KESK Kurucu Genel Başkanı Siyami Erdem, yazı dizimiz için yönelttiğimiz soruları yanıtladı

‘Sendikaları kurtarmalıyız’

Hazırlayanlar: Mutlu Arslan- Ahmet Acar

KESK’in kuruluşunun 20. yıldönümündeyiz, 20 yıl önce kamu emekçilerini bir araya getiren koşullar neydi?
KESK’in 20. örgütsel yılına girmesinden dolayı bütün KESK’li emekçileri selamlıyorum. Bu tip yıldönümleri örgütsel yapılarda kapsamlı muhakeme yapılması gereken yıllardır. Umarım KESK örgütlülüğü bu dönemi kendi tarihsel geçmişini en objektif biçimde değerlendirerek, oradan çıkaracağı yeni derslerle ileri atılmak için bir dayanak olarak görür.

Kamu çalışanları sendikal hareketinin öncü kadroları 12 Eylül’de darbe yemiş emekçilerdi. Onların tekrar yan yana gelişi bu süreci hızlandırmıştır. Diğer taraftan 89’da özellikle Türk-İş zemininde gelişen işçi eylemleriyle işçi hareketinin de edilgen bir durumdan kurtuluşu, peşinden gelişen Zonguldak maden işçilerinin eylemleri bir bütün olarak kamu emekçileri sendikal hareketini ve işçi sınıfı içerisindeki diğer potansiyelleri motive eden duruş noktalarıdır. KESK ve kamu emekçileri sendikal hareketi böylesi kısmen olumlu bir ortamda kendisini var etmiştir.

KESK’in kuruluş aşamasında ve öncesinde kamu emekçileri bağımsız sendikalar şeklinde örgütlenmişti. Bütün iş kollarındaki kamu emekçileri birbirini takip eden kısa süre içerisinde onlarca sendika kurmuştu. Hatta aynı iş kolunda birden çok sendika ortaya çıkmıştı. Zaman içerisinde farklı platform ve kurullar içerisinde ortak eylem ve etkinlikler kamu emekçilerinin birleşik mücadelesini kolaylaştırmış ve KESK’in kuruluşunu hazırlayan büyük ortaklaşmayı sağlamıştır.

Kamu emekçilerinin 90’lı yıllardaki mücadelesi ile 2000’li yıllar sonrasındaki mücadelesi arasında göze çarpan farklılar neler?

KESK kurulmadan önce de Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu (KÇSP) çok özgün, demokratik muhtevalı, on binlerce üyenin katıldığı eylemler geliştirmiştir. Bu eylemlerdeki ana bakış açısı “haklar yasalardan önce gelir” şiarıdır. Bu hakları kazanabilmek için de “fiili” ve “meşru” eylem tarzı bu sendikal hareketin birbirini tamamlayan iki halkasını oluşturur. Çünkü yasalar emekçiler açsından her zaman kısıtlayıcı, sınırlandırıcı olmuştur. Emekçilerin bu kısıtlanmış yasalar çerçevesinde hak alabilmesi, örgütlenmesi mümkün değildir. Emekçiler açısından bu yasaların aşılması gereklidir ve bu da ancak pratikte atılacak adımlarla mümkündür. O nedenle fiili mücadele aynı zamanda özgür bir mücadeleyi içerir, direnişi içerir, öfke ve isyanı içerir. Öfke, direniş ve isyan fiili mücadele anlayışıyla donanmış bir örgütsel yapının da hak alma konusunda adım atması daha kolay olur.
90’lı yılların başında grevli toplu sözleşmeli sendikal mücadele yürütürken, fiili ve meşru mücadele zemininde eylemler gerçekleştirirken bu konuda rahatsız olan hükümetler olmuştur. Onlar kamu çalışanları sendikal hareketini denetim altına almak, kontrollü bir sendikal yaşamı sağlamak için bir yasa ihtiyacını gündeme getirmişlerdir. Bu sendikal yasa isteğini KESK’in zaptedilemez, durdurulamaz mücadelesinin ve örgütlenmesinin getirmiş olduğu bir durum olarak görmek gerekir. Nihayetinde bu yasa, KESK’in öngördüğü özgür grev, özgür toplu sözleşme, hak alma grevleri, dayanışma grevleri, işçi sınıfıyla birlikte olabilme, birlikte eylem grev yapabilme taleplerinin çok uzağında, KESK’i ve kazanımlarımızı geriye düşüren, devlet açısından geleceği de denetim altına alacak biçimde şekillenmiştir.

