Neden geçmişte yüz binler savaşlara, silahlanmaya karşı sokaklara çıkarken bugün barış savunucularının eylemine katılım sınırlı kalıyor? Tüm yaşananlara rağmen “NATO karşıtı toplumsal hareket yok” diyemeyiz.

Savaş günlerinde savaş karşıtlığı

Alice SPERI

1983 sonbaharıydı. NATO’yu ve nükleer silahlanmayı protesto eden 400 bin kişi Belçika’da sokaklara dökülmüştü. Soğuk savaş iyiden iyiye ivme kazanırken NATO üyesi ülkelerde bu tür protestolar düzenleniyordu. Yurttaşlar NATO’nun dağıtılmasını ve ABD hegemonyasının sona erdirilmesini talep ediyorlardı. Avrupa’da ve dünyanın farklı noktalarında yapılan eylemlere milyonlarca insan katılıyordu.

Yirmi yıl sonra, bazı NATO ülkelerinin karşı çıkmasına karşın ABD Irak’ı işgal ettiğinde de tüm dünyada milyonlarca insan sokağa döküldü ve tarihin en büyük savaş karşıtı eylemlerinden bazıları düzenlendi.

Geçtiğimiz hafta Belçika’da barış savunucularının yaptığı eylem çağrısına katılım ise kısıtlı oldu. Avrupa’nın farklı kentlerinde yapılan eylemlere katılım da aynı şekilde sınırlı kaldı. Belçikalı barış örgütü Vrede VZW’den Lude De Brabander, “En fazla 3-4 bin kişiydik” diyor. “İnsanları hareket geçirmek kolay olmadı.”

NE NATO NE RUSYA

“Irak gayet netti: Asılsız iddialara dayanan saldırgan bir savaş yürütülüyordu” diye de ekledi. Şu an geldiğimiz durumda ise Rusya, Ukrayna’yı yasadışı şekilde işgal etti ve ABD’nin Ukrayna’ya verdiği askeri destek, birçok insan tarafından daha fazla vahşet yaşanmasına engel olacak bir hamle olarak görüldü. Barış savunucuları arada kaldılar. De Brabander, “Çünkü NATO’yu desteklemek istemiyoruz. Tabii Rusya’yı da desteklemek istemiyoruz. İnsanları savaşa alternatif sunamayan, ara bir pozisyona ikna etmek güç” diyor.

Dolayısıyla Avrupa’da düzenlenen eylemlerin temel mesajları zaman zaman çelişkili ve tutarsız bir görünüm aldı. Bazı eylemlerde Ukrayna bayrakları açılıyor, Ukrayna direnişi destekleniyordu. Bazı eylemlerde ise Irak Savaşı esnasında gördüğümüz barış bayrakları sallanıyor, bir yandan askeri harcamaların artması talep ediliyor, NATO’nun genişlemesi gerektiği söylemleri destekleniyordu.

Korkulan senaryo, Avrupa’nın askeri harcamaları arttırması ve NATO’nun güç kazanmasının savaşı daha da uzatması ve daha geniş coğrafyalara yayması. Fakat savaş karşıtları somut alternatifler bulmakta zorlanıyorlar çünkü zayıf diplomatik çabalar şu ana dek sonuçsuz kaldı.

Ukrayna ile dayanışmanın, hatta verilen askeri desteğin dahi savaşı sürdürme değil, bitirme amacı taşıması gerektiği düşüncesi hâkim. Yunan ekonomist ve eski finans bakanı Yanis Varoufakis Avrupa solunda önemli bir figür. Yakın zamanda verdiği bir röportajda, “Ukraynalıların NATO’ya katılım hakkını, Ukrayna halkının yaşam hakkı önüne koymamalıyız” uyarısında bulundu.

“Tartışmaya bir nebze mantık getirmeli ve şu an önem arz eden yegane konuya yoğunlaşmalıyız” dedi. “Konu para değil, ticaret değil, doğalgaz değil. Konu, Ukrayna’daki insanların yaşamı. İnsanların ölmesine nasıl engel olabiliriz?”

NÜANSA YER YOK

Toplumsal hareketlerin Ukrayna savaşına karşı verdiği cılız tepkiyi, geçmişte gördüğümüz güçlü kitlesel hareketler ile karşılaştırdığımızda ne gibi yanıtlara ulaşacağımız konusu epey çetrefilli. Rusya’nın zalim hamleleri, sivillerin katledilmesi, savaş suçları işlendiğine dair haberler çıkması Avrupa’da barış savunucuları dahil birçok kesimde şok etkisi yarattı. Geçmişte NATO karşıtı eylemlere katılanlar, genellikle ittifakın saldırgan hamlelerine tepki veriyorlardı. Bu defa üye ülkelerin “istila edilen bir ulusa” destek veriyor olmaları (!) henüz üstesinden gelinemeyen bir ikilem ortaya koyuyor.

De Brabander, “Birçok insan çaresiz hissediyor” diyor. “Diplomatik çözümlere inanmıyorlar çünkü Putin fazla ileri gitti. Diğer yandan savaşa silah yardımıyla çare olunabileceğini de düşünmüyorlar.”

Batı Avrupa’nın politik iklimi Ukrayna savaşı öncesinde de karmaşık bir haldeydi. Birçok ülkede siyaset sağa kayarken, NATO karşıtlığı gibi geleneksel olarak sol görüşler siyasetin çeperine itiliyordu. Almanya’nın Yeşiller ve Sosyal Demokratlar gibi geleneksel olarak savaş karşıtlığıyla özdeşleşen partileri yön değiştirdiler. 1980’lerde geniş kitleleri sokağa döken nükleer savaş korku gibi olguları tecrübe etmeyen genç kuşaklar, dikkatlerini iklim değişikliği gibi konulara çevirdiler. Özellikle Doğu Avrupa’da iyiden iyiye hissedilen Rusya korkusu, NATO’ya dair şüpheci tavırların önüne geçti.

