Füsun Çetinel benzerliklerimizi daha net görebilelim diye kentle köy, yetişkinle çocuk, renkle renksizlik arasında bir pencere açıyor. Bu pencereden ‘görünenlerle’ Aziz’in öyküsünü hem anlatıyor hem de hissettiriyor

Şehirlerde korkuyoruz birbirimizden

OĞUZCAN ÇAĞAN

Füsun Çetinel, "Gençleri marjinal olmakla suçluyoruz ama marjinallik, beraberinde farklı olana hoşgörüyü ve saygıyı getiriyorsa, bırakalım olsunlar. Çocuklar ve gençler, etiketlerle bizim dert ettiğimiz kadar ilgilenmiyorlar aslında" diyor. Çetinel ile yeni kitabını konuştuk.

  • Küçük Pis Yeşil Böcek doğrudan doğruya olmasa da satır aralarında bir canlıyı, bir insanı tanımaya çalışmanın her iki tarafın da hayatında yeni bir kapı açacağını söylüyor. Bir kişinin veya canlının isminin öğrenildiği ilk anda mı yabancılığın getirdiği buğu dağılmaya başlıyor?

Kedimiz doğurduğunda yavrulardan hiçbirine isim koymak istememiştik. Koysaydık, eminim ki başkalarına veremezdik onları. Aynı şey bütün canlılar için geçerli. Bebeğini evlatlık vermek isteyen annelerin birçoğu isim koyamazlar. İsim; sahiplenme duygusunu getiriyor beraberinde; canlıyı bize özel kılıyor. İsim ayrıca bize; ismin sahibi ve ailesi hakkında hazır bilgiler de sunuyor; sosyal ve ekonomik durumu, eğitimi, inançları, memleketi… İşte tüm bunlardan yola çıkarak; yabancılığın getirdiği buğu, ismin öğrenildiği anda dağılıyor diyebiliriz rahatlıkla.

  • Aziz, şehirdeki insanların büyük bölümünün şehrin onları sürüklediği bir renksizliğe sahip olduklarını fark ediyor birçok anda. Aziz, arkadaşlarını bir kenara ayırırsak, en çok geride bıraktığı o renkleri mi özlüyor?

Betonun aksine, doğanın renkleri değişkendir, sürprizlidir. Güneş ışınlarının yapraklarda, dağlarda, taşlarda bıraktığı renklerin bir ânı bir ânına uymaz. Bu cümbüşü özlüyor Aziz. Köydeki boşluğu özlüyor; gerek coğrafya gerek zaman bağlamında, hayatın akışındaki boşluk, gözünün alabildiğine uzanan boşluk. Çevresindekilerle tanışık olma halini, onaylanmayı, insan yerine konmayı özlüyor.

  • Vagonda yaşananlardan hareketle sormak isterim: En küçük farklılık veya yabancılık şehir yaşamında -çoğu zaman- korkulacak ve tepki gösterilecek bir sebebe mi dönüşüyor dersiniz?

Şehirlerde daha çok korkuyoruz birbirimizden. Çok fazlayız, çok kalabalığız, birbirimizi tanımıyoruz. Durakta veya peronda unutulmuş bir çanta bombanın habercisi olabildiği gibi, üstü başı dökük bir evsiz, çalma ya da öldürme potansiyeli taşıyabiliyor biz şehirliler için. Giyim kodumuz, alışkanlıklarımız, kalın duvarlarımız var maalesef. Farklı olmamak, yabancı kalmamak için elimizden geleni yapıyoruz. Bunun sonucunda da bir örnek robotlara dönüşüyoruz.

  • Aziz ve gençler arasında kurulan dayanışmayı nasıl yorumlamalı? Kent ve kırsal denildiğinde akla gelebilecek farklılıklar, gençler ve çocuklar arasında daha mı hızlı kapanıyor?

