazlalıklar
Sarı Yeleklilere çok şeyler atfedildi, atfedilmeye devam ediyor. Öz imgelemleri konusunda ise “biz halkız” ve “siyasi partileri desteklemiyoruz” mealindeki sözler, iki önemli tanımlayıcı çerçeveyi oluşturuyor. Gezi’den tanıdık olduğumuz “ilk üç gün iyiydi, sonra bozuldu” sözleri, Fransa’da Le Pen’ci aşırı sağdan gelirken, sol kanat da hareketin sürekli, istikrarlı ve örgütlü gelişimi konusunda duyduğu derin güvensizliği dile getiriyor. Söz konusu olan ortalamanın ortaklığıdır; bir bakıma, politik toplumla sadece ve sadece sandıktaki bir seçmen olarak ilişki kuranların kolektif eylemliliğidir; tam da bu nedenle atfedilen bütün eksiklikleri taşıyor olmaları, tanımları gereğidir.

Eğer parlamenter temsil sisteminin meşruiyet krizi, aynı şekilde, merkez siyasi partilerin erimesi şeklindeki olguların etkileri sadece ve sadece seçmen davranışları düzleminde kavranırsa, bu durumda gözler, patlamalı halk hareketlerinin ortalamayı, averajı temsil eden yanına çevrili kalır ve halk hareketlerinin dile getirdiği taleplerden daha uzun bir eksiklikler ve zaaflar listesi çıkarmak mümkün olur. Belli ki, temsil ve merkez siyaset krizine, politik toplumun bir bütün olarak çözülmesi eşlik ediyor. Şunu ileri sürüyorum: Ortalama bir yurttaş, devletle ilişkisini, egemen bir halkın yasal/soyut üyesinin devletle ilişkisi olarak deneyimlemiyor artık. Burjuvazinin üç asırlık iddiası ve bir asırlık deneyimi, yepyeni bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Halk hareketlerinin temel motifinin, egemen bir halk olarak yeniden vücut bulma arzusu olduğu görülürse, bu durumda, mevcut politik yapıların kendi eksikliklerini listelemesi gerekecektir ki, bu sağlıklı bir şeydir.

Aynı şekilde, halk hareketlerinin talepleri irdelenirken, neoliberal kapitalizmin karakteristikleri ve siyasal etkileri konusu üzerinde de yeterince durulmuyor. Bu konuyu, haftaya “yelekler ve melekler” başlığı ile ayrıntılı bir şekilde ele almayı umuyorum.