Şimdi yeni bir sürece girmiş bulunuyoruz. Bu noktada muhalif bir stratejinin hiçbir şey değişmemiş gibi kurulması son derece yanlıştır. Artık önümüzde parlamenter düzenin ortadan kalktığı, parlamentonun etkisinin son derece azaldığı yeni bir durum var

Seçim sonuçlarına ilişkin 10 saptama

BÜLENT FORTA

Parlamenter demokrasinin sonu

1- 24 Haziran seçimleri çok partili hayata geçildiğinden bugüne belki de Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimlerinden biriydi. Bu seçimlerle birlikte basit bir iktidar değişikliğinin ötesinde aynı zamanda devletin yapısının da değişeceği bir sonuç ortaya çıktı. 16 Nisan referandumunda kabul edilen “yeni Anayasa”nın çatısı bu seçimler sonrasında ete kemiğe bürünecek. Tek adam rejimi olarak adlandırılan bu yeni yönetim biçimi, eksik gedik işleyen parlamenter demokrasinin de sona ermesi anlamına geliyor. O nedenle seçim sonuçlarının analiz edilmesi kadar önemli bir değerlendirme bundan sonra siyaset alanında nasıl bir tabloyla karşılaşacağımızın saptanabilmesidir. Kuşkusuz hiçbir toplumsal-siyasal düzen düz bir hat etrafında ilerlemez. En temelde sınıfsal mücadelenin belirleyici olduğu, diğer toplumsal gerilim alanlarının etki yaptığı bir süreç yönetim biçimlerini ve devletin yeni şekillenişini belirleyecektir.

Suriye faktörü

2- Bu faktörlerden son derece önem kazanmış düzeylerden biri dünyada ve özel olarak da Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerdir. Türkiye’de yeni rejimin nasıl şekilleneceği biraz da bu gelişmelere bağlı sayılabilir. Suriye’de görünen o ki, iç savaşın sonuna doğru yaklaşıyoruz. Bir kan ve vahşet üzerinde yükselen ve baştan sona ülkenin yıkımına yol açan Suriye sorunu emperyalist güçlerin nüfuz alanı yaratmalarına bağlı bir paylaşım savaşı olarak da yaşandı. IŞİD başta olmak üzere cihatçı güçler, Kürtler ve Esad rejimi çeşitli emperyal güç dengeleri içinde kendilerine alan buldular. Türkiye başlangıcında ABD ve Batı’nın doğrudan “koçbaşı” olarak dahil olduğu savaşta giderek Rusya, İran gibi ülkelerle işbirlikleri geliştirerek inisiyatif almaya çalıştı. Bu yazıda uzun uzun Suriye ve Ortadoğu analizi yapmak gerekmiyor ama şunun altını çizmek zorundayız ki, Türkiye’deki rejimin önümüzdeki süreçte nasıl bir yönelim içine gireceği bölgedeki gelişmelerden ayrı olarak kavranamaz. Benzer bir durum Kürt hareketi açısından da geçerlidir. Ortadoğu’daki gelişmeler Kürt hareketinin bu arada HDP’nin de politikalarının oluşumunda özel bir rol oynayacaktır.

Ekonomik riskler

3- İktidarın ve yeni rejimin geleceğini belirleyecek bir diğer önemli faktör ekonomi alanındaki gelişmeler olacaktır. AKP’nin iktidar olduğu 16 yıllık sürecin dünya piyasaları açısından “uygun” koşulları geride kalmış görünüyor. Sıcak para girişine dayanan büyüme sürecinin sonuna gelinmiş durumdadır. Küreselleşme sürecinin “içe kapanma” olarak nitelenebilecek yeni konjonktüründe uluslararası finans akışı çok daha maliyetli olması nedeniyle Türkiye gibi kırılgan ülke ekonomileri açısından bir “kriz” riski yaratıyor. Yeni rejimin kaderini belirleyecek faktörlerden biri hemen hemen herkes tarafından geleceği kabul edilen ekonomik krizin ne derinlikte olacağıdır.

%42’ye oya karşılık %100’lük iktidar gücü

4- Gelelim seçim sonuçlarının ortaya çıkarttığı tabloya; seçim sonuçlarının ilk göze çarpan paradoksu Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi AKP’nin %42 oy almasına karşın sistem gereği %100’e varan mutlak bir güç elde etmesidir. Hemen hemen bütün yasama yürütme ve yargı gücü toplumda %42 karşılığı olan ve son seçimlerden bugüne %8 gibi küçümsenemeyecek bir oranda oy kaybına uğrayan Recep Tayyip Erdoğan’ın ellerinde toplanmış durumdadır.

