Torba yasaya karşı sergilenen tutum; sınıfın unutulmuş, unutturulmuş bir özelliğini yeniden hatırlatırken tek tek eylemlerde sergilenen direnç seviyesi, işçi haklarının çarpışma ve mücadele olmadan kazanılamayacağı gerçeğinin altını çiziyor. Bunun ışığında 2020'den 2021'e taşınması gereken perspektif işçi sınıfının gücünü, direniş potansiyelini harekete geçirerek emeğe yönelik saldırı karşısında ortak, birleşik mücadele cephesini ve hattını inşa etmektir.

Sermayeye fırsat, emeğe sefalet yılı

ZAFER AYDIN

2020, Covid-19 nedeniyle bütün dünyada önceki yıllardan farklı bir seyir izledi. Salgın iktisadi, sosyal ve siyasal süreçlerin olağanın dışında bir dönem olarak yaşanmasını getirdi. Doğal olarak olağanüstü dönemin politikaları da buna uygun olmak zorundaydı. Nitekim başta Avrupa ülkeleri olmak üzere pek çok ülke konuya böyle yaklaştı. Hem salgının insan sağlığında yol açtığı etkileri kıracak adımlar attı, hem de yurttaşlarına ekonomik destek vererek yaşanan sorunların şiddetini hafifletmeye çalıştı. Bizde ise salgının ortaya çıkarttığı sorunlarla uğraşmaktan çok ele geçirilen fırsatlar üzerine odaklanıldı. Üstelik bu gizli saklı değil, göstere göstere yapıldı. Salgının hemen başlarında yeşil sermayenin modern yüzlerinden, yeşil sermaye ile geleneksel sermayenin çıkar birliğinin sembol isimlerinden Cüneyd Zapsu tarafından kaleme alınan mektupla salgının nasıl bir imkân yarattığı, nasıl fırsat olarak kullanılması gerektiği açık açık dile getirildi. Zapsu bu mektubunda salgının insani maliyetlerini önemsemeden ekonomik getirilerine yoğunlaşmak gerektiğinin altını çiziyordu. Avrupa'nın salgın nedeniyle kapanmasını Türkiye'nin ihracat gücünü arttırmak için bir fırsat olarak değerlendirmek gerektiğini vurguluyordu. Çarkların dönmesinin Türkiye nüfusunda en fazla binde 3 oranında insan kaybına yol açacağını öngören Zapsu, "İnşallah daha az olur" temennisiyle bunun göğüslenebileceğini söylüyordu. Lafı eğip bükmeden, dolandırmadan, nüfusun binde 3’ü, yani kaba bir hesapla 240 bin kişi ölecek diye çarkları durdurmak gereksiz diyordu. Zapsu'nun bu mektubu, 12 Eylül sonrasında Vehbi Koç'un Kenan Evren'e yazdığı mektup kadar önemli. Nasıl ki Vehbi Koç mektubuyla 12 Eylülcülere yön çizdiyse, Zapsu'nun mektubu da AKP'ye yön çizdi. Bu nedenle Zapsu'nun mektubunu salgın döneminde AKP tarafından izlenen politikaların "temel strateji belgesi" olarak okumak ve kayıtlara geçmek gerekiyor.

AKP, salgın dönemini "çarklar dönmeli" düsturu içinde sermaye için bir fırsat dönemi olarak ele aldı. Kapanmama kararlarından, vatandaşın kullanacağı maskeye parayla ulaşılmasına kadar attığı her adımda tek bir amaç için hareket etti; "kâr." Yine aynı anlama gelmek üzere evden çalışma gibi esneklik uygulamalarını kalıcılaştırma çabası, MÜSİAD'ın "Üretim Üssü" önerisi, ücretsiz izin uygulamaları, salgın fırsatçılığının birer işareti olarak öne çıktı.

NEOLİBERAL SALDIRGANLIK

Sermayeye kâr ve fırsat vaadeden dönemde emeğin payına sefalet ve ölüm düştü. AKP döneminde iyice çığırından çıkan neoliberal saldırganlık katmerleşti. İşin aslına bakacak olursak AKP için emek; düşmüş, düşürülmüş bir kaleydi. Elleri bağlı; hak arama, örgütlenme ve direniş fikrinin baskı altına alındığı bu düşmüş kale salgınla birlikte yeniden fethedildi. Bu fetihte işçi daha fazla öldü, daha fazla işsiz kaldı, daha fazla yoksullaştı.

AKP döneminde neoliberal saldırganlıktan işçilerin payına düşen en ağır bedel, işçi ölümleri oldu. Cumhuriyet tarihinin işçi ölümleri açısından en ağır bilançosu AKP döneminde ortaya çıktı. Pandemi dönemi, iş cinayetlerinde ölenlerin sayısını artırdı. İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi verilerine göre 2020 yılının 11 ayında iş cinayetlerinde hayatını kaybedenlerin sayısı 2 bin 32. Bu sayı bir önceki yılın 11 ayında bin 606'ydı. İşçi ölümlerindeki artışın temel nedeni Covid-19. Nitekim salgının başladığı nisan ve kasım ayları arasında Covid-19 nedeniyle büyük kısmı sağlık çalışanları olmak üzere hayatını kaybeden emekçilerin sayısı 368. Kasım ve aralık ayı verileri de hesaba katıldığında bu sayının daha da arttığı görülmektedir. Ekonomide çarklar dönsün ısrarının bedelini, çalışanlar hayatlarıyla ödüyor.

