Yalnızca avizelerin ve beyaz merdivenin aydınlık olduğu, tüylerimi ürperten bir karanlık içindeydi şato. Raşel, eteğini iki yanından tutarak sonsuza dek dönüyormuş gibi duran merdivenleri çıkıyordu. Basamakların üzerinde kıpırdayarak uzayan kırmızı ipi o zaman fark ettim

Şeytan Disko*

YAPRAK ÖZ

“Bu bir rüya olmalı,” diyen sesimi duydum. Ağzımdan buhar çıkmıştı. Titremeye başladığımı fark ettim. Çok soğuktu. “Bu bir rüya olmalı,” dedim yeniden. Etrafım karanlık, vücudum aydınlıktı. Tıpkı Abant’ta gördüğüm kâbusta olduğu gibi, vücudum ışık saçıyordu. Müzik sesine doğru yaklaştım. Şarkının ne olduğunu bir türlü çıkaramıyordum; aslında hangi şarkı olduğunu biliyordum, sanki adı dilimin ucundaydı da bir türlü bulamıyordum. Sesin olduğu yere iyice yaklaştığımda, ayaklarımın altında bir ıslaklık hissettim. Aşağıya baktığımda taş bir zeminde olduğumu gördüm, yerde ince bir kar tabakası vardı ve üstüne basıyordum. Çevremde bir tuhaflık sezip başımı kaldırdım.

Karanlık biraz aydınlanmış, etrafım gri, sisli bir ışıkla kaplanmıştı. Nerede olduğumu o anda anladım; şatonun avlusundaydım. İçerideki merdivenlere baktığım geniş pencerelerden birinin önünde. Çok üşüyordum. Kollarımla kendimi sıkıca sararak ve ayaklarımın altında buz gibi soğuğu hissederek pencereye doğru yürüdüm. İçeride avizelerin yandığını görebiliyordum ama ışık yeterli değildi, şatonun içinde ürkütücü bir karanlık vardı. Ansızın, merdivenlerden çıkmaya başlayan, kırmızı elbisesinin saten eteğini tutmuş Raşel’i gördüm. Beyaz, süslü parmaklıklarla çevrelenmiş merdivenin kenarında durup o korkunç, cam gibi donuk gözleriyle bana baktı. Müzik azalmıştı. Bir yerlerden su sesi geliyordu. Raşel’e seslendim. Ancak ağzımı açtığımda sesimin çıkmadığını fark ettim. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum ama çığlıklarım duyulmuyordu, ağzımdan çıkan tek şey buhardı. Ayaklarım buz kestiği için canım acıyarak, pencereye biraz daha yaklaştım. Raşel parmaksız elini tırabzana dayamış, donuk mavi gözleriyle bana bakıyordu. Birden dört parmaksız elini havaya kaldırarak, işaretparmağıyla yukarıyı gösterdi ve yeniden merdivenleri çıkmaya başladı. Raşel’e bağırdım, ancak sesim hâlâ çıkmıyordu. Bunun üzerine cama şiddetli bir tekme attım, elimi kırık camdan içeri sokarak pencereyi açtım ve şatoya girdim.
Yalnızca avizelerin ve beyaz merdivenin aydınlık olduğu, tüylerimi ürperten bir karanlık içindeydi şato. Raşel, eteğini iki yanından tutarak sonsuza dek dönüyormuş gibi duran merdivenleri çıkıyordu. Basamakların üzerinde kıpırdayarak uzayan kırmızı ipi o zaman fark ettim. Raşel’in eteği ucundan sökülmüştü, kırmızı ipliğini peşinden sürükleyerek Raşel yukarıya çıkıyordu. İpi elime alıp kafamı kaldırdığımda, merdivenlerin görünmez olduğu tepedeki karanlıkta Raşel’in kaybolduğunu gördüm. İp hareket ediyordu. Parmaklarımla sıkıca kavradığım ipi takip etmeye başladım.


Merdivenleri çıktıkça, müziğin durduğunu ve gürül gürül akan su sesinin çoğaldığını fark ettim. Başımı yukarı kaldırdığımda, gargoyle heykellerini gördüm. Katedral tepesinde ağızlarından kar suyu akıtan heykeller, merdivenin üzerini kaplayan gri bulutların arasından bana bakıyordu. Korkunç suratlı, şeytansı heykellerin ağzından oluk oluk siyah kan akıyor, kan damlaları üzerime sıçrıyordu. Merdivenler tamamen kanla kaplanmadan Raşel’in yanına varmam gerektiğini düşünerek daha hızlı adımlar atmaya çalıştım ama ayaklarım çok acıyordu. Siyah kan, büyük bir gürültüyle merdivenlerden aşağı akmaya başlamıştı. Kana bulanmış bir halde, ipi elimden düşürmemeye gayret ederek ilerledim. Birden, çevremi kaplayan sisin içinde merdivenlerin sona erdiğini anladım. Karanlık bir yere ulaşmıştım. Sis yavaşça dağılıyor ama ortalık aydınlanmıyordu.

Karanlığın bir köşesinde, Raşel’in kabarık eteğinin kıpırdadığını gördüm. Avucumdaki ip o köşeye doğru gerilmişti. Raşel, kapalı bir kapının biraz ilerisinde duruyordu. Göz göze geldiğimizde, işaretparmağını kaldırıp kapıyı gösterdi. Kocaman mavi gözleri, başı hiç kıpırdamadan kapının yönüne dönmüştü ansızın. O yöne doğru birkaç adım atıp titreyerek iki kanatlı kapıyı açtım. İp elimden kaçıvermişti. Arkama dönüp baktığımda, Raşel’in orada olmadığını gördüm. Kollarımla kendimi sararak çok aydınlık bir odaya girdim. İlk anda yüzüme çarpan yoğun ışıktan dolayı bir süre gözlerimi açamadım. Açtığımda, ışıktan korunmak için hemen başımı yere indirdim. Beyaz, kürklü bir halıya basıyordum ve adım attıkça, kanlı ayaklarım halının üzerinde iz bırakıyordu. Aydınlığa alışınca, başımı kaldırıp nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Hâlâ üşüyordum. Ancak görüntüler belirginleşmeye başladığında, üşümem bir anda kesildi.

Cam odadaydım.

*Yazarın aynı ismi taşıyan romanından BirGün Pazar okurları için tadımlık bir bölüm.