Beşikçioğlu “TRT’de bir dizi var ismi Milat. Dizinin birinci bölümünde elektrik kesintileri ile ilgili bir kısım vardı. Dizi yayınlanmadan üç gün önce Türkiye’de elektrikler kesildi. Bunlar insanın aklını kurcalıyor, o yüzden seçimlerde ne olabileceğini bize zaten Fuat Avni söylüyor” diyor

'Seçimlerde ne olabileceğini bize zaten Fuat Avni söylüyor'

ÂLÂ HATUN

-Erdal Beşikçioğlu’nun hikâyesi nasıl başlıyor?
Erdal Beşikçioğlu Ankara’da doğdu. Babası memur, annesi ev hanımı bir ailenin çocuğu olarak... İlkokula Ankara’da Ulu Battal İlköğretim Okulu’nda başladı sonra İzmir’e geçti. Babasının görevi nedeniyle orada Gazi İlkokulu’n devam etti, Türk Koleji’nde ortaokul ve lisenin ilk dönemini okudu sonra babasının peşinden lisenin kalan kısmını Ankara’da, en son kısmını da babasının görevi nedeniyle İzmir’de bitirdi. Üniversiteyi Ankara’da Hacettepe’de okudu.

-Sanat, hayatınıza ne zaman girdi?
Sanat çocukluğumdan gelen bir hayal değildi. Üniversite sınavlarında hiçbir yeri kazanamadım, sonra baktık ki özel yetenekle alan okullar var, kimisi spor akademisine öğrenci alıyor, kimisi konservatuara öğrenci alıyor, bizde “Gidelim bir konservatuar deneyelim” dedik. İlk denememde Dokuz Eylül Üniversitesi’ne almadılar beni. İkinci sene tekrar üniversite sınavına girdim ve yine bir yeri kazanamadım. Bu sefer Ankara Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’ne kabul edildim ve orada başladım. Askerliği er olarak yapmamak için aslında benim sanat hayatım başladı.

-Devlet Tiyatrosu geçmişiniz var, mecburi hizmetinizi Doğu’da yaptınız. Biraz o dönemlerden bahsedebilir misiniz?
Konservatuar dördüncü sınıftan sonra Diyarbakır Devlet Tiyatrosu müdürü geldi ve “Diyarbakır’da görev yapmak ister misin?” dedi. Teklifi kabul ettim. Şehrin neresi olduğu beni ilgilendirmiyordu. Diyarbakır’a Yetkin Dikinciler, Erkan Petekkaya, Tülay Günal, Bülent Emin Yarar, Celal Kadri Kınoğlu’yla birlikte gittik. Böyle bir kadro ile hayatımın en güzel yıllarını Diyarbakır’da gerçek manada tiyatro yaparak geçirdim. Şehir çok zordu tabii ki, gece çatışmalar oluyordu, gündüz yine kalkıp prova yapıyorduk. Biz orada sadece tiyatroyu, insanı düşündük. Oradaki insanları sahne üzerinden empati kurarak, onları algılayıp devlete durumlarını anlatmaya çalıştık. Bizim Diyarbakır’da bir sanatçının yapması gereken tüm görevleri yerine getirdiğimize inanıyorum. Benim beş yıllık Diyarbakır geçmişim meslek hayatımda aldığım en büyük hazlardan bir tanesiydi.

-Diyarbakır veya özellikle Doğu illerinde Devlet Tiyatroları’nın varlığı bir şeylere yardımcı oluyor mu?
Olmaz olur mu? Karşındaki insana bir hümanizma üzerinden soru sordurabiliyorsan ve bu kişide o soruyu kendine sorup cevabını bulabiliyorsa bu bile yeterlidir kişisel gelişimi için. Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’ndayken, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bizim adım atmadığımız yer kalmadı. Zaman zaman kahvelere gidip oyun oynadık, kimi zaman yer bulamadığımızda askeriyenin yemek masalarından kendimize sahne yapardık. O dönemde Şehir Tiyatroları yoktu, olması da mümkün değildi zaten, ama biz sıfırdan bir çocuğu eğitir gibi üzerine titreyerek yaptık.