Bir önceki yıllardan devralınan ekonomik sorunlar pandemi nedeniyle boyutlandı. Türk lirasının dolar karşısında değer kaybı ve yükselen enflasyon nedeniyle işçilerin satın alma gücü büyük oranda geriledi. Başta hizmet sektörü olmak üzere pek çok sektörde işçiler işini kaybetti. DİSK'in yaptığı araştırmaya göre ümitsiz işçilerin, yani iş bulma umudunu kaybedenlerin oranı, bir önceki yıla kıyasla iki katına çıktı. Bakan Selçuk 'yoksulluğu bitirdik' diye hava atadursun, devletin kurumu TÜİK bile önümüzdeki yıl için yoksulluk oranını yüzde 15 olarak öngörüyor. İşsizlik ve yoksulluğun yarattığı çaresizliği aşamadığı, umudunu kaybettiği için intihar eden emekçilerin sayısı günden güne artıyor. Bu dönemde sözüm ona çalışanlar gözetilerek getirilen işçi çıkarma yasağı, uygulamada bir karşılık yaratmadı. Bu bir yana, yasağın yaptırımı idari para cezasından kurtulmak isteyen işverenler, işçi çıkarmada kötü niyet ve ahlak kurallarına uymama kodunu kullanmaya başladılar. Böylece cezadan kurtulan, işçi çıkarma yasağını baypas eden işverenler, işçilerin boynuna belki ömür boyu takip edecek, yeniden iş bulmada sürekli karşılarına çıkacak yaftalar astı.

DİRENENLER KAZANDI

2020'de rüzgâr tersten esse de rüzgâra karşı oynamaktan geri durulmadı. Bunların en önemlisi AKP'nin torba yasanın içine sıkıştırdığı, işçilerin bir kısmı için kıdem tazminatı hakkını da ortadan kaldıracak, çalışma yaşamını güvencesiz ve kuralsız hale getiren düzenlemenin gündemden düşürülmesi oldu. İşçi konfederasyonları ortak bir tutum etrafında yapılan düzenlemeye itiraz ettiler, tepki gösterdiler. Sergilenen ortak tutum etkili oldu ve düzenleme torba yasadan çıkarıldı. Böylece en kötü, en sesiz zamanlarda bile sendikaların kullanılabileceği yaptırım gücü 'ben buradayım' dedi. Sahip olunan potansiyel güç varlığını ispatladı. Yine, hesaplarına yatan tazminatlara aldırmadan işyerine sendika sokmak için ısrarla mücadele eden Cargill işçileri, Soma'da ve Ermenek'te güdümlü sendikalar karşısında yaratılan Bağımsız Maden-İş deneyimi; Atlas Jet, Bimeks, Uzel gibi işyerlerinde çalışanların alacakları için sergiledikleri mücadele, Çorum Ekmekçioğlu, K.T Deri, PTT’de sendikal örgütlenme direnişleri, Baldur Süspansiyon'da Birleşik Metal, Trelleborg'da Petrol-İş'in gerçekleştirdiği grevler, yaşanan kıyım ve barbarca saldırı karşısında ne yapılması gerektiği sorusuna bulundukları yerden birer cevap oldular. Beslenmesi, büyütülmesi, eşgüdümü ve koordinasyonu sağlanması gereksinimiyle birlikte...

Torba yasaya karşı sergilenen tutum; sınıfın unutulmuş, unutturulmuş bir özelliğini yeniden hatırlatırken tek tek eylemlerde sergilenen direnç seviyesi, işçi haklarının çarpışma ve mücadele olmadan kazanılamayacağı gerçeğinin altını çiziyor. Bunun ışığında 2020'den 2021'e taşınması gereken perspektif işçi sınıfının gücünü, direniş potansiyelini harekete geçirerek emeğe yönelik saldırı karşısında ortak, birleşik mücadele cephesini ve hattını inşa etmektir. Bu cephe ve hat, sefalet ücreti olarak belirlenen asgari ücreti kabullenmemek ve asgari ücret tespit yönteminin değiştirilmesi, grev hakkını da içerecek biçimde toplu iş sözleşmesiyle belirlenmesi için mücadele üzerine oturmalıdır. Böylece her yılın son aylarında yaşanan sonu başından belli oyun bozulmuş olur. Elbette sendikal örgütlenme özgürlüğünü geliştirme ve asgari ücretin sefalet ücreti olmaktan çıkması yönünde atılmış sağlam bir adım da.

Bir Afrika atasözü "Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkları sürece avcılar övünmeye devam eder" diyor. 2021’in aslanların kendi tarihini yazmaları için mücadele ve örgütlenme yılı olması umuduyla...