Genç nüfus ile bir türlü bağ kuramayan Hollanda solu acaba gelecek ifade ediyor mu? Sol kendisini yeniden belirginleştirmek zorundadır. Aksi takdirde tavan yapan neo-liberallere ve onların ikizleri olan aşırı ırkçı partiler karşısında başarı elde edemezler

Seçimi liberallere kaybeden Hollanda solunun imtihanı

Zafer AYDOĞDU

Hollanda’da üç gün boyunca seçimler nihayet 17 Mart akşamı sonuçlandı. Covid-19 krizine rağmen katılımın en son seçimler düzeyinde olduğu gözlemlendi (yüzde 8). Genellikle katılımın yüksek olmasından sol partiler yararlanırken, bu seçimlerde tarih tekerrür etmedi. Sol tarihinde görmediği en büyük yenilgiyi aldı. Üç sol partinin toplam sandalyesi 25’i geçmedi. Oysa sol bir zamanlar neredeyse parlamentonun yarısına sahipti.

Şu ana kadar toplam sandıkların yüzde 88'i sayıldı. Sonuçlara göre hali hazırdaki neo-liberal hükümetin büyük ortağı (VVD) daha da büyüdü. VVD meclisteki sandalye sayısını 33’ten 35’e çıkardı. Koalisyonun diğer ortaklarından D’66 (Demokratlar 66)’da seçimden kazançlı çıkan parti olarak, Hollanda’nın ikinci büyük partisi oldu. Bu arada aşırı ırkçı parti Geert Wilders’in partisi (PVV) beklentilerin aksine 3 sandalye kaybederek, ikincilikten üçüncü sıraya geriledi. Koalisyonun Hristiyan Demokrat (CDA) ortağı ve Hristiyanlar Birliği ise kaybedenler arasında. Seçimlerde kazanç sağlayan bir diğer
parti ise aşırı sağcı FvD (Demokrasi için Forum). Söz konusu parti geçen yılın sonunda parti içi karışıklıklar (özellikle antisemit açıklamalar) sonucunda birçok vekilini ve senatörünü kaybetmiş ve küçük fraksiyonlar ayrılmıştı. FvD ve kendisinden ayrılan küçük bir fraksiyon toplam 12 vekil çıkardılar. Belki de en kârlı çıkan aşırı sağ oldu. FvD iki 2 sandalyeden 8’e çıktı. Ayrılan fraksiyon ise 4 sandalye kazandı. Ayrıca Hayvanlar için Parti (PvdD)’de sandalye sayısını 1 artırdı. İlk defa meclise giren küçük partilerde dikkat çekti. Bu partilerden birisi de Avrupa Birliği taraftarı olan Volt (4
vekil). DENK ise sandalye sayısını 3’ten 2’ye düşürdü.

NEO-LİBERAL PARTİ NEDEN KAZANDI?

Hollanda’da siyasetin genellikle üç ana gövdesi bulunmaktadır. Klasik Hristiyan partiler, sosyalist partiler ve liberal partiler. Bu partiler genellikle solun ve sağın ortasında yer alan partilerdir. Orta sol ve sağın gerilemesi ve hatta çökmesi, liberal partilerin işine yaradı. İktidarın iki ortağı olan bu liberal partiler orta sağ ve sola tepkime olarak her iki kesimden de oylar alarak yükseldiler.

Mark Rutte’nin partisi (VVD) tarihte görmediği bir zafer kazandı. Dört kez arka arkaya seçim kazandı. 2010 seçimlerinde bu tarafa sürekli kazandı. Anlaşılan o ki neo-liberaller kendi yarattıkları kriz sürecini başarı ile yürüttükleri algısını oluşturdular. Özellikle Covid-19 krizi boyunca sürekli Başbakan Rutte’nin gündemi belirlemesi ve seçim çalışmaları boyunca da ülkenin gerçek sosyal iktisadi sorunlarını gündeme getirmemesi, başarısının sırrı olarak yorumlanıyor. Oysa Rutte III hükümetinin erken istifa etmesinin nedeni vergi dairelerinin on binlerce aileyi (daha çok göçmen kökenli) kasıtlı ve ayrımcı bir şekilde mağdur etmesi, ülkenin en büyük skandallarından bir tanesi olmasına rağmen, seçim boyunca gündeme gelmemesi ve geçiştirilmesi de yine Rutte’nin maharetli olduğunu gösteriyor. Zaten kendisi de dördüncü kez kuracağı iktidarı ustalık dönemi olarak lanse ederek, bu krizden ülkeyi çıkaracak tek alternatif olduğunu, başka alternatifin olmadığını sürekli ifade etti. Bir bakıma seçim stratejisini güven üstüne kurdu ve başarılı oldu. Seçim
analistlerine göre Rutte’nin kendisini kriz döneminin başarılı bir lideri olarak yansıtması ve gerçek sorunları gündeme getirmemesi, başarılı olmasının iki temel nedeni oluşturmaktadır.

