Türkiye’de Tokat Sigara Fabrikası gibi nice örnekler, kuruluşun kapatılamayacağı garantisine rağmen kuralın bozulduğu; arsa rantının, kentleşen Anadolu’da ya da büyük şehirlerin çeperinde yaratılan servet eşitsizliğine, sermaye birikimine ve türedi egemen gruplarla otokrat rejimlere kaldıraç olmuş durumda

Şeker fabrikaları neden özelleştirilmemeli?

İskender Özturanlı - Araştırmacı Yazar

Şeker fabrikalarının özelleştirilmesin diyoruz, elbette bunun bir dizi gerekçesi ve haklı karşı çıkış argümanı vardır. Hemen bir tanesini aktarmak isterim. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin yaratacağı, ağır sonuçlarını peş peşe yazdığı yazılarla yakın zamanda, değerli araştırmacı Önder Algedik gazeteduvar.com’da anlattı.

Buna göre, şeker fabrikalarının satışı pancardan üretilen şekerin kotasını azaltarak, şeker pancarı üretiminin azalmasına, onun yerine ise ithal şekerin ve Cargill gibi mısır üzerinden nişasta bazlı şeker üreten dev küresel emperyalist şirketlere yol verecek.

Dahası, Cargill, yakın bir zaman önce devlete yazdığı raporda, Türkiye’deki şeker pancarı üretimini güya verimlilik, rekabet gibi kıstaslara vuruyor, özelleştirmeler sonucunda tarımın verimliliğini artacağını, başka bir raporla da bunu destekleyerek, kendisinin bütün dünyada acımasızca tekelleştirdiği Nişasta Bazlı Şeker(NBŞ) kotalarını artırarak olacağını ilan ediyordu. Raporların bir de cilveli tarafı bütün bunları söylerken şeker fiyatlarının önümüzdeki yıllarda artacağına dair projeksiyonu da rapora iliştirmeyi ihmal etmiyordu.

Elbette, bugün AKP iktidarı vasıtasıyla yoğun bir eşitsizlik, adaletsizlik ve servet transferi ile meydan okuyan bu dönemin cari dengeleri toparlama adına, bir anda, yeniden dört elle sarıldığı, Türkşeker’e ait işletmelerin özelleştirilmesi bahsi esasında, 2000 krizinden sonra IMF ile yapılan stand-by anlaşmalarındaki kredilerin dördüncü diliminin çözülmesinin ön şartı olarak deftere girme bahtsızlığını yaşamıştır.

O dönemden bugüne siyasal iktidarın elinde ha özelleştirildi ha özelleştirilecek diye bu işletmeler, giderek üretici aile sayısının azalmasına yol açan, devletin fabrikalarının yönetimine ve kooperatiflere müdahale ettiği, fabrikaların giderek verimsizliğe hatta işletme zararlarının arttığı bir sürece girdikleri görülmektedir. Aşağıdaki grafikte (ZMO İstanbul Şube Başkanı Sayın Ahmet Atalık’a teşekkür ediyorum) çiftçi sayısının nerdeyse altıda bir azalması ve özellikle 2013 yılından itibaren bu işletmelerde dramatik zarar artışına dikkatinizi çekmek isterim. Önceki yıllarda başa baş gelen rakamlar bir anda 2013’te 251.4 milyon TL’ye, 2014’te 197,0, 2015’te 100, 2016’da ise 76,5 milyon ile toparlanmış görünse de açıkça zarar etmiş veya zarar ettirilmiştir.

seker-fabrikalari-neden-ozellestirilmemeli-443092-1.
Muhalif, özgürlükçü siyaset, eğer hâlâ bu ülkede imkân dahilinde ise şeker fabrikalarını özelleştirmeme gayretlerini, protestolarını sadece süreci akim bırakmak üzerine hedeflememelidir. Bu özelleştirmelere karşı çıkmak, daha iyi bir dünya kurma adına, siyasetin üzerine düşen bir görevdir. Bu, adil ve eşitlikçi kalkınma, servetin ve gelirin yeniden dağılımı için etkin ve anlamlı bir çalışma vesilesi, imkânı ve vaadi taşımak zorundadır.