İster köyden isterse şehirden gelsin, çocukların ve gençlerin baş etmesi gereken sorun hep aynı; güçlünün elindeki otorite. Savaşmak zorunda olduğunuz şey ortaksa, kuvvet kazanabilmek için birlik olmalısınız. Gençleri marjinal olmakla suçluyoruz ama marjinallik, beraberinde farklı olana hoşgörüyü ve saygıyı getiriyorsa, bırakalım olsunlar. Çocuklar ve gençler, etiketlerle bizim dert ettiğimiz kadar ilgilenmiyorlar aslında.

  • Gencin ve çocuğun sesinin -haklı da olsa- bir yetişkin sesinin karşısında kısık mı olması bekleniyor dersiniz? Gençler ve çocuklar, bir yetişkin karşısında sesini korumaya çalışırken daha ürkek mi yetişiyor?sehirlerde-korkuyoruz-birbirimizden-664306-1.

Çocuk haklarının 30. yılının kutlaması dolayısıyla İsveç Konsolosluğu’nda düzenlenen panelde, tam da bahsettiğiniz şeydi ana tema. Çocuğun; sesini koruması, kendisine yapılan şiddeti, tacizi veya haksızlığı dile getirme hakkının olması için anayasa çalışmaları yapılıyor. Kabul etsek de etmesek de devir değişti. Bir çocuk, kendi ana babasını, dayak yediği için mahkemeye şikâyet edebilecek pek yakında. Bir canlı bizden daha küçük veya güçsüz diye ona istediğimizi yapamayız. Şu sıralar gündemi kaplayan kadın cinayetlerini ve çocuk tacizini düşünürsek, çocukların sesini kısmaya çalışmanın ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini gayet açık görüyoruz.

  • Kitap boyunca yeşil böcek aslında bir metafora da dönüşüyor yanılmıyorsam. Yeşil böcek, rengiyle şehrin kaybolan parklarını, bahçelerini, ağaçlarını ve yeşillerini mi hatırlatmak istiyor?

Maltepe-Kadıköy arasındaki metro hattında yolculuk yaparken; gerçekten de bir kadının ceketindeki yeşil böceği fark edip, elime aldım. Yolcuların birbirinden ilginç yorumlarıyla; kimi kapıdan atmamı önerdi, kimi öldürmemi. İnatla son durağa kadar taşıdım. Benim çabalarıma şahit olan yolculardan bir adam sigara kutusunu boşaltıp böceği içine koymam için bana uzattı. Benim böceği kurtarma inadım bir kırılma noktasıydı. Diğerleri de katıldı bize ve vagondaki herkes artık böceğin kurtarılma macerasının bir parçası olmuştu. Son durakta, yeşil böceği hep birlikte küçük bir parkta doğaya kavuşturduk. Hikâye ayağıma geldi anlayacağınız. Bir zamanlar Yesemek’te rastlayıp sohbet ettiğim Aziz’i romana kahraman yapmak, onu şehre getirmek, işin kurgusal yanıydı. Franz Kafka’nın Dönüşüm romanı, aklıma otoriteyi, babayı, devleti, güçsüzün ezilmesini, güçlünün zorbalığını getirdi. Böceğin yeşil olması, parkların ve ağaçların; otorite saydığımız devlet ve kapitalist sistem tarafından yok edilmesi, ezilmesi metni çok güzel tamamladı.

  • Küçük Pis Yeşil Böcek son derece lezzetli bir kitap ve bunda çizimlerin de oldukça etkili olduğunu düşünüyorum. Metniniz ve Yusuf Tansu Özel’in metne tat katan çizimleri nasıl buluştu?

Yazar-çizer birlikteliği yayınevinden yayınevine farklılıklar gösterir. Günışığı Kitaplığı’nın işleyişinde, ben metni yayınevine teslim ederim, değerli editörüm Müren Beykan uygun çizer arayışına girer. Ancak desenler çalışıldıktan çok sonra görürüm çizimleri. Zaten yazarın da -eğer metin güçlüyse- çizimlere müdahale etmesine gerek yoktur. Sanat yönlendirilemez. Yusuf Tansu Özel’in Küçük Pis Yeşil Böcek çizimlerini ilk gördüğümde hayalimdeki Aziz’i bu kadar net çizebilmiş olmasına hem şaşırdım hem de şapka çıkardım.