Şi, kongreden sonra Avrupa’yla yakınlaşırken başrolde Almanya Şansölyesi var. Doç. Dr. Burak Gürel, Şansölyenin ÇKP Kongresi’nin ardından Çin ziyareti planlamasını Berlin’in kısmen de olsa ekonomik ve jeopolitik olarak Washington’dan özerk davranma arayışını yansıttığını belirtti.

Scholz’un Çin açılımı
Fotoğraf: AA

Yaren ÇOLAK

Hamburg Limanı'nın bir kısmını Çin'e satan Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Pekin'e resmi ziyarette bulunmaya hazırlanırken yeni Çin politikasını açıkladı. Scholz, Frankfurter Allgemeine Zeitung'a yazdığı makalede, ÇKP'nin geçen hafta sona eren kongresinden çıkan sonuçların ardından ülkesinin Çin ile olan ilişkileri değiştirmesi gerektiğini gösterdiğini bildirdi. Almanya'nın Çin politikasının ancak Avrupa'nın Çin politikasıyla bütünleşirse başarılı olabileceğine dikkati çeken Scholz, bu nedenle seyahati öncesinde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da dahil olmak üzere Avrupalı ortaklar ve transatlantik dostlarla yakın bir koordinasyon içinde olduklarını belirtti. Scholz'un ziyareti, Çin'in ABD ile artan stratejik rekabette Avrupa ülkeleri ile iş birliğini geliştirme fırsatı olarak yorumlanırken Almanya liderliğindeki Avrupa da küresel hesaplaşmada pozisyon almaya çalışıyor.

Koç Üniversitesi Asya Araştırmaları Merkezi’nden Doç. Dr. Burak Gürel, küresel siyasette değişen dengeleri BirGün'e değerlendirdi.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, kasım ayı başında yapmayı planladığı ziyaret öncesi yeni Çin politikasını açıkladı. Hem ziyarete hem de Çin’in Avrupa ilişkilerine değinebilir misiniz?

ABD, Avrupa’nın Çin ve Rusya ile ekonomik ve siyasi ilişkilerini zayıflatmak istiyor. Ukrayna savaşından sonra Avrupa’nın Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlara katılması ve ABD ile eşgüdümlü biçimde Ukrayna’ya askeri yardım yapması bu konuda belirli bir mesafe alındığını gösteriyor. Benzer bir politika Avrupa-Çin ilişkileri bağlamında da gündemde. ABD, “decoupling” olarak anılan, Çin ile ekonomik bağları zayıflatma hedefine Avrupa’yı ortak etmek istiyor. Ancak ne ABD’nin ne de Avrupa’nın Çin’le olan ekonomik bağlarını azaltması kolay değil. Scholz’un Çin seyahatinden önce gündeme gelen konular bu güçlüğü gösteriyor. Scholz, Çin’e önemli Alman şirketlerinin yöneticilerinden oluşan bir delegasyonla birlikte gidiyor. Bu delegasyonun başında Almanya’nın (ve dünyanın) en büyük kimya firması BASF’ın CEO’su Martin Brudermüller bulunuyor. Brudermüller, Çin ile ilişkilerin bozulmasının Avrupa’ya fayda sağlamayacağını söyledi. BASF firması yakın dönemde 10 milyar dolarlık yatırım yaparak Çin’de büyük bir fabrika açtı. Mercedes, Volkswagen ve BMW gibi Alman otomotiv devlerinin de Çin’e yatırımları artırıyor. Bu üç şirket, Çin’de 2007-2017 arasında 5 tane, 2018’den bu yana 11 tane AR-GE merkezi açtı. Dolayısıyla, Avrupa’nın Çin’le olan ekonomik bağlarını gevşetmesi kolay değil. Bu nedenle, Alman sermayesi içinde ABD’nin Çin’e yönelik şahin tutumuna belirli bir mesafe koymak isteyen bir fraksiyon var. Bu durum, Almanya siyasetinde çatlaklar yaratıyor. ÇKP Kongresi’nin hemen ardından bu ziyaretin gerçekleşmesi Almanya’nın kısmen de olsa ekonomik ve jeopolitik olarak ABD’den özerk davranma arayışını yansıtıyor.

Doç. Dr. Burak Gürel, Koç Üniversitesi Asya Araştırmaları MerkeziDoç. Dr. Burak Gürel, Koç Üniversitesi Asya Araştırmaları Merkezi

Alman hükümetinin, Hamburg Limanı hisselerinin bir bölümünü Çin devletinin kontrolündeki firma Cosco’ya satmak istemesi, kamuoyu ve siyasette tartışma yarattı. Bu limanın önemi ve bu satışın politik etkisi nedir?

