Tamamen rant odaklı yaklaşımla yapılan değişiklikler, imar ve şehircilik alanında büyük bir tahribata neden oldu. Olası iktidar değişikliğinde yapılması gereken işlerin en başında, imar ve şehircilik reformu yer alıyor.

Şehircilik ve imar reformu
Fotoğraf: BirGün

Tayfun KAHRAMAN, Dr. Öğr. Üyesi
Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).

Türkiye’de imar ve şehircilik alanında her gün yeni bir sorunla karşılaşıyoruz ve kendimizi yeni bir çıkmazda buluyoruz. Yapılan kanun değişiklikleri ve torba kanunlarla yamalı bohçaya dönen imar mevzuatı ve uygulamaları, içinde olduğumuz çıkmazları daha da derinleştiriyor. Bu çıkmazlardan kurtulmak, yaşanılır bir memleket ve kentler inşa etmek için köklü bir reforma ihtiyacımız olduğu inkâr edilemez bir gerçek.

Yerel yönetim deneyimiyle iktidara gelen AKP, son 20 yılda her alanda yasal ve yönetsel çerçeveyle oynamak için mevzuatı kendi yararına dönüştürdü. Bu dönüşümden imar mevzuatı ve şehircilik düzenlemeleri de nasibini aldı. Bugün, hep birlikte yaşadığımız gerçekler ortada. Tamamen rant odaklı ve faydacı bir yaklaşımla yapılan değişiklikler, imar ve şehircilik alanında büyük bir tahribata neden oldu. Tahribatın büyüklüğünü ve yarattığı etkiyi, her geçen gün yenileriyle karşılaştığımız çevresel sorunlarla ya da hayatlarımızı tehdit eden afetlerle tecrübe ediyoruz.

‘FAYDACI’ MÜDAHALELER

Elbette ki mevzuatta yaşanan bu tahribat uygulamalara da yansıyor. Böylece bilimsel ve teknik verinin yerini faydacı bakış aldığında, ortaya sonuçları öngörülebilir pek çok sorun çıkarıyor. Kentleşmeyi ve yapılaşmayı sadece üretilen rant değeri üzerinden okuyan iktidar, kentlerimizi hoyrat, vahşi ve bilimsellikten uzak eller ile baş başa bırakıyor. Bu yaklaşım sonucunda, yaşanan sorunlara ancak sadece pansuman yapılıyor. Gelinen noktada, kalıcı ve temel çözümler üretilmektense yapılan pansumanlar, kentlerimizde açılan yaraları, sorunları daha da kalıcı hale getiriyor; yaralar hastalık haline geliyor.

Kümülatif olarak, son 20 yılda iktidarın bu faydacı müdahaleleri sonucunda kentleşme sorunu her geçen gün daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı. Bu nedenle, olası iktidar değişikliğinde yapılması gereken işlerin en başında imar ve şehircilik reformu yer alıyor. Çünkü konut sorununa, afetlere, kentsel dönüşüme, planlamaya, kentleşmeye ve yapılaşmaya dair gerçekçi ve bilimsel bir yaklaşımı inşa etmek üzere tüm mevzuatı yeniden ele alarak, gerekli düzenlemelerin yapılması artık acil bir ihtiyaç. TBMM’deki çoğunluğun değişimiyle birlikte, yasa yapıcıların önünde imar ve şehircilikte köklü bir reform yapma görevi olacak.