Üzülerek söylemek istiyorum ki KESK bu konuda yeterli bir karşı koyuş örgütleyememiştir. Ben en önemli kırılma noktalarından biri olarak bu dönemi görüyorum. Burada en önemli gerileme, bakış açısındaki değişimdir. Bu noktadaki kaybetme önemli değil ama bakış açısındaki değişim önemlidir. Bu yasanın çıkmasıyla beraber bu yasanın olumlu yanları ortaya konulmaya çalışılmış bir olumluluk olarak empoze edilmeye çalışılmıştır. Yasanın çıkış süreciyle birlikte KESK’in çıkışında hakim olan “haklar yasalardan önce gelir” fikri zedelenmiştir. Muhalif bir sendikal hareket de bu noktadan uzaklaşırsa mücadeleyi götüremez, giderek iğdiş hale gelir ve bürokratikleşir.

Bugün mevcut sendika yasası ters yüz edilebilir, kısıtlayıcı özellikleri ortadan kaldırılabilir, pratikte içerik kazandırılabilir. Bunu yapacak sendikal hareketin eylem gücünün ve kitle gücünün olması gerekiyor. Buna aday olan sendikal hareket KESK’tir. KESK’in 20. örgütsel yılında kamu emekçilerinin beklentilerine uygun bir sıçrama içerisine girmesi gerekiyor.
Ben Ayrıca KESK açısından ikinci önemli kırılma noktasını 12 Eylül 2010 referandumunda alınan tavır olarak görüyorum o günkü KESK yöneticilerinin bazıları tabanın eğilimlerini göz ardı ederek AKP’nin anayasasına destek olmayı tercih etmişlerdir bu KESK tarihindeki en büyük ideolojik kırılmadır ve etkileri bugün hala sürmektedir.

KESK kendisine dayatılan bu sınırlılıkları nasıl aşabilir?
Kamu emekçilerinin tarihsel sürecinin toplumla ilişkilerinin tüm boyutuyla göz önüne alınması gerekiyor. KESK’in hak ettiği örgütsel kitleselliği neden yakalayamadığı objektif biçimde sorgulanmalıdır. KESK’e uzak duran kesimlerin gerekçeleri ortaya çıkarılmalı ve algılar değiştirilmelidir. Sendikalardan istifa eden üyelerin istifa nedenleri önemsenmelidir. Amaç kitleleri kendine benzetmek değil, karşılıklı etkileşim içine girebilmek olmalıdır. Bir sendikal hareket çok renkli olmalı, çoğulcu olmalı, gürültülü olmalıdır. KESK çok homojenleşmiş, çok daraltılmış bir yapıya dönüştü.

90’lı yıllarda gördük ki, sendikal örgütlenme, farklı kesimleri bir araya getirmenin en kolay yollarından biridir. Çünkü sendikal örgütlenmeler çok çeşitli emekçi unsurlarıyla karşı karşıyadır. Buralarda karşı karşıya gelinenlerin emekçi kimliğini öne çıkarmak önemlidir. Kastettiğim ekonomizme indirgenmiş bir emekçi kimliği değil. Bilakis bu emekçi kimliğinin ekonomi-siyaset ilişkisini doğru kurmak gerekir. Sendikal hareket aynı zamanda toplumsal gelişme için ırkçılıktan, gericilikten, militarizmden, sömürüden kurtulabilmenin bir okuludur. Bu okulun öğelerini çok geniş tutmak gerekir.

AKP Hükümeti, kendi dışındaki bütün toplum kesimlerinin dışlandığı bir ortam yarattı. Toplumda etnik, mezhepsel farklıklar derinleştiriliyor. Türkiye’deki halkların ortak çıkış ve davranış değerleri bozuluyor. İnsanlar arasında kaygı, kuşku ve yabancılaşma artıyor. Bu ortamda daha geniş ortaklık noktaları yakalamak, ortak davranışları geliştirmek önemlidir. Bu hem emekçilerin bütünlüğü, hem halkların bütünlüğü hem de toplumun bütünlüğü açısından gereklidir. Bunu da en avantajlı şekilde yapacak olan; sendikal harekettir, KESK’tir.