-Bir yandan sizin gibi Devlet Tiyatroları’na emek harcayan insanlar var, bir yandan da bugün Şehir Tiyatroları’nın geldiği bir yer var. Bugün Devlet Tiyatrosu’nun geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlet Tiyatroları ideolojik olarak hükümetin politikalarına göre hareket eden kurumlar değildir. Neden mi? Bir toplumda herkes başka bir tandansa üyedir. Üç yüz, beş yüz kişilik salonlar içerisinde Türkiye nüfusunun yüzde üçü bile çok önemlidir. Devletin bir tiyatrosuysanız eğer, buradaki bütün tandanslara göre uygun olacak yelpazeyi sunmakla mükellefsiniz. Bunu yapmak zorundasınız. Herkesten eşit bir şekilde verginizi alıyorsanız, hizmetinizi de o eşitlikte vereceksiniz. Hükümet eğer kendi ideolojisi doğrultusunda Devlet Tiyatroları’nı kullanmaya çalışırsa bu büyük bir trajedi ve hata olur, çünkü hiçbir tiyatro sahnesi propaganda aracı olarak kullanılamaz. Devlet Tiyatroları’nı bir ekol olarak görüyorum ve bu ekolün de Devlet Tiyatrosu’nun geçmişini bilen, onunla beraber soluk alıp veren idareciler tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama bugün geldiği noktanın faydadan ziyade onu yok etmeye, tüketmeye götüreceğine inanıyorum. Şu andaki genel müdürün de bu altyapısı olduğuna inanmıyorum.

-Emekliliğinizi almanızın nedeni bu mu?
Evet budur. Çoksesli ideolojiyi yönetecek altyapıya sahip insanların başta olmamasıdır.

-Behzat Ç. polis teşkilatını insanların gözünde farklı bir sempatiye ulaştıran bir iş oldu. Sonrasında eleştiri oklarının hedefinde olduğunuz bir Reaksiyon maceranız var. Sizce neydi sizin bu denli eleştirilmenizin nedeni?
İnsan sevdiği kadının veya adamın başkası ile beraber olmasını istemez. Aldatılmak istemez seyirci, Behzat Ç. onlar için bir sevgiliydi ve bir şekilde aldatılmış hissettiler. Başladığı zaman Reaksiyon başka bir tepki geldi, dördüncü bölümden sonra hikâyenin şekli ve rengi değişti başka bir hal aldı. Bizim televizyon yazarlarımız maç bitmeden ilk beşinci dakikada senaryonun nereye gideceğini kurmaya başladılar ama eğer daha en baştan bu yorumları yaparsanız sonunda utanırsınız. Behzat Ç.’yi sevdiler çünkü vicdanlı hareket eden bir adam vardı. Öte yandan Reaksiyon’daki karakteri de sevdiler çünkü devleti için var olmaya çalışan biri vardı. İşe başlayacağımız zaman “Kötü adam oynayacaksın” dediler bana, ben de ideolojinin ve inanmışlığın kötüsü olmaz dedim. İnanmış insan kötü değildir.

-Dizi sektörünün bu denli hızlı tüketilen bir hal alması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Mevzu bu kadar hızlı tüketilmesi değil, bu kadar hızlı üretilmesi. Siz yedi gün içerisinde 90-95 sayfalık bir işi çekmeye kalkışıyorsanız eğer bunun ne detayına, ne karakter analizine inebilirsiniz, çekerken de kurgularken de yeterli ehemmiyeti gösteremezsiniz. Bir dizi yapıyorsanız, önce hikâyenin ve karakterlerinin bir rengi olmalıdır. Bunların hiçbirisi artık göz önünde bulundurulmuyor. Haftalık bir dizi çekiyorsunuz ve yedi gün içerisinde yeni bölümü yetiştirmek zorundasınız. Bu atmosferde ne kadar iyi olabilir ki işler? Dizilerin beşinci, altıncı bölümünden sonra oyuncuların göz altlarına bir bakın, yorgunluktan ölüyorlar ama bir sözleşme imzaladıkları için o sözleşmenin maddelerini yerine getirmeye çalışan insanlar haline geliyorlar.

-Sizi dizilerden uzak tutan neden bu mu?
Tabii ki budur. Ve senin üzerine o sette çalışan iki yüz kişinin sorumluluğunu vermesidir. Oyuncu dediğin zaman ekranda görünen adamdır. Onun sorumluluğu çok yüksektir çünkü arkasında iki yüz kişi vardır. Bu çalışma şartları altında da iki yüz kişinin sorumluluğunu alacak güçte bir adam değilim ben. Daha doğrusu o kadar hayalperest bir adam değilim. Daha öyküye gelmedim bile farkındaysan, iyi öykü yok. Çünkü anlatmamızı engelleyen bir takım sansür mekanizmalarımız var daha oluşturma safhasından itibaren.

-Tatbikat sahnesini bir yıl evvel Ankara’da kurdunuz. Nedir Tatbikat’ın felsefesi?
Tatbikat’ın felsefesinin tek bir cümlesi var; nitelikli sanat beğenisini geliştirmek. Erdal Beşikçioğlu’nun beğendiği kriterlerde işler yapmaktır. Şimdilik budur. Bugünkü hayalimi bundan on beş yıl evvel beraber yürüdüğüm İlham Yazar, Cem Emüler, Ercan Eker ve Elvin’e (Beşikçioğlu) anlattığım zaman bunun bir “ütopya” olduğunu söyleyip bana güldüler, şimdi geldiğimiz nokta o dönem anlattığım yer. Bundan sonra hayal ettiğim şeyler için mücadele edeceğim. Asıl hedefimiz buranın bir ekol haline gelmesidir. Eğer biz nitelikli sanat beğenisini becerebilirsek, bizden sonra gelecek olan kuşaklar da bunları devam ettirebilirse kimse yıkamaz bu tiyatroyu. Tiyatroyu kuran adam öldükten sonra da devam eder.