ORTA SAĞIN ÇÖKÜŞÜ

Hem Covid-19 krizi hem de iktidardan hoşnut olmayan kesimlerin sokak gösterileri, neo-liberal partinin işine yaradı. Her iki durumda da sert önlemler alan Mart Rutte, güvenilir bir lider olduğunu göstermiş oldu. Demek ki toplumsal olaylar çerçevesinde soysal determinizm her zaman aynı sonuçları vermez. Korona kurallarının sertleştirilmesi her ne kadar sokak gösterilerini ve şiddet eylemlerini artırsa da (çünkü insanlar baskıdan ve kurallardan bunalmışlardı), orta şirketlerin
iflası, insanların özgürlüklerinin kısıtlanması vesaire bazı kesimlerin hoşnut olmasını teşvik etmiştir. Sokak gösterilerini
zorlayan ve kullanan bir diğer kesim ise, aşırı ırkçı neo-Nazi kesimleri olmuştur. Ayrıca DENK etrafından kümelenen (büyük şehirlerde) kitlelerinde faşist neo-Nazi güruhla sokaklara dökülmesi dikkatleri çekmişti. Ne hikmetse her iki hoşnut olmayan zıt ırkçılıklar sokakta birlikte olaylar çıkarabilmişlerdi. Neo-faşist Baudet (FvD) korona kısıtlamalarını protesto eden seçim gösterileri yaptı. Söz konusu bu parti ayrıca korona krizine inanmadığını, bunu çeşitli derin yapıların bir düzeneği olduğunu vurgulamıştı. Geçen yılın sonunda iç sorunlara ve kopmalara rağmen, genç politikacı Baudet, seçim kampanyasını sokağa taşıyan tek parti olarak, büyük bir başarı elde etti. Bazı sol grupların (anti-faşist) Baudet’in son
günlerdeki seçim toplantılarına karşı gösteri yapmalarına rağmen, sol tüm bu hareketlikler karşısında sessiz ve eylemsiz kaldı.

Öteden beri orta sağ (Hristiyan Demokratlar) 70’lerin sonunda ve 80’ler boyunca iktidarın ana gövdesiyken, öteden beri içine girmiş olduğu krizden çıkamadı. Bunun başlıca nedeni kuşkusuz Hollanda’nın gitgide klasik din anlayışlarından uzaklaşması (laikleşmesi), klişelerin boşalması (satılması) ve bu partilere oy veren kırsal (büyük çiftlik sahipleri) kesimin gerilemesi olarak özetlenebilir. Solda olduğu gibi bu partilerde de liderlik sorunu yaşanmakta. Kendilerini yenileyemeyen ve hatta gitgide gereksizleştiren bu hareketlerin geleceği tartışılıyor. Demokrasilerin de evrimleştiği bir çağda acaba din ve inanç temelli (muhafazakar) partilere yer var mı? Gelecekleri olacak mı, gibi tartışmalar aslında tüm Avrupa’da
tartışılıyor.

KLASİK SOLUN ÇÖKÜŞÜ

Orta-Sağ ve Orta-Sol çok önceki seçimlerde çökmüşlerdi. Ne zaman Sosyal Demokrat Parti (PvdA) oy kaybetse, sol üzülmezdi, çünkü oylar muhakkak ya Sosyalist Parti’ye (SP) ya da Yeşil Sol (GL) partisine giderdi. Sol bu sayede zayıflamazdı. Bu dönem iktidar ve sistemden hoşnut olmayan kitleler anlaşılan o ki, aşırı sağa ve soysal liberallere (Demokratlar 66) savruldular. Orta-Solun solundaki Sosyalist Parti ve Yeşil Sol da çöktüler. Örneğin Yeşil Sol en son seçimlerde aldığı sandalyenin yarısını kaybetti. Çöküşün nedenleri ileride daha çok araştırılacaktır. Elbette her parti kendi analizini yapacak. Fakat genel olarak birçok ülkede solda yükselişin ve toparlanmanın (mesela Almanya’da) Hollanda’da gözükmemesi, bir kez daha sosyalist cenahın derin analizler yapması, nerede hatalar yapıldığını tartışması ve çözümler üretmesi elzemdir. Bunca soysal iktisadi ve siyasi sorun ve hoşnutsuzluğa rağmen, kitlelerin solun yerine bu sorunların nedeni olan Neo-liberallere, sosyal liberallere ve aşırı sağA yönelmesi elbette çok düşündürücü bir durum. Peki bu
tabloyu özet olarak nasıl yorumlayabiliriz?