BİRLEŞİK EMEK HAREKETİNİ BÜYÜTELİM

İsmail Hakkı ORTAKÖY*

KESK’in 20 yıllık tarihi boyunca en fazla göz ardı edilen konulardan birisi, “tüm emekçilerin birlikte mücadelesi ve ortak örgütlenmesi” doğrultusundaki kararı olmuştur. 90’lı yılların başında KESK’i oluşturan güçlerde tüm emekçilerin birleşik-ortak örgütlenmesinin kısa vadede gerçekleştirilemeyeceği, orta ve uzun vadeyi kapsayacak bir çalışma olduğunun bilinci vardı. Fakat KESK’in kuruluşundan sonraki süreçte ortak örgütlenmeye yönelik programa dayalı bir çalışma yürütülmemiştir.

Amaca yönelik ilk adım, on yıllardır devlet ve bir kısım işçi sendikalarının çalışanların bilincine yerleştirdiği işçi-memur (kafa-kol emeği) yapay ayrımının yıkılması doğrultusunda hem sendikal kadrolar, hem üye nezdinde bilince çıkartacak çalışmaların yapılmasıdır. Böyle bir çalışmanın sadece kamu emekçileri nezdinde yürütülmesi yeterli değildir. Çalışmanın uzantısı işçi kesiminde de sürdürülmek zorundadır.

Bunun için çalışmanın ortak yürütüleceği farklı statülerdeki, sendikalı ve sendikasız çalışanların olduğu öncelikli işyerlerinin ve sektörlerin belirlenmesi gerekir. Bu işyerlerinde yürütülecek olan çalışmaların; iş koşulları/işten atmalar/iş cinayetleri/mobbing/taciz/cinsiyet ayrımcılığı/eşit işe eşit ücret/ortak toplusözleşme vb çalışmalarda dayanışma, ortak sorunlarda ortak davranışın birlikte yaşama geçirilmelidir. Bu çalışmaların ve üye inisiyatifini geliştirmenin örgütsel formu ise işyeri meclisleri/birim örgütlenmeleridir.

Bütün bunlar, bir programa bağlı çalışma grupları oluşturmak ve çalışmaya süreklilik kazandırmakla olanaklıdır. Böyle bir iradi çalışma yapılmadığı sürece diğer konfederasyonlarla ortak eylem düzenlemeleri yapılsa da Birleşik (Politikleşmiş) Emek örgütlenmesi genel kuruldan genel kurula çıkarılan broşürlerde soyut bir kavram olarak kalmaya devam edecektir.

Haziran Meclisleri
Son yıllarda Devrimci Sendikal Dayanışma’nın (DSD) KESK’in kuruluş referanslarından hareketle Birleşik Emek Hareketi oluşturma/yaratma saptaması ve gerekliliği önemlidir. Bununla birlikte meseleyi “KESK’in tabandan yeniden kurulması mücadelesi” ile ilişkilendirmek çalışmayı baştan sınırlandırıcıdır. Çünkü; mevcut sendikal (KESK de dahil) yapılar; rutinleşen çalışma tarzları, örgütlenme ve eylem anlayışları, güven yitimi, ayrım çizgilerinin iyice silikleşmesi, dayanışmanın olmaması vb. nedenlerle tam bir tıkanmışlıkla patinaj yapmaktadır. Hiçbir sendikal yapının ve işyeri çıkışlı işçi hareketlerinin bu tıkanmışlığı tek başlarına aşması mümkün görünmemektedir. Bu nedenle çalışma KESK’i kapsayan aynı zamanda KESK’i aşan bir çalışma ve mücadele olarak hedeflenmelidir.

İşyerlerindeki meclisleri baştan isimleştirerek oluşturmaktan kaçınılmalı. Önemli olan isim değil muhtevadır. İşyeri meclisi yeterli bir tanımlamadır. Birleşik Haziran Meclisleri, farklı statü ve farklı örgütlenmelerdeki emekçileri bünyesinde taşımaktadır. Haziran Meclisleri, bu kapsayıcılığı ve yaygınlığı ile Birleşik (politikleşmiş) Emek Örgütlenmesi tartışmaları için geniş olanaklar barındırmaktadır.