-İstanbul’da iki sahneli bir Tatbikat açtınız geçen ay. Neden tiyatro eksikliği çeken başka iller değil de İstanbul? Bahsettiğiniz hedeflere daha iyi hizmet etmez miydi farklı bir şehir?
Neden Trabzon, Diyarbakır, Artvin değil diyorsun? Doğru ama sebebi şu; sen İstanbul’da her an bir firma gibi olmazsan sponsorlar seninle ilgilenmiyorlar. Sponsorlar işin niteliğine ve niceliğine bakmıyor, ne kadar kişiye ulaşmış ona bakıyor. Buradan elde edilen maliyetle Ankara’daki prodüksiyonların bir şekilde vitrin olarak İstanbul’da sunulmasıdır aslında. Burada oyunlar oynanacak, oyunlar üretilecek ve hepsi İzmir’e, Trabzon’a, Samsun’a, Hakkari’ye turneye gidecek.

-Neler izliyoruz ve izlemeye devam edeceğiz Tatbikat’ta?
Repertumarında Sartre’ın Mezarsız Ölüleri var, devletin sanat üzerindeki baskısını çok tatlı bir dille anlatan Marquis de Sade devam edecek ve Ankara’nın en önemli sahne adamlarından birini (Durukan Ordu) seyretme şansı verecek İstanbullu izleyiciye. Nihal Yalçın’ın Antabus’u bu ayın 24’ünde seyirciyle buluşacak ve önümüzdeki sezon devam edecek. Bir Delinin Hatıra Defterini benim ayaklarım yere bastığı sürece oynamaya devam edeceğim. Woyzeck Masalı devam edecek.

-Yönettiğiniz veya oynadığınız oyunları neye göre belirliyorsunuz? Bir mesaj kaygısı oluyor mu?
Oyunlarımı ben belirlemiyorum, oyunlarımı bu ülkeyi yöneten idareciler seçiyor. (gülüyor)

-İki yıldır Türkiye bir süreç geçiriyor. Bugün nasıl bir Türkiye görüyorsunuz?
Biraz daha kaotik bir hale dönüştüğümüzü, artık insanların anlaşılamaz bir hale geldiği bir Türkiye görmeye başladım. Hepimiz Türkçe konuşuyoruz ama her şeyi istediğimiz gibi anlıyoruz. Noktalamaların yerinde yapılması gerekiyor yoksa o cümlelerin hiçbirini anlayamayız.

-7 Haziran Genel Seçimi’ne yaklaşıyoruz. Nasıl bir seçim dönemi bekliyor Türkiye’yi?
Çok enteresan bir şey ile karşılaştık; TRT’de başlayan bir dizi var Milat diye, dizinin birinci bölümünde elektrik kesinti-
leri ile ilgili bir kısım vardı. Dizi yayınlanmadan üç gün önce Türkiye genelinde elektrikler kesildi. Şimdi ben şunu düşünüyorum: Bir dizinin ilk bölümü çıkarken bir senaryo yazım, çekim, kurgu süreci vardır ki bu da yirmi beş gün demektir. İnsanın aklına şu geliyor; yirmi beş gün önceden böyle bir şeyin olabileceğini tahmin etmek mi, yoksa bunun olacağı o sürede zaten bilmek mi? Bu tür şeyler insanın aklını bayağı bir kurcalıyor, o yüzden seçimlerde ne olabileceğini bize zaten Fuat Avni söylüyor. (gülüyor)


-Geçen günlerde kısa süreliğine Facebook, Youtube ve Twitter’a erişim engellendi. Sizce Türkiye’de yasaklara karşı bir “normalleşme” sürecine mi girildi?
Korkunç buluyorum bunu. Alışmaya başlandığını düşünmüyorum. Artık gülünüyor. “Bu kadar da yapılmaz” denilen
her şey yapılınca insanı bir süre sonra bir gülme hali alıyor. İnsanların haberleşme hakkı nasıl ellerinden alınabilir ki? Bu ülkede yaşayan herkes başka bir eğilimdedir ve olmalıdır da. Bu insanlar karşıt görüşlerdeki kişilerle konuşmak ve iletişime geçmek zorundalar. Siz bu yasakları koymaya başladığınız sürece bunların hepsi eyleme dönüşür ki bu da en istemediğimiz şeydir.