İstanbul’un kenar semtlerinden yıllarca dışarı çıkamayan ve kentin olanaklarından faydalanamayan kadınlar var. Bağcılar’daki bir konfeksiyon atölyesinde çalışan bir kadın, “Bodrumdan çıkıp, bodruma geliyorum” diyor.

Şehrin ışıklarından uzak kalan hayatlar

Filiz GAZİ

Medya eliyle deniz görmeyen çocuklar dönem dönem hatırlatılır. Örneklem olarak seçilen çocuk, vapur turuna çıkartılarak denizle tanıştırılır, birkaç kare fotoğraftan sonra da alındığı yere bırakılır. Çocuğun ailesi, geri kalan hayatı ise detay olarak kalır. Diğer taraftan milyonların yaşamaya çalıştığı İstanbul’un görsel şöleninden, kimi nimetlerinden; kıyıda yaşayan, kentsel sahneleri dışardan izleyen, yaşadığı muhitten hemen hemen hiç çıkmayan kadınlar ne kadar faydalanabiliyor?

Bağcılar’da bir mağazada çalışan 23 yaşındaki Fadime Demiröz’le çalıştığı mağazanın önünde sigarasını içerken konuşuyoruz. 16 yaşından beri çalıştığını söylüyor. Kadıköy, Ortaköy, Taksim gibi bildik yerlere en son ne zaman gittiğini soruyorum. Önce düşünüyor. “Seneler önce. En fazla iki ya da üç defa buradan dışarı çıkmışımdır. Doğma büyüme buralıyım. En son erkek arkadaşımın kattığı parayla gittik. Yol parası çok tutmuyor, metroya biniyorsun zaten. Yeme içme konusunda kendimizi o kadar sıkmışız ki artık, döndüğümüzde evde yeriz demiştik” diyerek yanıt veriyor.

Fadime, bakımlı bir kadın. Bu anlamda kategorik, imaja dayalı yorumları bir anda yok ediyor.

“Haftanın 6 günü çalışıyorum, bir gün izinliyim. Onda da evde vakit geçiriyorum. Burada 12- 13 saat ayakta duruyoruz. Hiçbir şekilde oturma yok. Hani bilmiyorum, Bağcılar diye mi böyle? Fakir, zengini görünce, gözü kalır gibi olur ya… Ben, bizim yapamadığımız, onların yapabildiği şey nedir diye düşünüyorum.”

“Burası mı, orası mı desen, çoğu şey aynı fiyatta değil. Burada 1 TL olan su, orda 4 TL. Nasıl desem, orası niye farklı, burası niye farklı, onu anlamış değilim. Birikim yapmak istiyorum ama asgari ücrette çalışıyorum. Sigortam zaten yok. Babam 4 bin 500 TL maaş alıyor. Kardeşim işten çıkarıldı. Hiçbir şekilde geçim olmuyor. Kendi geleceğimi mi düşüneyim, ailemin geleceğini mi düşüneyim? Öyle olunca, lisedeyken okulu bıraktım.”

sehrin-isiklarindan-uzak-kalan-hayatlar-959715-1.

BİR KERE GİTMİŞTİM

Mizgin Yaşar, Bağcılar’daki bir konfeksiyon atölyesinde 7 yıldır, sabah 08.00 akşam 20.00 arasında çalışıyor. Bodrum kattaki konfeksiyonda görebildiğim kadarıyla tek kadın. Önce erkek patronuyla konuşuyorum. Yanındaki genç kadına, “Konuşabilirsin” diyor. Çekincesinin devam ettiğini görünce de ekliyor: “Konuş konuş, yemez seni, rahat ol!”

Mizgin, 25 yaşında olduğunu söylese de inandırıcı değil. Çok daha küçük duruyor. Vakit kısa, üst üste sorular soruyorum. Merdiven başındayız, atölye desen, karanlık bir çukur... Yaşanması zor gördüğüm şeylerin hiçbiri onun için eziyet değil. Durumuna ilişkin bir farkındalığı yok. “Burada sıkılmıyor musun?” sorumu garipsiyor.

Peki, Taksim, Kadıköy gibi bildik yerlere en son ne zaman gitti?