KÖKLÜ BİR DEĞİŞİM

Sağlıklı bir kentleşme ve mekânsal adaletin sağlanması için önümüzde büyük bir görev ve tüm yurttaşlara düşen sorumluluklar var. Bu görev ve sorumluluk, bir revizyonu değil, köklü bir değişimi işaret ediyor. Kalıcı ve gerçekçi bir adım atmak ancak köklü bir reform ile mümkün. Örneğin seller, depremler gibi yaşamı tehdit eden doğal afetlere karşı, pansuman değil, kalıcı çözümler üretmek gerekiyor. Yaşadığımız sorunlar karşısında, inşaat sektörünü besleyerek büyüme odaklı pratikleri terk ederek yurttaşlarımızın sağlıklı konuta erişimini sağlamak gerekiyor. Aynı şekilde ‘afet risklerini tespit edeceğiz’ diyerek kaçak yapıları affetmektense, riskli yapıları tespit ederek onlara zaman kaybetmeden müdahale etmek gerekiyor. Elbette, imar mevzuatında yapılacakların listesi bunlarla sınırlı değil. 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunu ve uygulamalarını da masaya yatırmalıyız. Bugün İstanbul’da Tokatköy, Fikirtepe, Tozkoparan ve daha birçok örnekte, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri’yle riskli alan ilan edilerek yapılan ve polis zoruyla gerçekleştirilen, sakinlerinin kriminalize edilerek şiddete maruz bırakıldığı kentsel dönüşüm uygulamalarını terk ederek; uzlaşı ve ortaklaşmaya dayanan, riski ortadan kaldırma amaçlı kentsel dönüşüm politikalarının alt yapısını kurgulamalıyız.

Ülkemiz kıyılarını tehdit eden ve kıyı alanlarının kamunun kullanımına ayrılması ilkesini ortadan kaldıran yoğun yapılaşmalara karşı kıyı alanlarını yeniden kamuya vermeliyiz. Özellikle, Kıyı Kanunu’nda yer alan ve kıyılarımızı yoğun yapılaşmaya açan ‘kruvaziyer liman’ tanımını ve Turizm Teşvik Kanunu’nu baştan ele alarak kıyılarımızı tüm yurttaşların serbest kullanımına açmalıyız.

Sosyal, hukuk devleti olmanın birincil öncelikli koşullarından biri olan herkesin sağlıklı konuta erişim hakkını sağlamalı ve konut sorununu kökten çözmek üzere Toplu Konut Kanunu’nu yeniden düzenlemeliyiz. Üst sınıflar için yeni konutlar üretmektense sosyal konut üretimine ve kiralık konuta ağırlık vermeli, mevcut konut stokunu elden geçirerek sağlıklı konut çevreleri yaratmanın hukuki altyapısını oluşturmalıyız.

Kültür varlıklarımızı, tarihi ve doğal sit alanları ile tabiat varlıklarımızı gerçek anlamda muhafaza etmek üzere Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda kapsamlı değişiklikler yapmalıyız. Sit alanlarını, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarını tehdit eden 5366 Sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun gibi yasal düzenlemeleri kaldırmalı, koruma kurallarını yeniden yapılandırmalı, koruma için gerekli kaynağı yaratacağımız düzenlemelere ve teşvike öncelik vermeliyiz.

Öte taraftan ekolojik felaketlere yol açan madencilik, enerji üretimi gibi faaliyetlere karşı, sadece sermayedarlara yatırım imkânı sunmak üzere yapılan, bağlayıcı olmayan, keyfi ÇED uygulamalarını terk ederek Çevre Kanunu’nu revize etmeliyiz. Projelerde ÇED yanında Sosyal Etki Değerlendirmesi’ni zorunlu hale getirmeli, etki değerlendirme ile uygulamaların sonuçlarının takip ve denetimini yasal olarak garanti altına almalıyız.

Planlama başlığına gelirsek, imar planları yapma ve onama süreçleri ve plan değişikliğinde keyfi ve rant odaklı yaklaşımları, ayrıcalıklı imar düzenlemelerini terk etmeli, planlamada katılım ve kamusal faydayı öne çıkarmalıyız. Yapılacak yasal düzenlemeler ile plan hiyerarşisini yeniden hayata geçirmeli, bölge ve ülke planlaması gibi unutulan kavramları tekrar yürürlüğe koymalıyız. Bölge ve ülke planları ile sektörel gelişme ve bölgesel gelişme farklarını azaltmak üzere bu planları hazırlayan ve uygulamasını denetleyen Devlet Planlama Teşkilatı’nı yeniden kurmalıyız.