Neoliberal mantra: “Özelleştirmeyelim de besleyelim mi?”
Bütün bunlar, az çok bilinen gerçekler. Konunun değerli araştırmacıları yazıyorlar. Ben meseleye başka taraflardan bakacağım: Birincisi, özelleştirme bu neoliberal dönemin her derde deva olacağı zannedilen mantrası, bu keskin iman, o dönemler piyasanın mutlak yanılmazlığı doktrini ile, bir dizi siyasetçi, teorisyen, ekonomist vs. ile dallandırılıp budaklanan bu ütopya bugün bir kabusa dönüşmüş durumda. Türkiye’de Tokat Sigara Fabrikası gibi nice örnekler, kuruluşun kapatılamayacağı garantisine rağmen kuralın bozulduğu arsa rantının, kentleşen Anadolu’da ya da büyük şehirlerin çeperinde yaratılan servet eşitsizliğine, sermaye birikimine ve türedi egemen gruplarla otokrat rejimlere kaldıraç olmuş durumda. Sadece bizde değil üstelik bizim gibi başta Rusya, Macaristan gibi ülkelerde kamu eliyle yaratılan veya tahsis edilen servetin yarattığı gölge ekonomi, baskıcı rejimlerin sürdürülebilirliğini sağlayan en önemli aparatlardan birisi.

Ancak sorun burada bitmiyor. Bugüne dek, bizde şeker fabrikaları, sigara fabrikaları ve benzer kuruluşlar Anadolu’nun şehirlerinin çeperlerinde, farklı bir üretim, dağılım ve mübadele döngüsü ile bir kalkınma, refah işlevi taşımak zorunda kaldılar. Başlangıçtaki amaçları ne olursa olsun, işleyiş mekanizmaları tarihte devlet, yerel girişimci grupları veya kooperatifler nasıl değişirse değişsin, son tahlilde sadece ekonomik dengelenme ve telafi sistemi değillerdi. Aynı zamanda sosyal ve kültürel yapının sürdürülmesi adına sigorta işlevi de görüyorlardı. Hatta bugünkü kuşaklar belki hatırlamayabilir ve ama şeker işletmelerinin içinde oldukça muteber kamu okulları ve eğitim kurumları dahi vardı. Elbette işletmeler bir kapitalist döngünün içinde işletiliyor ama korporatist bir eğilimle bugünkü neoliberal acımasızlığın, bireyciliğin ve içe kapanmanın çok daha ilerisinde, alımların yer yer sübvanse edildiği, küçük üretimin ve aile çiftçiliğinin özendirildiği, katılımın dolayısıyla paylaşımın daha etkin olmasına gayret edilen bir yerleşik düzendi aslında bu.
Sonraları, çok sonraları bu sistem verimsizlikle suçlanacak, ülkeyi “çağ atlama” konusunda engellemekten bu düzen sorumlu tutulacak ve bugün oluşan adaletsiz, eşitsizlik, bu bozuşmuş gelir ve servet eşitsizliğinden de bu suçlayıcı neoliberal anlayış sorumlu olacaktı. Kırların tenhalığı, küçük kasabalar ve ikincil şehirlerin tabelalarında yazandan çok daha az nüfuslarıyla, tıpkı ABD’deki model ile otoban ile izole ama tüketim ağırlıklı bir modele geçilecekti. Bu nispi dengenin bozulması, otoyol kenarlarında vasıfsız emek ile kentte yedek işsizler ordusu olma arasında bocalayan bu geniş, genç kitle, devlete muhtaç, devlet iktidarının halkalarında istihdam edilmek ile devletten doğrudan gelir desteği alma arasında çırpınan, güce şiddete meyyal, popülist, faşist, ırkçı bir siyasal pozisyonun temel dinamiklerinden birisini oluşturacaktı. Bu tıpkı ABD kırlarında ıssız kasabalarda doğan popülist ırkçılığın, beyaz Amerikan faşizminin de yeniden domine etmesi gibi, yeni bir siyasal-sosyal düzenin yapıtaşı olması gibi bizdeki yeni baskı düzenin, militarist heveslerin görünmez nedenlerinden birisi oldu bugün. Her yeni gelen özelleştirme dalgası yeni yoksulluklar, yeni dışlanmışlıklar, yeni eşitsizlikler üretiyor, üretecek. Yoksul, öfkeli, polarize ve her şeyin sebebini ötekinden bilen, yeni hınç siyasetinin değirmenine yeni sular taşıyacak.