ALTERNATİF ARAYIŞLARI

2017 seçimlerinde PvdA’nın düşmesinden istifade ederek, yükselişe geçen Yeşil Sol (GL), bu trendi son seçimlerde sürdüremedi. Neo-liberallerle iktidar (2012 -17) olmasının faturasını ağır ödeyen PvdA, bir türlü son genel seçimlerden aldığı yenilgiden doğrulamadı. Bir kez kitlelerin güvenini kaybetmişti. Oysa sol bu ülkede ve Dünya’nın birçok yerinde halk için çok şey yaptı. VVD zengini zengin, yoksulu yoksul yaparken, Willem Drees ve Joop Den Uyl gibi karizmatik
sol liderler döneminde güçlü sosyalist iktidarlar kurarak, soysal haklar genişletildi. Sosyal devlet kuruldu. Adil bölüşümü, bilginin yayılmasını, kadınların ve farklı toplumsal unsurların katılımcılığını sağlayan sol, toplumun en geniş kesimine hitap ediyor, sınıfsal mücadele içinde önemli bir yer ediniyordu. Bugün sosyal devlet adına Neo-Liberal VVD siyaseti tarafından budanan ne varsa, bunları bir zamanlar sosyal demokratik sol partiler ve sivil toplum hareketleri (sendikalar, öğrenciler, emekçiler, kadın ve çevre hareketleri) birlikte başarmışlardı. Yerellerde oluşturulan alternatif çözümler yani merkeziyetçilikten ademi merkezci yapılanmaların oluşturulması, yetki ve sözün yatay olarak paylaşılması, Hollanda’nın demokratik yapısını da güçlendirmişti. Oysa şu içinde yaşadığımız ortamda bu kadar adaletsizliğe ve dengesizliğe rağmen, halen sağ güçleniyorsa, bunun en belirgin nedeni toplumsal hareketlerin ve yerel dinamiklerin zamanla zayıflaması, yaşlanması ve kendisini yenileyememesidir. Joop Den Uyl’ü 1960’larda ve 70’lerde iktidara taşıyan yalnızca onun karizması ve çizgisi değildi, aynı zamanda, 68 kuşağı idi. Flowerpower hareketiydi. Savaş karşıtı barış hareketiydi. Vietnam savaşına karşı tepkiler, Satre, Bertrand Russell, Tarık Ali, Mehmet Ali Aybar gibi aydınlar tarafından savaş suçlarına karşı kurulan tribünaller, Che’nin yaktığı alevdi. Güçlenen sendikal hareketti. Daha iyi bir geleceğe ve Dünya’ya duyulan özlemdi. İnançtı, düşünceydi, örgütlülüktü. Peki Reagan ve Thatcher’in başlattığı Friedmancı ve Strausscu Neo-konservatif Yeni Dünya Sistemi geriye ne bıraktı? Gözüken o ki, Hollanda halen neokon ruzgarın etkisinden kurtulamadı.

Kitlerle bu seçimlerde bağ kuramayan, sokaklarda çalışmalara alışkın sol partiler, korona krizi buyunca bu imkanlara da sahip değildi. Genç nüfus ile bir türlü bağ kuramayan Hollanda solu acaba gelecek ifade ediyor mu? Kısacı sol kendisini yeniden tanımlamalı, gençleştirmeli ve tek bir sol veya sosyalist parti olarak yeniden kurmalı. Aksi takdirde tavan yapan neo-liberallere ve onların ikizleri olan aşırı ırkçı partiler karşısında başarı elde edemezler. Kitlelerin tekrar güvenini kazanmaları bir hayli zaman alacak gibi gözükmektedir. Kendisini solda gören Demokratlar 66 yeni liderlik anlayışları ile genç kuşaklarla kurmuş oldukları bağ ile kitlelerin güvenini kazandı ve yükseldi. Belirgin bir nokta ise solun birçok klasik söylemi liberaller veya ortaya çıkan küçük partiler (Hayvanlar için Parti ve Volt gibi) tarafından aşırılmıştır. Sol kendisini yeniden belirginleştirmek zorundadır.