Adana Altın Koza’da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü alan Selen Kurtaran, “Kadın hikâyesi olunca onu kalbinizin en derininde ve artık bütün bedeninizde hissediyorsunuz. O kadar tanıdık ki… Kazanmak için savaşacağız” diyor.

Savaşa savaşa kazanacağız
Cam Perde, 34. Ankara Film Festivalinde de yarışacak. (Fotoğraf: IMDb)

Emrah KOLUKISA

30. Adana Altın Koza Film Festivali’nde sinemamız yeni yüzler kazandı desek hiç abartmış olmayız. Özellikle En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazanan Ahmet Ağgün (“Karganın Uykusu”) ve Fikret Reyhan’ın gerilim yüklü etkileyici filminde hemen her sahnede yer alan, üstelik bir de En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü alan Selen Kurtaran bu yıl en çok akıllarda kalan isimlerdi. İlk başrolünde son derece kontrollü, incelikli ve ayrıntılarla bezeli bir oyunculuk sergileyen Selen Kurtaran ile filmini izledikten iki gün sonar, henüz ödül törenine günler varken konuştuk ama sanıyorum herkes onun Adana’da bir ödül alacağına emindi.

 Kurtaran ile filmini, kadın meselesini ve oyunculuk serüvenini konuştuk.

Sanırım “Cam Perde”yi izleyen hemen herkes aynı soruyu sordu, ben de bu soruyla başlayayım: Selen Kurtaran neredeydi bugüne kadar, neden size başka bir filmde izlemedik?

Aslında ben 2007’de üniversiteye başladığımdan beri oyunculuk yapıyorum. Zaten tiyatroyla başladım. Sonrasında bir sürü dizide oynadım aslında ama böyle kendime bir alan açtığım, kendimi gösterebildiğim bir iş olmadı bu zamana kadar. Bayağıdır da dizide de oynamıyorum… Bana dizi teklifi gelmiyor. Oyuncu olarak, nasıl diyeyim, çok emek veriyorsun ya bir şeylere, herkes gibi tabii ki, oyunculukda o çok uzun sürebiliyor… Bir de maddi olarak işte tiyatrodan Türkiye'de para kazanmak zor. O sanatsal süreçleri yaşarken hayatı nasıl geçireceğini hep düşünüyorsun. Diziler de bu konuda bizim için önemli ama yani kimse de ‘Selen Hanım bizle oynayın, Selen gel bizim dizimizde oyna’ diye talep etmeyebiliyor. O yüzden çok bilinen bir işim yok, evet. Tiyatroda izlemiş olabilirler, geçen sezon ‘Babamın Doğumgünü Partisi’ adlı oyunda oynadım mesela. Sinemada da bu aslında ilk ağırlıklı rolüm, çok tanımaması insanların beni normal.

Ama artık bu değişecek gibi. Burada bir ödül kazanmak ne ifade eder sizin için?

Bence çok önemli bir şey, motivasyon anlamında… Çünkü meslekte cidden bazen acaba bıraksam mı diye çok düşünüyorum. Olmayacak diyorum bazen, olmuyor galiba… Görünür kılamıyorsun ya kendini, o yüzden… Fikret (Reyhan) beni seçti ama olmasaydı ne yaşayacaktım bilmiyorum. Belki bırakırdım oyunculuğu yani. Bırakmak istemiyorum ama yani bir noktadan sonra da istediğin şekilde var olamıyorsun, görünemiyorsun. Yoksun. Seyircisiz bir oyuncu yoktur yani. E o zaman niye yapıyorum ki ben bunu dediğim zamanlar oldu. Ama pıt diye bir şey oluyor o zaman. hayata dönüyorsun. Böyle düşüş zamanları çok oluyor, o yüzden böyle ödüller de o anlamda bizi motive eden ve iyi hissettiren şeyler bence.

Filme dönelim… “Cam Perde” özelinde sizin için nasıl başladı her şey?

Bir kere senaryoyu okuduğumda çok etkilendim. Özellikle bir erkeğin bu kadar ciddi bir toplumsal sorun üzerine, kadın meselesi üzerine kafa yorması ve buna bir kadının tarafından bakmaya çalışması çok önemli geldi bana. Kendisiyle tanıştığımda da çok sevdim, çok tatlı bir adam gerçekten Fikret. Ne istediğini de çok iyi biliyordu gerçekten.

Fikret Reyhan senaryoyu yazarken bir çok şiddet mağduru kadınla konuştuğunu ve çok fazla okuma yaptığını söylemişti. Siz nasıl hazırlandınız rolünüze?

Benim tabi şiddet mağdurlarıyla görüşmeme gerek yok. Zaten kadın olunca, kadın hikayesi olunca onu şöyle kalbinizin en derininde ve artık bütün bedeninizde hissediyorsunuz. O kadar tanıdık ki… Bire bir aynı şeyler olmasa da aynı duygu, aynı his, farklı şekillerde hayatımızda yaşıyoruz yani. Ben de evliyim ve eşimle öyle bir sorun hiç yaşamadım ama mesela geçen sene evimin dibinde, evimin önünde tacize uğradım. Çok ciddi bir şekilde… Bu taciz olayını başka ortamlarda da çok yaşadım ve bütün kadınlar da yaşıyor bunu. İnsanlar nasıl davranacaklarını, sınırlarını, nerede durmaları gerektiğini asla bilmiyor. Bilmek de istemiyor. Bunun hakkı olduğunu düşünüyor, hak görerek yapıyorlar yani. Yani böyle bir karakteri anlamak için çok çaba göstermeme gerek kalmadı.