Son olarak, özelleştirmelerin anavatanı olan İngiltere’de, bugün demiryollarından sağlık hizmetlerine kadar özelleştirilmiş şirket ve hizmetlerin yeniden kamulaştırılmasını programına ekleyen Corbyn ve İşçi partisinin halktan aldığı destek de bu dönemin artık sonuna gelindiğini göstermektir. Yakın zamanda May hükümeti, 2,5 milyar poundluk bir kontratla başta sağlık olmak üzere kamu hizmetlerini devrettiği şirket Carilion battı. Birçok kişi hastanelerde tedavi edilmeden ölüme terkedildi, hala protestolar sürüyor.

Ne yapılmalı?
Bizdeki Pankobirlik modeli, özünde doğru bir işin, yerel halkı ve üreticiyi güçlendirmek yerine siyasal iktidara tabi ya da iktidarın güdümünde bir hiyerarşik işletmeye döndüğünü göstermektedir. Oysa kooperatifler sermaye yapılarındaki göreli adalet ile yönetime daha fazla insanın katıldığı, karar mekanizmaları üreterek, müşterek ve sosyal dokudaki zedelenmeleri varlık nedeni sayan bu yüzden de kapitalizmin muhtemel krizlerini en az zararla atlatabilen yapılardır. Mondragon modeli ve Amerikada’ki işçi kooperatifleri modelleri böyledir. Kolektifler, hisse değerleri eşit kooperatifler ya da müşterekler sadece adaletli üretim ve dağılım dengesi adına değil aynı zamanda kapitalizme özgü krizlerin atlatılmasında, emeğin değerini koruyarak, yön değiştirebilen farklı eğitim destek üniteleri ile farklı alanlara açılabilen modellerdir. Bunun için işyeri demokrasisi üzerine ısrarla çalışılmalı, bu tür yapıların değiştirilmiş kanunlarla sınırlanmış güçlerine yeniden kavuşmaları sağlanmalı, hisse yapıları üretken emeğe doğru yeniden tanzim edilmeli, bütün sistemi çalışan, üreten ve eken ailelilerin katılımı yönünde yeniden kurmak zorundayız.

Şeker fabrikalarının özelleştirilmesine karşı çıkmak, sadece birilerine bir şeylerin peşkeş çekiliyor olmasından daha ötede köklü ve radikal bir itiraz içermek zorundadır. Ya da şekerin stratejik bir ürün olup olmasından daha da önemlisi, bir yaşantı biçiminin, parçalanmış ve fragmanlara ayrılmış bir şekilde artık bir daha tamamlanması mümkün olmayan bir yaşam biçiminin ortadan kaldırılıyor oluşudur. Şeker fabrikaları, pancar kotalarından, pancar kooperatiflerine, Anadolu’nun değişik kesimlerine yayılmış üreten, satan dinamiği ile cılız da olsa hâlâ var olan bir umudun ortaya çıkma alanları, başka örgütlenmelere ilham alanları olabilir. Refahın adil dağılımı veya hakça bölüşüm ihtimallerinin kurgulandığı, yeni bir kooperatif sisteminin anahtarı hâlâ buralardadır. Devletin altın hisseyi koruyacağı, müşterekler, kolektifler ve kooperatifler için henüz vakit geç değildir. Yerel toplulukların güçlendirilmesi sürekli merkezi yapıdan beklentiler içine girme arzusu ile örgütlenmiş popülist-şiddet yanlısı eğilimlerin de panzehri olacaktır.

Muhalif, özgürlükçü siyaset, eğer hâlâ bu ülkede imkân dahilinde ise şeker fabrikalarını özelleştirmeme gayretlerini, protestolarını sadece süreci akim bırakmak üzerine hedeflememelidir. Bu özelleştirmelere karşı çıkmak, daha iyi bir dünya kurma adına, siyasetin üzerine düşen bir görevdir. Bu, adil ve eşitlikçi kalkınma, servetin ve gelirin yeniden dağılımı için etkin ve anlamlı bir çalışma vesilesi, imkânı ve vaadi taşımak zorundadır.

Kırk yıllık, verimsiz ve yorgun diye önce kenara itelenen şimdi pazara çıkarılan şeker fabrikaları tarihte bir kez daha model olma fırsatı ile karşı karşıyadır.