Birleşik Haziran Hareketi merkezi koordinasyonunda emek alanına yönelik merkezi ve yerel meclislerde “emek çalışma masaları” oluşturulması hedeflenmektedir. Bu bağlamda DSD ve sınıf bilinçli emekçiler yerelliklerinde Haziran Meclislerinde yer almalı. Her zeminde -hem işyerinde, sendikasında hem sendikası dışındaki emekçilerle- bu çalışmayı yürütmelidir. Çalışmalar birbirine ilişkilendirilerek karşılıklı etkileşim sağlanmalıdır. Haziran meclislerindeki ve işyerlerindeki emekçiler, bütünlüklü emek programına bağlı Birleşik (politikleşmiş) Emek Hareketini örgütleyebilmek için, işyerleri ve yerellikteki emekçilerin sorunlarına yönelik çalışmalara önem vermelidir.

* İsmail Hakkı Ortaköy, Eski KESK Genel Örgütlenme Sekreteri (1998-2001)

EĞİTİMDE ORTAK MÜCADELE DENEYİMİ: VELİ-DER

Feray AYTEKİN

2012’de yürürlüğe giren 4+4+4 eğitim yasası ile şimdiye kadar Türkiye tarihindeki en büyük kırılmalarından birinin temelleri atıldı. AKP hükümeti “Yeni Türkiye” inşası olarak tarif ettikleri Türkiye modeli ile çocuklarımıza, gençlerimize dindar-kindar nesiller çağrısını dayatarak paralı, gerici, ırkçı, cinsiyetçi bir eğitim sürecinin temellerini attı.

Devlet okullarına ayrılan bütçe her geçen yıl azaltılırken, özel okullara teşvik adı altında öğrenci başına 3500 TL’ye ulaşan rakamlar özel sektöre aktarılmaktadır. Sosyal devletin en temel özelliği olması gereken eşit, parasız, nitelikli eğitim olanakları her geçen yıl daha da darbe almakta, eğitimin özelleştirilmesine hız verilmektedir.

İlkokul hatta okul öncesi eğitim kurumlarına kadar okullarda mescitler açılmakta, Kutlu Doğum Haftaları okullara imamlar getirilerek kutlanmakta, bazı okullarda derslere imamlar girmekte, imam hatiplerden başlanarak karma eğitim sonlandırılmakta, okul öncesinden itibaren değerler eğitimi adı altında” ölüm ve ötesi”, “kader”, “cehennem” vb konular ders olarak işlenmekte, AİHM kararına rağmen zorunlu din dersine devam edilmekte, İHH vakfına ait kumbaralar dağıtılarak paralar toplanmakta, her geçen yıl kız çocuklarının eğitimden uzaklaştırılma oranları artmaktadır.

Bizler Öğrenci Veli Derneği (Veli-Der) olarak, yasanın tartışılmaya başlandığı ve sonrasında yasalaştığı günden bugüne kadar, onlarca okulda, şehirde, mahallelerde binlerce kişiyi bulan eylemler, basın açıklamaları, yürüyüşler, paneller, toplantılar, okul boykotları düzenledik. Eşit, parasız, laik, bilimsel eğitim talebini sokaklara, okullara, mahallelere taşıyabilmek için yine yüzlerce çocuğun, gencin katıldığı bilim şenlikleri, turnuvalar, atölyeler düzenledik ve düzenlemeye devam ediyoruz.
Şu anda; İstanbul’da, Antalya’da ve Edirne’de Veli-Der olarak, hem yerellerimizde hem de Türkiye genelinde yaşanılan başta 4+4+4 ‘ten kaynaklanan sorunlar olarak her türlü sorunun takipçisi olmaya devam ediyoruz. Bursa’da, Zonguldak’ta, Kocaeli’de, Marmaris’te, Kuşadası’nda, Hatay’da Veli-Der kurma girişimleri devam etmektedir. Önümüzdeki dönem; eşit, laik, parasız ve bilimsel eğitim mücadelesini bu eğitim sistemine itirazı olan tüm kesimlerle birlikte daha da güçlü bir şekilde örgütlemek için okullarda, mahallelerde, sokaklarda olmaya devam edeceğiz.