YEREL GÜÇLENDİRİLMELİ

Diğer taraftan, yerel yönetimlerin yetkilerini gasp eden bakanlıklara karşı yerel yönetimleri güçlendirmek, bakanlıkların düzenleme ve denetleme işlevlerine geri dönmesini sağlamak bir başka gerekliliktir. Kurumlar arası rekabet ve yetki gaspındansa; eşgüdüm ve işbirliğini güçlendiren, kamu yararını önceleyen ve yerinden yönetim ilkesini gözeten bir yönetim yapısına ihtiyacımız var. Bunun için bakanlıkların teşkilat yasalarını yeniden ele almalı, merkezi yönetimin uygulamada yerel yönetimlerle işbirliğini zorunlu hale getirmeliyiz. Bugün, Türkiye Emlak Bürosu ve Türkiye İmar Müdürlüğü gibi çalışan Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın asıl görevi olan denetim ve düzenlemeye geri dönmesini sağlamalıyız.

Tabii tüm bu yasal düzenlemeler ile uygulamalara kaynak yaratmak ve ortaya çıkan rantın yani parasal değerin kamuya dönmesini sağlamak amacıyla vergilendirme sistemini yeniden düzenlemek kaçınılmaz olacaktır.

Bugün Türkiye kentlerinin en acil gereksinimi, kamusal yararı öne çıkaran, teknik ve bilimsel ilkelerle uyumlu, planlama ve şehircilik esaslarını gözeten, kurumlar arası işbirliği ve eşgüdümü sağlayan, katılımcı, erişilebilir ve en önemlisi insan odaklı bir imar ve şehircilik politikası ortaya koymaktır. Bu nedenle, yeni bir politika inşa ederken kentleşme ve yapılaşmanın anayasası olan İmar Kanunu’ndan başlayarak ilgili tüm mevzuatı içeren bir reforma ihtiyacımız var. Böylece, kentleşme politikamızı ve ekolojiye yaklaşımımızı AKP iktidarının kurduğu rant odaklı çerçeveden, insan ve doğa odaklı bir çerçeveye dönüştürebiliriz.

İmar ve şehircilik reformu ile yapacağımız yasal ve yönetsel değişimler; sağlıklı kentleşmeden altyapı sorunlarına, afetlere karşı kırılgan yapı stokundan konut sorununa, mekânsal ayrışmadan birlikte yaşamı savunan kentlere kadar özlemini duyduğumuz yaşama ulaşmamızı sağlayacaktır.

Kabul etmeliyiz ki bugüne kadar yaşadığımız tahribatı onarmak, ezberleri ters yüz ederek bireysel değil kamusal faydayı sağlayan bir kentleşme politikasına geçmek kolay olmayacak. Fakat yasal çerçeveden başlayarak uygulamaya doğru genişleyecek imar ve şehircilik reformu, sonuçları gördükçe başarıya ulaşacak, kentlerimiz için yeni bir sayfa açarken kentliler için umut olacaktır.

Bir gazete makalesine sığdırılabilenler bu kadar. Tabii ki kamulaştırmadan Gecekondu Kanunu’na, Kat Mülkiyetinden Kamu İhale Kanunu’na kadar düzenlenmesi gereken birçok kanun ve yönetmelik var. Fakat onlar bir başka çalışmamın konusu olacaklar. Burada kapatılmış olmanın yarattığı koşullarda zamanımı hepimiz için, geleceğimiz için imar ve şehircilik reformuna konu olacak tüm değişiklik ve düzenlemeleri çalışmaya ayırdım. Umuyorum ki, bu çalışmaları da en kısa sürede tüm Gezi Rehineleri’nin tahliye olması sonrasında dışarıda, sizlerin arasında, çalışma arkadaşlarım, yoldaşlarım, meslektaşım ve eşim Meriç ile aynı masada tamamlarım.