Bu bağlamda değerlendirildiğinde hem Rusya’nın istilasına, hem sürece yön veren NATO hamlelerine şüpheyle bakanlar açısından tüm nüans kaybedilmiş oldu. İsmi gizli tutulması koşuluyla görüşlerini paylaşan AB Parlamentosu danışmanı bu durumu, “Mevcut durumda savaş karşıtı duruş sergilemek, Putin yanlısı görüşler benimsemek olarak algılanabiliyor” sözleriyle özetliyor. “Ya bir taraftasınız, ya karşı tarafta. Bunun dışına çıktığınızda niyetiniz ve bağlılığınız sorgulanıyor. Bana kalırsa bu savaşın en olumsuz sonuçlarından biri de tartışmanın bu şekilde ilkelleşmesi oldu. Bu durum hem dış politikaya, hem demokrasiye zarar veriyor.”

De Brabander, radikal sola mensup bazı kesimlerin, süreçte yalnızca ABD ve AB’nin rolüne odaklanmalarının da tartışma iklimine zarar verdiğini söylüyor. Bunun neticesi olarak daha ılımlı seslerin duyulmaz olduğunu, seslendirilen suçlamaların Putin’e mazeret sunmakla eşdeğer görüldüğünü ifade ediyor. De Brabander “Bizimle değilsen, onlardansın şeklinde ifade edilebilecek, siyah-beyaz bir yerdeyiz” diyor. NATO’nun dağıtılmasını savunanların, mütemadiyen Rusya çıkarlarını savunmakla suçlandıklarının da altını çiziyor.

Tüm yaşananlara rağmen NATO karşıtı toplumsal hareket tamamen yok olmuş değil. Almanyalı Uluslararası Barış Bürosu direktörü Reiner Braun, “NATO’nun meşru olmadığını savunuyoruz. Bu görüşten sapmanın bir gerekçesi yok” diyor. Haziran ayında Madrid’de yapılacak NATO zirvesine ‘karşı etkinlik’ olarak barış zirvesi düzenleyeceklerini ifade ediyor. “NATO’ya, silahlanmaya, askeri harcamalara, NATO’nun genişlemesine karşıyız. Bu eleştirilerimizin meşru zemini halen var. Rusya’nın Ukrayna istilasına tabii ki karşıyız. Putin’in hareketlerinin mazereti olamaz. Fakat NATO’nun son 25 yıldır yürüttüğü genişleme politikasının bu noktaya gelinmesinde payı olduğunu ifade etmeye çalışıyoruz. Bunu ifade etmek istilanın mazereti olamaz, fakat bu noktaya nasıl gelindiğini anlamamıza yardımcı olabilir.”

KEHANET POLİTİKASI

NATO Soğuk Savaş süresince bünyesine yeni üyeler katmayı sürdürdü. Fakat asıl genişleme Sovyetler Birliği çöktükten sonra başladı ve 1990’lı yıllarda, Clinton döneminde zirveye ulaştı. Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler bu dönemde birliğe katıldı.

Boston Üniversitesi’nde görev yapan uluslararası ilişkiler profesörü Joshua Shifrinson, “Tarihin bu safhasına baktığımızda, ABD’nin sonsuza kadar bir numara olacağı görüşünün hakim olduğunu görüyoruz. İttifak bünyesinde kararların ortaklaşa alındığı algısı olsa da, genişleme politikasının ABD tarafından dayatıldığını söylemek gayet mümkün.”

NATO’nun genişlemesi o dönemde de eleştirilere konu oluyordu fakat genişleme gündemde kalmayı sürdürdü. Eski AB Başkanı George W. Bush 2008 yılında yaptığı konuşmada, Ukrayna ve Gürcistan’ın gelecekte ittifaka katılacağını söyledi. Bazı analistler, takip eden yıllarda Rusya’nın bu iki ülkeye yönelik saldırgan hamlelerinin tam olarak bu hesap hatasından kaynaklandığını ifade ediyorlar.

Shifrinson, “Bir nebze tarafsız bakmaya ve ‘Rusya, NATO’dan neden korkuyor olabilir?’ sorusunu sormaya çalışalım” diyor. “Yanıt savaş olmak zorunda değil, savaş için Putin’i suçlayabiliriz. Buna rağmen, herhangi bir Rus lider, Ukrayna’nın NATO’ya katılmasını neden endişe verici bulabilir, anlayabiliyorum. Büyük güçler komşularının karşı ittifaklarda yer almasını istemezler.”

Her halükarda, Ukrayna’nın istila edilmesi NATO’nun kendine biçtiği rolü teyit etmiş oldu. Varşova Paktı’nın çökmesi, NATO’ya artık gerek kalmadığı fikrini doğurmuştu. Ukrayna istilası ise tekrar NATO’ya ihtiyaç olduğu görüşünü ön plana çıkardı. De Brandeber bunu “Kendini gerçekleştiren bir kehanet üzerine kurulan politika” olarak tarif ediyor. NATO’nun provokatif hamleleri (Rusya sınırına doğru genişleme), NATO’nun varlık gerekçesini teyit eden bir kriz tetikledi. “Putin, NATO politikasının başlıca savunucusu konumunda” diyor ve “Bu savaş ile adeta NATO’yu güçlendirdi” diye ekliyor.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The Intercept