“Haftanın 5 günü çalışıyorum, geri kalan iki günde harçlığımı çıkarmak için günlüğe gidiyorum. Yok abla, gitmedim. Bir kere Bakırköy’e gitmiştim. Deniz… Sevmiyorum, yüzme bilmiyorum daha doğrusu. 3 bin 600 TL para alıyorum, kira, elektrik derken para kalmıyor. Telefonun da taksiti var, o yüzden kenara para koyamıyorum. Sıkılmıyorum abla, 7 sene oldu. Alıştım artık. Sevdiğim olmadığı için, hayalim de yok.” Yine Bağcılar’da başka bir binanın bodrum katına iniyorum. Ortalık toz duman. Orada da erkek patrona derdimi anlatıyorum. Öğle arası, içerdeki çay ocağını gösteriyor. İçerde 6 kadın var. Sabah 08.00, akşam 19.00 arası çalışıyorlar. Cumartesi öğleden sonra paydos. Konuşurken rahat değiller, içlerinden bir kadın her sözün sonuna “İyiyiz, istesek gideriz, burada rahatız” gibi ifadeler ekliyor. Ona rağmen konuşmaya çalışıyoruz.

sehrin-isiklarindan-uzak-kalan-hayatlar-959714-1.

BODRUMDAN BODRUMA

Gülşen Karakuş 30 yaşında. 17 yıldır aynı konfeksiyonda çalışıyor. “Çok uzun süre” deyince, “Mecburum, aileme bakmak zorundayım” ifadesini kullanıyor:

“Ne zaman gittim? Hatırlamıyorum. (Gülüyor) Güneşi görmüyoruz, tabii ki de sıkıntı. Tozun pisliğin içinde çalışıyoruz. Yazın yine daha iyi, kışın kötü.”

Bir kadın “koronovirüsten önce”, diğeri yazın Bağcılar’dan dışarı çıktığını, gezdiğini anlatıyor. Öbürü depresyon hastası olduğunu söylüyor: “Eşim gezme sevmiyor ama temiz hava bana iyi geliyor. Bana diyorlar ki, nerede oturuyorsun, ‘bodrumda’ diyorum. Bodrumdan çıkıp, bodruma geliyorum. Gezmeye tozmaya vakit yok.”

Her söze müdahale eden kadına dönmek zorunda kalıyorum. “Konuşsak da faydası olmayacak. Sanki boş konuşmak gibi… Tek bizlik bir şey değil, böyle kaç milyon kadın var” dediğinde, “Yani hiç konuşulmasın mı?” diyorum. Konuyu tebessüm ederek geçiştiriyoruz. İkimiz de haklıyız.

Neoliberal ekonomi ile geleneksel sektörlerde ücretsiz olarak çalışan kadınlar; imalat sanayinde ve hizmetlerde de çalışmaya başladı. Kadınlar bu alanlarda da güvencesiz, kayıt dışı, esnek ve geçici istihdam alanlarının sömürü kaynağı haline geldi. Konuştuğum kadınların yaşamına kitle örgütlerinin, partilerin, kadın hareketinin temas etmesi kolay değil. Siyasi tercihlerine ise konu hiç gelmedi, kaldı ki hayati meselelerin politik var oluşa taşınması gerektiği bilincine henüz erişmiş değiller. TÜİK’e göre “Ev işleriyle meşgul” olduğu için işgücüne katılmayan 10,1 milyon ev kadını var. Bu kadınlara ulaşmak daha da zor…

sehrin-isiklarindan-uzak-kalan-hayatlar-959712-1.
Necla Akgökçe

DERT EDEN YOK

Necla Akgökçe, bir dönem Petrol-İş Kadın Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Mesleği gazetecilik olan ve uzun yıllar feminist hareket içinde yer alan Akgökçe, şimdilerde “Kadın İşçi” sitesinin editörü. Akgökçe şöyle konuşuyor: “Kadınlar dışa açıldığı oranda özgürleşebilir. Sosyal demokrat belediyeler de dahil olmak üzere, kentin çeperinden yaşayan kadınları dert eden yok. Bir de hemen her iktidar biçiminin karar alma mekanizmaları erkeklerin elinde. Programları yapanlar da erkek. Akıllarına dahi gelmiyor böyle bir problem olduğu. Bahsettiğiniz kadınlar, yönetim kadrolarında olan kadınların dahi aklına gelmiyor. O kadar vahim ki durum…”

Akgökçe, konfeksiyonlarda ve ev içinde yaşayan kadınların durumunu “Başka bir hayat olacağını düşünecek halleri de kalmamış vaziyette” diyerek tanımlıyor: “Bir diğer sorun, gittiğiniz mahallelerdeki konfeksiyon atölyelerinde sendika da yok. Sendikalar aman aman bir şeyler yapıyor demek istemiyorum ama en azından ekonomik olarak haklarını farkında olabilirlerdi. O da yok. Hem kötü koşullarda hem de uzun saatte çalışıyorlar. Çalışma bittikten sonra harıl harıl eve koşuyorlar, evlerde de çalışmaya devam ediyorlar.”

