Saussure’ün ardından, 'tamamlanmalar'la değil, 'rastlantısal karşılaşmaların tutmaları'yla, göstergesel dizilerin açığa çıkardığı farklı yapılarla ilgilenebiliyoruz. Saussure’ün kendi açısından yarım kalmış devrimi, öğrencileri tarafından böylesi bir karşılaşmalar düzlemine sokulmuş ve birçok isimle karşılaşarak, ahtapotça kollara ayrıldığını söyleyebileceğimiz yapısalcılık yöntemini doğurdu.

Saussure’ün gönülsüz devriminden geriye kalanlar

BARIŞCAN DEMİR

Saussure’ün yarattığı devrimin şiddetini biraz daha içeriden hissedebilmek için, ilkin ondan çok daha önce açığa çıkmış olan bir artçı depreme bakmak işlevsel olacaktır. 18. yüzyılda söz almış olan Hume’u geçmişindeki hemen hemen her filozoftan ayıran temel unsurlardan biri, onun Töz, Tanrı ya da Hakikat gibi aşkın kavramlara bulaşmayan bir metafiziği, kendi deyimiyle karanlıklara dalmayan bir sahici metafiziği inşa etmeye yönelik inadıdır. Karanlık metafizik ya da daha genel adıyla idealizm, bizde izlenimi olmayan, yani olgulara aşkın olan idealarla ilgilenir. Hep daha derin derinliklere dalmanın peşinde olan, şeylerin kökensel nedenini ya da nihai amacını bulmayı arzulayan bu idealist metafiziğin karşısında Hume, düşüncenin asla izlenimini aşamayacağı düsturuna yaslanan bir yüzey metafiziği geliştirmeyi denemiştir.


İdelerin kendisinden hareket etmeyecek olan böylesi bir metafizik, ancak ideleri birbiriyle bağıntıya sokacak olan ilişkilerden, yani benzerlik, yakınlık ve nedensellik olarak adlandırılan çağrışım ilkelerinden yola çıkabilir ve kendi dizgeselliğini de ancak bir ilişkiler ağı olarak ortaya koyabilir. Bu nedenle, Deleuze’ün de belirtmiş olduğu gibi Hume’un en büyük özgünlüğünün, ilişkilerin kendi terimlerine dışsal olduğunu belirleyerek yüklem yargılarının zorlayıcı formunu kırmasında ve bu şekilde de bağımsız ilişkiler mantığını olanaklı kılmasında yattığını söyleyebiliriz. Her ne kadar filozofun açtığı bu hat, idealizm okyanusunun yutamadığı müthiş bereketli bir ada gibi dikilse de, ne yazık ki Hume’un kendisi, söz konusu “sahici metafiziği” detaylandırarak bir dizge halinde otaya koyamamış, bize yalnızca bu tarz yorumları olanaklı hale getiren ipuçları bırakmıştır. Saussure’ün idealizm karşısındaki devimi, Hume’un bir yönüyle yarım kalmış olan bu projesinin bayrağını devralmış gibidir.

Yarım Kalmış Bir Amacın Rastlantısal Gelişimi

Elbette Hume ve Saussure’ün zamanlarındaki düşman faklıdır. Hume’un zamanında henüz Hegel düşünceyi Leviathanca yutacak olan mutlak tin mitini hayata geçirmemiş, düşünceyi kendi kendisini haklı çıkaran bu devasa mitolojinin içerisine gömmemiştir. Oysa unutmamak gerekir ki, Hume’un karşısına aldığı asli rakip, Hegel’in felsefenin onunla birlikte eve vardığını ve artık tıpkı uzun bir deniz yolculuğunu geride bırakmış bir denizci gibi onun karşısında “Kara göründü!” diye haykırabileceğimizi söylediği Descartes’tan başkası değildir. Hegel’in bu rahat belirlemeleri yapabiliyor olmasının da gösterdiği gibi, eğer idealizmin bir evi var diyeceksek, bu evin sahibinin de elbette Hegel olduğunu söylememiz gerekir. Hume, tamamlanmamış bir dizgeyle kendi rakibinin üstesinden gelebilmiştir, fakat 19. yüzyılda artık Hegel kavramın mutlak ideaya ulaştığını, diğer bir deyişle felsefenin tamamlandığını ilan ettiğinde, artık idealizm karşısındaki savaş makinemizi Hume’unkinden çok daha titiz bir şekilde inşa etmemiz gerekecektir.