AKP-MHP koalisyonu ve siyasi dengeler

5- Recep Tayyip Erdoğan’ı bu güce taşıyan destek ise MHP ve devletin “bekası”nı koruma misyonunu üstlenen ve yine devletin içinde kümelenmiş kesimlerden geldi. Aslında bu süreç son anda ortaya çıkmış değil. Çözüm Süreci’nin bitişiyle birlikte 7 Haziran sonuçlarının AKP iktidarına son verecek bir noktaya taşınmasını engelleyen Devlet Bahçeli ve MHP, 1 Kasım seçimlerinin hemen öncesinden başlayarak AKP’ye açık destek verdi. Bu nedenle bugün iktidar blokunun bir AKP-MHP koalisyonundan oluştuğunu söylemek mümkün. Devlet aklının sınırlarını çizdiği bu blok içinde tek adam olma gücünü elinde bulunduran Recep Tayyip Erdoğan’ın bu sınırlara ne denli uygun hareket edeceği ise yeni düzenin siyasal dengelerinin nasıl oluşacağı konusundaki en temel sorun alanıdır.

Egemen güçlerin muhtemel yönelimi

6- Ortadoğu’daki gelişmeler ve ekonomik kriz Türkiye’nin dünya siyasal konjonktüründe ve dünya ekonomisinde nasıl bir yer tutacağının iki temel koordinatıdır. Bu konjonktürün Türkiye açısından bir “beka sorunu” yarattığından hareketle, öyle görünüyor ki, Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında ve AKP-MHP koalisyonu eliyle orta vadede çözüm üretmek egemen güçlerin stratejisidir. Bunun otoriter ve baskıcı bir rejim inşası şeklinde yaşanacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Belki de Türkiye tarihinin en anti-demokratik koşullarında yapılan baskın seçimlere karşın “Cumhur İttifakı “ ancak %52 oy alabilmiştir. Neredeyse bütün medyanın iktidarın propaganda aygıtı gibi çalıştığı, devletin bütün imkânlarının iktidar tarafından pervasızca kullanıldığı, tutuklamaların baskıların yaygın olarak yaşandığı OHAL koşullarında yapılan bu seçimlerin ortaya çıkarttığı sonucu ancak baskıyla kabul ettirebilmek mümkündür.

Muhalefet tablosu

7- Muhalefet partileri açısından ise bu olumsuz koşullara karşın elde edilen sonucu mutlak bir başarısızlık olarak nitelemek doğru olmayacaktır. Evet, gerilemesine karşın MHP desteğiyle de olsa AKP’nin istediğini elde etmesi muhalefet cephesinde bir umutsuzluk ve moral bozukluğu yarattı. Ancak unutulmaması gereken şeyler de var; 7 Haziran seçimlerinden bu yana kriminalize edilen, eşbaşkanları milletvekilleri ve onlarca yöneticisi cezaevlerine atılan HDP her şeye karşın barajı aşmayı başardı. CHP seçim öncesi kendinden beklenmeyecek ölçüde taktik hamleler yaparak AKP planlarını bozmayı başardı ve nihayet Muharrem İnce kimsenin beklemediği bir performans göstererek çok önemli bir muhalif enerjinin ortaya çıkmasını sağladı.

AKP ile HDP…

8- Seçimin ortaya çıkarttığı bir diğer önemli sonuç; “Çözüm Süreci” günlerinde AKP ile HDP arasında oluşan yakınlaşmanın da son bulmasıdır. Türkiye’nin siyasal süreçlerinde önemli etkisi olan bu yakınlaşma (örneğin 12 Eylül referandumunda AKP ve FETÖ tarafından arzulanan sonucun ortaya çıkmasında rol oynayan boykot tavrı vb..) şimdi yerini HDP’nin hedefe yerleştirilmesine bırakmış durumdadır. Bu noktada HDP’nin özellikle içindeki liberallerin ve yetmez ama evet’çi kesimlerin şiddetle eleştirdikleri kentli kesimlerden oy alarak barajı aşması gelecek açısından önemli bir gelişme sayılmalıdır.

Yeni durum

9- Şimdi yeni bir sürece girmiş bulunuyoruz. Bu noktada muhalif bir stratejinin hiçbir şey değişmemiş gibi kurulması son derece yanlıştır. Artık önümüzde parlamenter düzenin ortadan kalktığı, parlamentonun etkisinin son derece azaldığı yeni bir durum var. İktidar bloğu çok açıktır ki bütün totaliter düzenlerde olduğu gibi elde ettiği gücü toplumun bütün alanlarına ve dokularına yaymak isteyecektir. Artık parlamento değil bütün toplum bir mücadele alanı olarak kurgulanmak durumundadır.

Mücadeleyi yükseltmek gerek

10- Seçim süreci ortaya koydu ki; Türkiye küçümsenemeyecek bir muhalefet potansiyeline ve çeşitliliğine sahiptir. Bu muhalif kesimlerde kadınların ve gençlerin çok önemli bir güç oluşturdukları da ortadadır. Gezi’de değişik biçimlerde kendini açığa çıkartan bu gücün her şeye rağmen canlılığını koruduğu görülmektedir. Yapılması gereken çok net bir görev önümüzde duruyor; toplumsal muhalefetin örgütlenmesi ve toplumun bütün alanlarında mücadeleyi yükseltmek.