Akgökçe’ye, milyonlarca kadın için siyasetin ne yapması gerektiğini sorduğumda ise şunları dile getiriyor: “Siyasetin merkezlerden Ankara’da Kızılay’dan, İstanbul’da Cihangir’den çıkması gerek. Kadın üzerinde çalışan STK’lar alınan fonlar üzerine iş yaptıkları için revaçta olan konular üzerine çalışıyorlar. Bütünü ile kendi kaderine terk edilmiş bir kesim kadın var.”

TEKTİP, YALNIZ VE HER ŞEYE UZAK KALANLAR

“Ara’da Kalmak, Çeperde Yaşamak” kitabının yazarı olan ve KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde çalışan Funda Cantek, “Bu meselenin sınıfsal bir boyutu var” hatırlatmasını yaparak, anlatmaya başlıyor: “Çeperde olan kadınların çalışma saatleri çok daha yorucu. Eve gittiklerinde de devam ediyor bu çalışma. Bakım hizmetleri ve duygusal emekte kadınlar çok daha fazla sömürülüyorlar. Anne- baba bakımı, hasta bakımı, çocuk bakımı, yaşlı bakımı… Dışarıdaki işler de onlara havale edilebiliyor. Vergiyi sen öde, teyzeni doktora götür, ucuz yer biliyorsun, alışveriş sen yap gibi… İş dışında kalan vakitlerde de katmerli sömürülerine devam ediliyor. Tüm bunlardan dolayı da şehir merkezi ile ilişkileri daha zayıf.”

Cantek’e kentsel dönüşümün bir sonucu olan, şehrin dışındaki TOKİ’lerin kadınlar açısından sonucunu soruyorum. “Hemşerilik, inanç” gibi bağlarla oluşturulan homojen yapıdaki mahallelerin, olumlu ve olumsuz yönlerini ortaya koyarak, şu tespitleri paylaşıyor: “Dindar muhafazakârlıkla örülmüş semtlerde kadınlar hem baskılanıyor hem de bir anlamda orada daha güvende hissediyorlar. O güvenli sulardan çıktığı anda, başına ne geleceğini bilmiyor. Kadınların şehirle ilgili güven problemi de var. Keşmekeş, korkunç trafik, insan kalabalığı, taciz… Bu korkular popüler kültür ve medya aracılığıyla da besleniyor.”

sehrin-isiklarindan-uzak-kalan-hayatlar-959713-1.
Funda Cantek

“TOKİ’lere geçildikten sonra bazı konforlar sağlandı; sıcak su, ısınma gibi ama öbür yandan komşuluk dağıtıldı. Bir de üstüne evleri ellerinden çıktığı için borçlandırıldılar. Kadınların ekstra gelir getirmeleri gerekti. Temizliğe gitme, çama çime gitmek gibi… (Refüjlere, otoban kenarlarına çiçek diken kadınların bu işe verdikleri ad, BirGün) Fabrikalarda parça başı iş almaya başladılar. ‘Bu şirket senin üzerinden ucuz emek çalıştırıyor, vergi kaçırıyor, sosyal güvencen yok, emeklilik hakkın olmuyor’ dediğinizde, ‘Bu iş de olmasa ben evin içinde ne yapacağım’ diyorlar.

YALNIZ HALDELER

“TOKİ’lerde heterojen bir yapı var. Bundan kaynaklı gerginlikler de yaşanıyor. Çamaşırları astın çok çirkin, kapının önüne ayakkabıları bıraktın, Ramazan’da şunu yaptın gibi… Halı yıkamak istiyor bahçede, yönetim izin vermiyor. Hayatı ucuzlaştıran, kolaylaştıran alışkanlıklar TOKİ’lerde yapılamıyor. Buralarda yaşayan kadınlar her anlamda yalnızlar. TOKİ’de yaşayan insanların artık hangi şehirde oturduğunun önemi de yok. Kayseri’de de İstanbul’da da şehir merkezini hiç görmeden, tektip, yalnız, karma sosyalliklerden uzak, merkezlerden ve tüm imkânlarından uzak hayatını sürdüren insanlar var.”