Belki de Saussure’ün yazmayı amaçladığı kitabını bir türlü tamamlamamış olması, günümüze kalan Genel Dilbilim Dersleri’nin aslında yalnızca otuz kadar öğrenci tarafından dinlenmiş dersler, Genel Dilbilim Yazıları’nınsa yine eksik bir kitabın fragmanları gibi görünmesinin nedeni bu titizliktir. Şanslıyız ki, tam da Saussure’ün ardından, artık “tamamlanmalar”la değil, “rastlantısal karşılaşmaların tutmaları”yla, yani göstergesel dizilerin açığa çıkardığı farklı yapılarla ilgilenebiliyoruz. Saussure’ün kendi açısından yarım kalmış devrimi de, öğrencileri tarafından böylesi bir karşılaşmalar düzlemine sokulmuş ve Jakobsen, Lévi-Strauss, Gremias, Hjelmslev, Lacan, Althusser, Foucault, Deleuze ve daha birçok başka isimle karşılaşarak, ahtapotça kollara ayrıldığını söyleyebileceğimiz yapısalcılık yöntemini doğurmuştur.

Olası Gösterge Dizilerinin Bir Ağı Olarak Yapı

Yazılar’da “Dile bakıp da böyle bir şeyin ne zaman ‘başlamış olduğu’nu kendine sormak, dağdaki dereye bakıp yukarı çıktıkça kaynağının bulunduğu yerin tam olarak saptanacağına inanmak kadar zekicedir ancak.” diyen Saussure, şeylere yönelik ilk ve son nedenler belirlemeye çalışan idealist eğilimin karşısında, Hume’un yanında yer aldığını açıkça ortaya koymuş gibidir. Dereyi hangi noktasına kadar takip edersek edelim karşılaşacağımız tek şey birbirine bağlantılı bir kanallar sistemi olacaktır. İster tanrı kavramı olsun ister vatan ya da pekmez, aynı şey dille oluşturulmuş olan her kavram için de geçerlidir. Bir köken ya da son yoktur. Yalnızca bağlantılar ve bu bağlantılardan yola çıkarak oluşturulabilecek göreli ağlar söz konusudur.

Saussure’ün geliştirmeyi denediği dizge, tam da bu nedenle kökensiz bir kökenden, yani “göstergenin nedensizliği”nden başlatılır. Sembolik bir Üçüncü olarak gösterge, geleneğin varsaydığının aksine bir ad ile bir nesnenin sabit bir ilişkisine değil, ancak bir gösteren (işitim imgesi) ile bir gösterilenin (kavram) uylaşımsal birliğine işaret edebilir. Gösteren ile gösterilen arasındaysa, tıpkı “k-a-r-d-e-ş” ses dizisinin “kardeş” kavramıyla ilişkisinde söz konusu olduğu gibi, uylaşımsallığın dışında hiçbir mutlak ilişki söz konusu değildir. Aynı ses dizisi farklı bir sembolik modelde farklı bir kavramı imleyebilir ya da aynı kavram farklı bir modelde farklı bir sesin gösterileni olabilir. Bu, elbette her alandaki her kavram, daha doğrusu her biçimsel öğe için de geçerlidir. Bu durumda, göstergebilimsel bir dizge, ancak artsüremli olarak içeriklendirilmiş olan biçimsel göstergelerin, çağrşımsal ve dizimsel bağıntıları üzerinden eşsüremli bir yeniden değerlendirilişiyle ilişkiye sokularak ortaya konabilir. Bu işlemin tüm titiz detaylarının bulunduğu Dersler ve Yazılar ise, iki kitap da Türkçede olmasına rağmen, ne yazık ki artık baskısı olmayan kitaplar olarak sahaflara sığınmış durumdadır.