Çin, Avrupa Birliği’nin en büyük ticaret ortağı durumunda. Bu yılın ilk üç çeyreğinde Avrupa ile Çin arasında yapılan ticaretin hacmi 580 milyar dolara ulaştı. Hamburg Limanı da bu ticarette ciddi bir önem taşıyor. Avrupa’nın ikinci büyük limanı olan Hamburg Limanı’nda taşınan kargonun üçte biri Çin’den gelen ve Çin’e giden kargolardan oluşuyor. Bu nedenle, liman Çin için çok önemli. Bu limanda 4 terminal bulunuyor. Çin’e satış meselesi ise bu terminallerden yalnızca biriyle alakalı. Hamburg kent yönetimi bu terminalin yüzde 35’inin Çin devletinin kontrolündeki Cosco şirketine satılmasını desteklemişti. Sosyal Demokrat Parti’nin lideri, Başbakan Scholz da fikre sıcak yaklaşıyordu. Ancak, Yeşiller ve Hür Demokratlar bu satışa karşı çıktı. Hükümetin altı bakanı bu satışa ilişkin çekince belirttiler. Bu gerilimin ardından söz konusu terminalin planlandığı gibi yüzde 35’i değil, yüzde 24,9’u Cosco’ya satıldı. Satılan payı yüzde 25’ten az olması Cosco’nun terminale dair kararlara ilişkin veto yetkisine sahip olmaması anlamına geliyor. Buna ilaveten, Cosco’ya burada daha fazla hisse satılmayacağı da kararlaştırıldı. Kısacası, orta yol bulundu, Cosco istediğini tam olarak alamadı.

Biden ve Putin ülkelerinin ulusal güvenlik stratejisini yakın zamanda açıkladı. Belirledikleri yol haritalarının temel taşlarından biri de Çin. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

1980’lerde ve 1990’larda Batı şirketleri Çin’e büyük yatırımlar yaparak muazzam kârlar elde etti. O dönem Çin yarı kalifiye ve ucuz iş gücü ile sermayeyi çekti. Tehdit olarak algılanmıyordu. Batı’da dizayn edilen ürünlerin üretimi yapılıyordu. Son 20 yılda ise Çin teknolojik bakımdan kendini geliştirmeye yöneldi. Çin devleti ülkeye girmek isteyen Batılı şirketleri AR-GE merkezleri kurmaya zorladı. Buralarda çalışan Çinli personelin yeterli deneyim kazandıktan sonra kendi şirketlerini kurup Batılı şirketlerle rekabet etmesi beklendi. Daha önemlisi, Çin devleti 2015’te açıkladığı “Made in China 2025” stratejisiyle birlikte Çin ile Batı arasındaki bilimsel ve teknolojik farkı kapatma, ülkenin Batı’ya olan teknolojik bağımlılığını hızla azaltma hedefini ortaya koydu. Bir başka deyişle, Çin dünya sisteminin yarı-çevresinden emperyalist merkeze sıçrayabilmek için ciddi çaba harcıyor. Batı ile Çin arasındaki jeopolitik gerilimlerin arkasında bu ekonomik rekabet yatıyor. Joe Biden yaklaşık bir ay önce Çin sanayisine yönelik ciddi bir yaptırım paketi açıkladı. Dünyanın neresinde olursa olsun ABD teknolojisi kullanılarak üretilen mikroçiplerin Çin şirketlerine satışını izne bağladı. Bu yaptırım, Çin’in ekonomik kalkınmasının önüne ciddi engeller çıkaracak. Ek olarak, NATO’nun son iki zirvesinde Çin stratejik rakip ve tehdit olarak tanımlandı. Avrupa tam anlamıyla iki arada bir derede kalmış durumda. Bir yandan NATO şemsiyesi altında Çin’e karşı ABD ile birlikte hareket ediyor, diğer taraftan ABD’nin istediği ölçüde Çin’e tavır almak istemiyor, ekonomik ilişkileri canlı tutmaya çalışıyor.

Çin’deki yeni dönem, yeni yol haritası nasıl olacak? Küresel siyaseti nasıl etkileyecek?

Şi Jinping’in son 10 yıllık icraatı Çin devletinin gelecekteki politikalarına dair ciddi ipuçları sunuyor. Şi, ÇKP üst yönetiminin görev süresinin iki kongre dönemiyle, yani 10 yılla sınırlanması teamülünü ortadan kaldırmayı ve yönetim organlarını kendi istediği şekilde belirlemeyi başardı. Şi, Çin ile Batı arasındaki bilimsel, teknolojik ve askeri farkı kapatmak istiyor. Çin’in Batı’da dizayn edilen ürünlerin üretildiği bir yer olmaktan çıkıp kendi dizayn ettiği yüksek teknolojili ürünlerle dünya pazarında rekabet edebilmesini hedefliyor. Öte yandan 2008’den beri dünya ekonomisi üçüncü büyük depresyonun içinden geçiyor. Kriz nedeniyle dünya ekonomik pastası büyümediği için kapitalistler arasında rekabet art��yor. Şi’nin üçüncü döneminde bu rekabet daha da şiddetlenecek. Çin kendi içinde de ciddi ekonomik sorunlarla boğuşuyor. 2009-2010 döneminde devlet büyük altyapı yatırım paketleri açıklayarak ekonomiyi krizin etkilerinden nispeten korumayı başardı. Ancak, bunun ciddi bir bedeli oldu. Esasında batık durumda olan çok sayıda zombi şirket suni olarak ayakta tutuldu. Bu durum ciddi bir borç sorunu yarattı. Önümüzdeki dönem daha da zor geçecek.