Fotoğraf: BirGün

Sektörde de taciz, mobbing gibi şeyler yaşadınız mı?

Benim bireysel olarak başıma gelmedi, ama yani o kadar duyuyoruz, görüyoruz ki, empati kuruyorsun ister istemez. Yani kendime yapılmış gibi hissediyorum artık. Birebir benim başıma gelmese de çok öfkeleniyorum. Zor mevzular cidden. Bir şeyler yapmak lazım.

Filmde Nesrin karakteri çok yalnız, etrafında çoğu zaman sadece erkekler var, ya ona hayatı cehennem ediyorlar, ya da onu korumaya çalışıyorlar. Başka kadın karakter pek yok gibi, ona destek olan, dayanışma gösteren…

Bunları çok konuştuk, üzerine kafa yorduk. Fikret hoca da bana sağ olsun çok danıştı bu konuda. Ben de fikirlerimi hep söyledim ona zaten. Kadın filmed çok yalnız ama bir de aslında ideal kadın tipi var filmed, Nesrin’in yeğeni Ebru… Belki de onun haykırmak istediği şeyleri söyleyecek bir karakter gibi gerçekten. Hep yeğen teyzesine özenir diye düşünürüz ya, burada tam tersi Nesrin ona özeniyor. Çünkü o kuşak çok güçlü. Zaten Ömer'e, eski kocasına direkt ‘Teyzem seni istemiyor, artık bırak kadının peşini’ diye söyleyebilecek bir kız.

Adalet de kadının yanında değil çoğu zaman…

Doğru, bunu da konuştuk Fikret hocayla. İşte adam kadını bıçaklıyor, sadece küçük bir ceza alıyor, birkaç ay yatıp çıkıyor, sonar gidip aynı kadını öldürüyor. Neresinden tutsak elimizde kalıyor… Kadın mevzularında da böyle bu, hayvan haklarında da, LGBT haklarında da…

İstanbul Sözleşmesi kalktığında ne hissetmiştiniz?

Oturup ağladım cidden. Yani o noktadayız artık, çok çaresiz hissettiğim bir noktadayım ben açıkçası. Çocuk gibi oturup ağladım yani.

Filmi izlediğinizde ne hissettiniz peki, yani mesela Nesrin’in bir çıkışı olacak mı hayatta?

Bence çok net şu olacak, bu olacak gibi bir sonu yok zaten. Ama ben hep şeyi hissediyorum, bu bir döngü, bu artık kısırlaşmış bir şey ve ya öldürülecek ya ne bileyim bu süreci çocuğu büyüyene kadar, adam artık hayatında olduğu sürece yaşayacak. Her şey olabilir gibi geliyor bana. Ama bu mevzudan çıkmak, onun için çok mümkün gibi de gelmiyor. Yani aslında idealleri olan da bir kadın, işini kursun, çocuğuna güzel güzel baksın… Kimseyle uğraşmak istemiyor, sadece dümdüz yaşamak istiyor kadın. Bunu yaptırtmıyorlar. Yani bu kadar en temel hakkını kendi istediği gibi yapamıyor ve muhtemelen yapamayacak.

Sizin başınıza gelse böyle bir durum, ne yapardınız? Selen olarak?

Selen olarak ben zaten böyle bir adamla evlenmezdim. Ama evlendim diyelim, çünkü insanlar çok güzel gizleyebiliyorlar kendilerini, çok sert olurdu benim tepkilerim. Ben çok duygularını dışa vuran ve içinde asla tutamayan biriyim, Nesrin kadar böyle sakin oturaklı bir insan değilim yani. O yüzden mesela kayınvalidesiyle ilişkisi beni aşırı rahatsız etmişti. Yani o kadın mesela evime giremezdi benim, bana turşu getiremezdi. Almazdım onları. Çünkü bu çok tahakküm kuruyor üstünde. Ama işte çocuğu var. Bu yüzünden oluyor. Nesrin de bunların dengesini kurmaya çalışıyor. Ben onu çok iyi anlıyorum. Ama ben o dengeyi kurmaya falan çalışmazdım. Ama sonumuz aynı olabilirdi gene. Yani sonuç değişmeyecekti bence. Bu sefer de benim o kadını eve almamam çok büyük problem olacaktı. Belki o yüzden öldürülecektim.

İran’da önemli bir kadın başkaldırısı var, ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?

Bu noktaya gelindiği için üzülüyorum biraz. Bunun için savaştıkları için üzülüyorum. Yani niye bunlarla uğraşıyoruz diye çok düşünüyor insan gerçekten. Ama bir yandan da evet, savaşa savaş oluyor bir şeyler de. Kazanacaksak, çünkü kazanmamız gerek, savaşacağız. Hep birlikte destek olacağız birbirimize. Dayanışma çok önemli bence. O yüzden o dayanışmayı nerede görürsem ben mutlu oluyorum her zaman.